O zamanlar henüz çiçeği burnunda bir gazeteciyim. Sabah işe geç kalmamanın telaşıyla evden paldır küldür çıktım. Kocamustafapaşa’dan 35C’yi beklerken, bir an önce çalıştığım yer olan Taksim’e gidip haber sitelerine bakarak; ülkede ve dünyada ne olup bitiyorun kaygısı içindeyim.
Sene 2011. Akıllı telefonların yeni yeni popüler olmaya başladığı zamanlar… Haliyle şimdiki gibi telefonlarımızdan haberleri anı anına takip edemediğimiz bir dönem.
Otobüsten inip Taksim’deki çalışma yerime geçtim. Çalışma arkadaşlarımdan biri erkenden gelip bilgisayar başına oturmuştu bile. Hüzün vardı yüzünde. Yine ülkede bir şeylerin olduğunu o an anladım. Ne oldu diye sorduğumda, “Hasip Kaplan, twitterda Uludere’de köylülerin bombalandığını duyurmuş” dedi.
Tabi, haliyle ana akımda çalışanlar olarak bu haberi siteye girip girmeme konusunda tereddüt ettik. Evet sitenin editörlüğünü biz yapıyorduk ama ciddi bir “iddia” vardı. Bu olayı siteye haber olarak girmek demek, kovulmayı, azar işitmeyi de göze almak demekti. Çünkü, haberi ve fotoları da servis eden 2016 yılında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Dicle Haber Ajansı (DİHA) idi. DİHA’yı referans göstererek köylülerin bombalanma haberini geçmek biraz da risk almaktı.
İşte o zaman bir gazeteci olarak Kürt basınında çalışmaya karar verdim. Çünkü, 33 köylünün ya da ana akımın tabiriyle “kaçakçıların” F 16 ile bombalanması bir haber değeri taşımıyordu ta ki hükümet yetkilileri açıklama yapana kadar. Merkez medya, katledilen Kürtleri görmek istememişti. Medya, akşam saatlerine kadar 3 maymunu oynamayı sürdürmüştü. Tabi o dönem ana akımda çalışıp da kovulma pahasına bu gerçeği haber olarak servis eden gazetecileri tenzih ederek söylüyorum.
Birçok Kürt gazetecinin kırılma noktasıdır Roboski Katliamı. Benim de kırılma noktalarımdan, gelecekte nasıl bir gazeteci olmak istememi sorgulayan bir olaydı Roboski. Katliamı gerekçelendiren, ellerinde “terörist” diye bir kanıt olmadığı için “ama onlar kaçakçıydı” sözleriyle vicdanlarını rahatlatmaya çalışanlar…
Bugün Roboski’nin üzerinden 8 yıl geçti. Hala hesabının sorulmadığını bir kenara bırakalım, katliamın olduğu zaman, KCK adı altında Kürt basın çalışanlarına operasyon yapıldığı günlerdi. Kürt gazetecileri demir parmaklıklar ardına hapsederek Kürt illerinde yaşananları gizlemeyi düşünenler maalesef başaramadı.
Sokağa çıkma yasakları döneminde Cizre, Sur, Nusaybin, Yüksekova’da Kürtleri diri diri yakan, kadınların çıplak bedenlerini göstermeyi “yiğitlik” sanan, çocuğu öldürmeyi “kahramanlık” olarak algılayan zihniyet, gerçekleri görmemizi engelleyemedi.