Toplu konut; devletçe planlanan ve finanse edilen belli bir alanda yapılan toplu yapılaşma modelidir. Süslü ve entelektüel bir perdeden akademik kelimelerle süslenip sunumu yapılsa da tekçi-güvenlikçi bir anlayışa hizmet eder. Sosyal konutla ya da toplumsal konutla eş anlamlı kullanılsa da çok farklıdır. Sömürü adına her şey mubahtır gerçekliğiyle hareket eden bir emperyal çarktır. Toplumsallık ve onun vicdan ve ahlakından yoksun bir sistemdir. Sosyal konut ise mekânsal değeri olan toplumsal ilişkiler ve bireylerin kendini eşit yurttaş olarak gördüğü ahlaki ve vicdani bir toplumsallığın hakim olduğu bir sosyal bir yaşam alanını ifade eder.
Toplu konut idaresi ise özellikle konut üretimi için 1984 yılında kurulmuş bir devlet kurumudur. Devam eden yıllarda ismi de faaliyet konuları da değişmiş inşaat sanayinin motorize gücü haline gelmiş uluslararası düzeyde bir güvenlik kurumu haline gelmiştir. Toplu konut meselesi tam yüz yıllık deyime sahip bir politikadır.
Dünya toplu konuta üç yüzyıl önce başlamıştır. İlk toplu konut prototipi fabrikalara daha fazla sömürü için yapılan ve bugüne gelen personel lojmanlarıdır. Sömürgeci ülkeler olmak üzere birçok ülkede bu yapılaşmalar kullanılmış, ABD ve Fransa’daki gettolar en popülerleridir. Günümüzde kapitalizmin inşası için kullanışlı bir hal almış ve bütüncül politikasının sömürü aracı olmuştur.
Türkiye’de konunun bilenleri bu toplu konut sürecini üç dönemde ele alır.
1. Dönem; 1923’te ulus devlet inşa edilmeye başlanınca dünyada daha önce uygulanan sosyal konut projesi burada da emsal olur ve bu anlamda bir yapılaşma desteklenir.
Tabi dünyada yaşanan ulus devlet anlayışı gecikmeli olarak geldiği için bu anlamda diğer ulus devlet yapısını yapmış ülkelerin örnek alınması süreci hızlandırırdı. Ve Türkiye bunu tamamıyla kopyala yapıştır yöntemiyle yaptı, hala üretilen politikalarda bir özgünlük yok .
Bu dönemin önemli olaylarından biri de muhacir kanunudur. Muhacir kanunu temelde üç yaklaşımla işletilmiştir. Bu dönemde toplu konut ve muhacir kanunu tehcir, iskan ve göçertme (sürgün) noktalarında ortaklaşır. Teklik, asimilasyon.
1000 yıllık Osmanlı tarihinde sınır boylarına Türk kökenli beyliklerle oluşturulan Osmanlı kemeri bugün hala ülkede ve dünyada kullanılan bir yöntemdir. 1. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı sınırında yaşayan Türk kökenli topluluklar 1915 yılında başlayan gayrimüslimlerden kalan mallara yerleştirilmiş ve bu mallar bunlara verilerek ülkeye getirilmeye başlanmıştır. 1934’te İskan (Muhacir) kanunu ile kalan gruplar ülkeye getirilmiş ve gayrimüslimler de ülkelerine dönmüştür. Gelenlere arazi, ev gibi destekler sunulmuştur. İlk toplu konut uygulamaları bu gelen kişilere yapılmıştır. Bulgar ve Afganlar, Kürt illerinde bilinen ilk gruplar olup iskan evleri adı altında yapılan toplu konut ikametçileridir.
2 grup Kürt illerinde yaşayan Kürtlerin sürgünüdür. Bu göçertme ile yerlerinden yurtlarından edilenlerin yapılan toplu konutlara yerleştirilmeleri planlanmıştır. Günümüzde de hala bu konutlara borçlanma yöntemi ile sahip olunur. Mahalle ya da köy oluşturmayacak bir yoğunlukta ülkenin batı illerine göçertme-sürgün gibi yöntemler kullanılmıştır.
2. Dönem; 1950’li yıllarda başlar ve bu dönem Türkiye, NATO ve ABD ilişkilerinin etkisi çok nettir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de emek hareketlerinin güçlendiği, sistemi zora koştuğu bir dönemdir. Sanayi kentlerini 200 yıl sonra kurabilen bir ülkenin ucuz işgücüne ihtiyacı vardı. Tabi bu süreci örmek adına SSCB’nin reel sosyalist temelde tarımda etkin olan kolhoz ve sovhoz gibi tarım kooperatifçiliğin başarısına karşı ABD emperyalist olarak Marshal Planı’nı yaşama geçirir. ABD kendi yandaş ve yanlısı olan tüm ülkelerde bu planı harekete geçirir ve Türkiye’de de tarımsal alanda makinalaşma desteği sunar. Traktör ve diğer ekipmanlar tarımdan artan ciddi bir işgücü açığa çıkarır. Türkiye de boşa düşen işgücünü sanayi kentlerine, en çok da İstanbul’a kaydırması gerekecektir. Böylece kırdan göç ve ucuz işgücü ile endüstriyel sanayi politikaları daha güçlü beslenecektir. İstanbul gibi sanayi kentleri, gelen göç dalgasına karşı yeni bir toplu konut hamlesine başladı, yetmediği noktalarda gecekondu yapılaşmasının önü açılarak yeni yerleşimcilere alan açılmıştır.
1950’lerdeki tek parsel, tek ev, tek tapu anlayışı 1954’te değişip kat irtifakı canavarına dönüşünce reelde de yap-satçısını yaratmıştır. Her arz kendi talebini yaratır ilkesi Türkiye’de tam da bununla başlar. O günden günümüze geçiş süreçleri farklı olsa da hala yaşayan bir gerçeklik olarak yap-sat; kalitesiz, çok katlı, ucuz ve kaygısız yapılar yapmaya devam eder. Birçok yaşamı, yaşam alanını bitiren bir anlayış olarak yap-sat bu dönemin ürünüdür. Sosyal, ekolojik ve toplumsal kaygıdan uzak bu anlayış sistemce üretilmiştir.
3. Dönem; 1980 ve sonrası ABD anlayışının tamamen hükmettiği bir politikaya sahip iktidar ve onun politikalarının yaşam bulduğu bir süreçtir. Liberalizme geçişin ön çalışmalarına sahne olur; sosyal konut üretecek olan bir kurum için kanun çıkarmak: toplu konut kanunu. Konut yapılaşmalarında ortalama 76 m² olan ölçekli evlere kredi veren bir kredi sistemi devreye konulmuştur. Lüks konut yerine sömürü temelinde çalışmaların daha sahici olmasına yönelik kredi meselesi ile sorunu çözme yaklaşımı gösterir.
Bu arada liberal olan 80 sonrası politikalar; toplumsal vicdan ve ahlaktan yoksun bireyleri öne çıkarır ve böylece her koyun kendi bacağından asılır, babamı tanımam gibi bencil-aciz vicdansızlığın öne çıkmasının kökenidir.
Türkiye’de yüz yıllık deneyime sahip olan toplu konut uygulamaları; Tekçi-güvenlikçi bir ulus devletin inşasını, aşırı kâr için daha fazla sömürüyü ve endüstriyel inşaat sermayesini endüstriyel ölçekte besleyen bir yapılaşma modelidir. Osmanlı kemeri, Arap kemeri derken çatışmalı süreçlerle yıkılan sınır kentlerine yapılan toplu konutların kimler ve ne için yapıldığı aşikardır. Ve tarih tekerrürden ibarettiri sağlama çalışmasıdır.