Batı Asya’nın kadim devleti İran, General Kasım Süleymani suikastı ile sarsıldı. Bu sarsıntının Ortadoğu ve Asya coğrafyasında yaratmak üzere olduğu artçı depremin şiddeti bütün dünya için kaygı konusu.
Merak edilen bir konu, ABD yönetiminin bu suikastı yapma cüretini gösterme nedenleri. İlk akla gelen, Trump’ın azil süreci içinde sarsılan prestijini yeniden toparlama ve 2020 Kasım ayında gerçekleşecek başkanlık seçimleri için elini yükseltme hamlesi olduğu yönünde.
Bu ‘taktik’ sebep, hiç kuşkusuz doğru fakat ‘stratejik’ anlamda geri tepme riski taşıyor. Büyük bir İran karşı saldırısı ya da İran yanlısı gruplar tarafından gerçekleştirilecek intikam saldırıları ABD’nin bölgedeki varlığını ve çıkarlarını tehlikeye atarak İran’ın itibarını yükseltme sonucunu doğurabilir. Öte yandan General Kasım’ın öldürülüşü IŞİD karşıtı mücadeleye darbe vurmuş oluyor ve onun yokluğunda IŞİD yeniden güçlenerek ABD hedeflerine saldırabilir.
Taktik kazançlar karşısında göz önüne alınması gereken bu risklerin Pentagon ve Beyaz Saray tarafından bilinmediği düşünülemez. O halde Süleymani suikastının sembolik anlamı ve stratejik önemi, oldukça ağır olmalı. Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani’nin, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de artan İran etkisini tanımlayan “Şii hilali” konseptinin mimarı ve başlıca uygulayıcısı olduğu biliniyor. Irak’ta ABD işgali sonrası oluşan Şii ağırlıklı yönetim içinde etkili olduğu, özellikle IŞİD’in ilerleyişi karşısında kurduğu Haşdi Şabi birliklerinin belirleyici rol oynadığı ortada. Suriye’de ise Lübnan menşeli Hizbullah güçlerinin Baas rejimi ordusu yanında iç savaşa katılarak dengeleri değiştirmesi sürecinde Süleymani’nin rolü önemli. ABD yönetimi, İran’ın artan etkisinden ve onunla birlikte Rusya’nın bölgede artan ağırlığından açıkça rahatsızlık duyuyor. Kasım Süleymani’nin ortadan kaldırılışı, Şii hilalinin lokomotifinde ölümcül bir arıza yaratacaktır; beklenti bu.
Ama bu ölümcül arıza, özellikle Irak’ta ABD varlığına karşı duruşu güçlendirmek yanında, Şii-Sünni ekseninde yeni bir iç çatışma, şiddet ve istikrarsızlık sürecinin de tetikleyicisi olma potansiyeli taşıyor. ABD sözcülerinin iddia ettiği üzere dünya Süleymani’den sonra daha güvenlikli bir gezegen haline gelmiş olmuyor. ABD, bölgeye 3500 kişilik yeni asker sevkiyatı yaparken, bütün yurttaşlarına Irak’ı terk etme uyarısı yapıyor. Bunlar, pek de güvenli bir ortam yaratılmış olmadığını gösteriyor. Ve yakın geçmiş bize gösterdi ki Irak’ta başlayan orada kalmıyor; Ortadoğu coğrafyasına yayılıyor.
General Süleymani suikastı, dış ve iç basında İran’ın 11 Eylül’ü olarak değerlendiriliyor. ABD’nin İran’a açık savaş ilanı olduğu yorumu yapılıyor. Ayrıca bu suikastın Rusya ve hatta Çin’i de İran yanında çatışmaya çekme anlamında bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı olduğu söyleniyor. Bu anlamda, “İran’ın Pearl Harbor’ı” nitelemesi daha uygun görünüyor.
Bu yorumların hepsi doğru olmakla birlikte Ortadoğu’nun rakiplerin birbirini dövdüğü büyük bir boks ringi olmanın ötesinde bir satranç tahtası olduğu unutulmamalı. Ve Persler iyi satranç oyuncularıdır. Trump’ın suikast sonrası attığı tweet mesajı böyle yorumlanabilir: “İran hiçbir savaşı kazanamadı ama hiçbir müzakereyi de kaybetmedi.”
İran’ın bölge coğrafyası içinde yayılması, askeri güçten çok stratejik yeteneğin sonucudur. Süleymani suikastı, ilk elde ülke içinde aylardır sürmekte olan protesto gösterilerinin yerini ABD karşıtı mitinglere bırakması sonucunu getirmiş bulunuyor. Milli birlik ve beka söylemi içinde İran devleti içte güç kazanırken, dışarıda da mazlum retoriği ile bir koz kazanmış olacaktır. Bu nedenle, Süleymani suikastına İran devletinin tepkisi, savaş senaryolarını boşa çıkarabilir. İran, vezirini feda etmiş bir satranç ustası olarak herkesi şaşırtacak hamlelerde bulunabilir.
Ortadoğu coğrafyasında yeni yıl ile birlikte kopan bu sarsıntı, Türkiye açısından tehlike arz ediyor. Bölgesel ya da küresel bir sıcak çatışma içinde taraf olmak zorunda kalınabilir. Ayrıca, Türkiye sınırları içinde potansiyel ABD hedefleri ziyadesiyle mevcut ve gerek İran istihbaratının gerekse de IŞİD ve benzeri cihatçı grupların ülke içinde cirit atmakta olduğu herkesin malumu. Türkiye toplumu, Ortadoğu’nun bir parçası olduğunu yakın geçmişte daha çok hissetti; artan biçimde hissetmeye devam edecek.