Temmuz 2015’te Dünya Miras listesine Hewsel Bahçeleri’yle birlikte giren Sur, 8 bin yıllık geçmişe sahip bir kenttir. Bu 8 bin yıl zarfında çok dinli ve çok dilli bir yaşama ev sahipliği yapmıştır. Birçok toplumsal yapı bir arada, barışık ve dayanışmacı bir yaşam sürmüştür. Bu toplumsal yapı 1900’lerde başlayan teklik anlayışı ile bozulmaya başlamıştır. Önce tek din inşası için gayrimüslimler, sonra tek dil üzerinden Türklük adına asimilasyon çalışmaları yapılmıştır. Öyle ki yüz yıl boyunca demografisi değişsin diye her türden yıkım-kıyım-kırım yapılmıştır. Yine 90’larda tekçi-güvenlikçi anlayışıyla köy boşaltmaları ile göçertilenler Sur’a yerleşmiş ve yeni yaşam inşa etmişlerdir. Bu tekçi-güvenlikçi anlayış kendini yaşatmak adına çatışmalı süreci fırsata çevirerek yıkım ve göçertmeye kaldığı yerden devam etmiştir. Çok dinli, dilli ve kültürlü bu alanın teklik ölçeğinde yıkımını yapmıştır.
Bu yüzyıllık süreci sermayeden ayrı değerlendirmek eksik ve yanlış olur. 2012’de riskli alanla bir saldırı silsilesine başlandı. Riskli alan hikâyesi acele kamulaştırma için de dayanak oldu. 2012’de TOKİ ile yapılan ve kentsel dönüşüme dayanan bu sözleşme oluşan kentsel sivil muhalefetin baskısından dolayı yerel yönetimce iptal edildi.
Bu sözleşme çatışmalı süreç bitse de halkın iknası için kullanıldı. Tabi bu geri adım sermayenin sömürü çarkının durmasına yetmedi. Gözünü kan bürümüş sermaye sistemle yeni saldırıların altyapısını hazırlamıştı; sömürü kaçınılmazdı…
Kentsel dönüşüm adı altında yapılan başarısız girişimin sonucu olarak Sur’da çatışmalı süreç başladı ve bu alanın işgal ve istilası nihai amaçtı. Rantabıl olmuş, kentin merkezindeki bu alan çok düşük istimlak paralarıyla sermayeye devredildi. Kent suçunu meşrulaştırmaya yönelik; Kamu yararı ve benzeri yöntemler kullanılarak zorunlu kabul getirildi. Sermayenin birikim yaratma amacıyla icat edilen projelerinden biri oldu. Bu yıkım projesi sermaye ile tekçi-güvenlikçi bir bütünün varlığına hizmet edecekti.
Zorla göçertme; toprak, sokak ve mekanla olan bağı koparılanların sisteme entegrasyonu ve asimilasyonu daha kolay olurdu. Eşitsiz bir alanda yaşamaya mecbur bırakmak adına yıkım meşru görüldü. Bir aradalık sömürü çarkına çomak sokmakta idi. Üç nesil, engellisi, kimsesizin bir arada herkesin sahip çıktığı bir düzenin yıkılması sonucunda çocuklar kreşe, yaşlılar, engelliler ve kimsesizler de bakım evlerine aktarılarak sermaye beslenecek ve toplumsal yapı yok edilecekti. Bu temelde bütüncül bir sömürü politikası hayata geçirildi.
Sur’a dönük askeri operasyonlar resmen bitmesine rağmen yasak ve yıkım 6 mahallede devam etmiştir. Bu yasak yapılan tarihsel toplumsal kültürel kaygılardan uzak bir anlayışla inşa edilen deyim yerindeyse çakma Diyarbakır evleri yapılmaya devam etmektedir. Yok, pahasına paralarla kamulaştırılan, gasp edilen evlerin yerine çok yüksek ücretlerle bu yapılar satışa sunuldu. Sonuçta sermaye ve tekçi-güvenlikçi anlayış bu yaşam alanlarını işgal ve gasp etmiştir.
Temmuz 2019’da UNESCO Dünya Miras komitesinin taslak kararına göre; Diyarbakır Surları ve Hewsel Bahçeleri’nin dokusunu etkileyecek her türlü projenin durdurulmasını istedi. Miras alanında yapılacak tüm yapıların durdurulması yönünde karar almasına rağmen kentin tarihsel ve kültürel dokusuna uymayan yapılaşmalar ve millet bahçesi vb çalışmaların durdurulmasına dair bu istek merkezi iktidarca ciddiye bile alınmadı.
On civarı tescilli tarihi yapı tamamen 30 civarı yapı kısmen yıkıldı. Onbinlerce insan göçertildi. Yeni planda açılacak yollar ve emniyete ait birimlerin yapılması için 17 tescilli yapı 42 adet korunmaya değer geleneksel yapının yıkılması planlanmış ve yıkım son hızla devam etmiştir.
Yüzyıllık tekçi-güvenlikçi politikada Ermeni ve Süryaniler başta olmak üzere; değerli ve tarihi olan tüm varlıkları, evleri, arazileri savaşın ganimetleri gibi talan edildi, el konuldu ve gönül rahatlığıyla zimmete geçirildi. Bu yüzyıllık anlayışla hareket eden akıl Sur’da en son taşların çalınmasını bile meşru görmüştür. Yüzyılda bunu meşru gören, ganimet vs olarak tanımlayan bir iktidarın; Sur taşlarının çalınması konusundaki duyarsızlığı, Sur’da yıkılan ve hala yasaklı olan mahallelerde çok olağan karşılandı, yıllarca göz yumuldu.
Tarihsel, kültürel ve toplumsal bir hafızanın silinmesini ve bu hafızaya dair taşların hatta çivilerin çalınmasına göz yummak Sur’un işgal ve talan politikasının parçasıdır. Sur’da yaşayanların, yaşamları, hikâyeleri, taşları, dünleri ve yarınları zorla ellerinden alınmış sermayeye devredilmiştir.
Ve şimdi Sur; “Her köşesine dair onlarca hikâyenin sahipsiz kaldığı yitikliktir.”