2011’den beri tartışılan Kanal İstanbul Projesi’nin binlerce sayfalık ÇED raporu açıklandı. ÇED raporuna göre, Kanal İstanbul, 45 kilometre uzunluğunda, 275 metre genişliğinde, 20,75 metre derinliğinde yapay bir su yolu olacak. 1.1 milyar metreküp kazı yapılacak. Kanalın maliyetinin şimdilik 75 milyar TL olacağı hesaplanıyor. Projenin uygulanacağı alanın yüzde 52’si tarım arazisi. 458 hektarı orman, 503 hektarı mera, 743 hektarı göl, 559 hektarı kumul, 445 hektarı fundalık, 447 hektarı ise çayırlık. 6 adet dev taş ocağı iki ayrı dev beton santrali kurulması planlanan proje için 200 binden fazla ağaç katledilecek.
Yılda 4 milyon kilogram ANFO, 93 bin kilogram dinamit kullanılacak. İstanbul’un kara ve demiryolu ulaşımı ile petrol ve doğal gaz boru hatları doğrudan etkilenecek. İstanbul Havalimanı’nın batı yakasından geçecek kanal üzerinde en az 10 köprü ve bir o kadar çevre yolu yapılacak. Yeni bir havaalanı kanal üzerinde Manhattan modeli gökdelenler yapılacak. Karadeniz ve Marmara kıyısında denizin doldurulmasıyla elde edilecek alanlarda iki ayrı Konteyner Limanı ile Küçükçekmece’de bir Yat Limanı inşa edilecek. Karadeniz kıyısında lojistik merkezi ile rekreasyon alanı yapılacak.
Yap İşlet Devret (YİD) modeliyle 8 yılda tamamlanması öngörülen proje tamamlandığında Küçükçekmece-Çatalca-Arnavutköy-Durusu güzergâhında muazzam bir yapılaşma olacak ve İstanbul’un nüfusu ikiye katlanacak. İnşaat sürecince kaç işçi cinayetinin olacağı belli değil, bu sorun ÇED raporuna girmemiş bile. Kanal güzergâhı kamuoyuna açıklanmadan bölgedeki arazilerin AKP’li yandaşlardan Katarlılara kadar büyük rantçılar tarafından kapatıldığı ortaya çıktı. İBB Başkanı İmamoğlu, 2016’dan bugüne kadar kanal bölgesinde 30 milyon metrekarelik arazinin el değiştirdiğini ve en çok arazi toplayan ilk üç şirketin Arap kökenli olduğunu belirlediklerini söyledi.
Her kesimin ilgi alanına göre sıraladığı “çevrenin ve doğanın tahribatı, deprem riski, susuzluk, çarpık yapılaşma, nüfus artışı” sorunlarının ötesinde bütünlüklü bir bakış gerekli. Asıl sorun, insani, sosyal ve kültürel amaçlı hiçbir yaklaşıma sahip olmayan, daha fazla sömürü ve kâr politikaları doğrultusunda ülkenin yer altı ve yerüstü kaynaklarını yağmalayan, onarılması mümkün olmayan boyutlarda ekosistem, fauna ve florayı tahrip eden sömürü, soygun ve yağma düzenidir. Aklın, iradenin, bilimin tümüyle geçersiz ve işlevsiz kılındığı ve insani erdemlerin köreltildiği vahşi kapitalist sistemdir. Her şeyin sorgulanmasında genel ilke, kapitalist düzenin teşhiri olmalıdır.
MHP destekli AKP iktidarının bu projesi kapitalist sömürü ve talanın yeni bir aşamasıdır. Bu proje, madenler, HES’ler, termik ve termal santraller, RES’ler, otobanlar, köprüler, tüneller, hastaneler vb kâr garantili YİD yatırımıdır. Trakya’yı ve İstanbul’u ikiye bölen büyük çaplı, çok kapsamlı ve bir o kadarda sorunlu olan bu proje rant, talan ve yağma için hazırlanmıştır. Öncekilerde olduğu gibi bu proje için de AKP’nin YİD politikalarında Vatan-Millet-Sakarya edebiyatı dışında, bilimsel bakış açısı, ekonomik büyüme, sosyal kalkınma ve toplumsal ilerleme gibi amaç ve hedefler aramak gereksizdir.
Kanalın asıl amacı ortadayken bazı çevrelerin Soğuk Savaş dönemi refleksiyle soruna jeostratejik ve jeopolitik kılıflar giydirilmesi siyasal gerçeklerin göz ardı edilmesine yol açıyor. CHP’nin sorunu “yaparsın-yapamazsın” tartışmasına dönüştürerek kör bir inatlaşma yaratması, güç ve itibar peşinde koşan AKP’nin ekmeğine sağ sürmek anlamına geliyor. Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin günü birlik, kararsız, tutarsız ve bir iktidar hedefinden yoksun irrasyonel politikaları AKP’nin eline muhalefeti alt etmek için yeni olanaklar sağlıyor. Ulusalcıların, kanalın ABD ve NATO’nun Rusları çevreleme projesi olduğu spekülasyonları ayyuka çıkmış durumda.
Projeye karşı olduklarını iddia eden, ancak AKP-MHP’nin bekacılığının peşinden giden CHP, İP, SP bu kez de halka siyasal gerçekleri açıklama ve kitlesel bir tepki oluşturma hedefinden uzak duruyor. İBB Başkanı İmamoğlu’nun radikal ve demokratik duruş sergilemesi önemli. Ancak İmamoğlu, kendi partisi CHP’nin, HDP’nin ve devrimci demokratik güçlerin desteği olmadan tek başına bir şey yapamayacağını, projenin ÇED itirazlarıyla değil ancak referandumla durdurulabileceğini anlamalı. Bu vahşeti ve yağmayı önlemenin tek yolu demokratik bir referandumdur.