Şilan Bingöl
Anna Karina, “Ne yapayım şimdi ben, yapacak bir şey yokken.. Ne yapayım şimdi ben, yapacak bir şey yokken…” diyerek, sahilde taş sektire sektire, güneşin altında bir şeyler yazmaya çalışan Jean-Paul Belmondo’ya yaklaşır. Belmondo ona, “Sussana, bir şeyler yazmaya calışıyorum” diye çıkışır. Ardından Anna’ya, yazdıklarını okumaya başlar. Bir süre sonra ise ona döner ve “Neden böyle üzgün görünüyorsun?” diye sorar. Anna, Belmondo’ya şu unutulmaz replikle karşılık verir: “Çünkü sen bana kelimelerle konuşuyorsun ama ben sana hislerimle bakıyorum.” Daha sonra ise sahilde taş sektirmeye devam ederek oradan uzaklaşır. Çılgın Pierrot (Pierre Le Fou) filmindeki bu ünlü sahne, şüphesiz Anna’nın şiirsel oyunculuğunu gözler önüne seren sahnelerden sadece bir tanesidir. Onun, Fransız Yeni Dalga’nın (La Nouvelle Vague) ikonik ismi olmasının sebeplerinden biri, oynadığı filmlere bütünüyle damga vurmasının yanı sıra, her birini unutulmaz kılan böylesi sahnelerin de kahramanı oluşudur. Pierrot Le Fou’daki bu meşhur replik, yönetmen Jean-Luc Godard sahneyi anlatırken, Anna’nın gerçekten tekrarladığı cümlelerdir: “Ne yapayım şimdi ben, yapacak bir şey yokken”. Godard bunları duyunca, tam olarak bu cümleleri söyleyerek sahilde yürümesini ister Anna’dan. Buradan anlaşılacağı üzere Anna, doğallığı ve şiirsel gerçekliğiyle, bu sahneleri ve dolayısıyla bu filmleri birer başyapıt haline getirir. Örneğin, ‘Hayatını yaşamak’ta (Vivre Sa Vie), sinemada geçen, Jeanne d’Arc’ın Çilesi’ni seyrederken, filmin oyuncusuyla karşılıklı karelerde ağladığı sahne; ‘Çete’de (Bande à Part)’ dans ettiği sahne gibi. Anna’nın hayat verdiği karakterlerin unutulmaz diyalogları vardır bir de. Sadece onun ağzından çıktığı için, onun sade ve şiirsel oyunculuğuyla birleştiği için, bu diyaloglar böylesi çarpıcı bir hal alır.
‘Sanki dans ediyor gibi’
Anna, gökyüzünü andıran kocaman mavi/gri gözleri, yürüyüşü, konuşması ve yetenekleriyle birçok kişinin dikkatini ilk anda çekebilmektedir. On dört yaşındayken ilk olarak “La fille avec ses chaussures” adlı kısa metraj filmde oynar. Filmin yönetmeni Ib Schmedes, neden o kadar kişi arasından başka birini değil de onu seçtiğini, Anna’nın annesine şöyle izah eder: “Biliyor musunuz, yürüdüğü zaman sanki dans ediyor gibi”. Nitekim on yedi yaşında Danimarka’dan Paris’e taşındıktan sonra reklam filmlerinde oynamaya başlayan Anna, JeanLuc Godard’ın da dikkatini çeker. Godard, ona sinema tarihinin unutulmaz filmlerinden, ‘Serseri Aşıklar’da (A Bout De Souffle), küçük bir rolde oynaması için teklifte bulunur. Fakat Anna, bunu redder. Kısa bir süre sonra ise, yeni çekeceği politik filminin başrol oyunculuğu için ona yeniden teklifte bulunur. Böylece Anna, 1960 yılında Godard’ın, Cezayir Savaşı’na yönelik yaptığı ve gaulist sansür sebebiyle 1963 yılına kadar yasaklanan, ‘Küçük Asker’ (Le Petit Soldat) filminde başrol oyuncusu olarak karşımıza çıkar. Daha sonra ise yine Godard’ın Fransız Yeni Dalga akımına damga vurmuş ‘Kadın kadındır’ (Une Femme Est Une Femme), ‘Hayatını yaşamak’ (Vivre Sa Vie), ‘Çete’ (Bande à Part), ‘Alphaville’ ve ‘Çılgın Pierrot’ (Pierrot Le Fou) filmlerini, o sade ve şiirsel oyunculugu ile unutulmazlar arasına koymayı başarır. Godard dışında, Luchino Visconti, Jacques Rivette, Joseph Strick, George Cukor, Tony Richardson, R.W. Fassbinder ve Michel Deville gibi önemli yönetmenlerle de çalışır. Böylece, özellikle 1960’lı yıllara, filmleriyle damga vurur Anna. Yönetmenlik kariyerine ise 1973 yılında çektiği, ‘Beraber yaşamak’la (Vivre Ensemble) başlar. Yönetmeni ve yapımcısı olduğu bu ilk filminin ayrıca senaryosu ve müziği de kendisine aittir.
‘Macera benim için…’
O, tüm bunların dışında, şarkıcı ve yazardır da aynı zamanda. Dans etmek küçüklüğünden itibaren en büyük tutkularından bir tanesidir. Şöyle der bir röportajında: “Doğrusu küçüklüğümden itibaren hep dans ettim, şarkı söyledim. Bana ilerde ne yapmak istediğimi sorduklarında ‘maceraperest’ cevabını verirdim. Çok naif. Dört-beş yaşlarındaymışım! Bunu nereden duyduğumu bilmiyorum. Macera benim için, dans etmek ve şarkı söylemekti, ve kamusal alanlarda oynamak, Molière gibi biraz!” Anna’nın dansa ve müziğe olan tutkusunu, özellikle Godard filmlerinde görmemiz mümkündür. O, bu yeteneklerini oynadığı rollerle öylesine güzel harmanlar ki, bu yüzden onun filmlerini seyretmek inanılmaz bir zevktir. “Henüz bir buçuk yaşındayken Lili Marleen’i söylüyordum” der müziğe olan tutkusunu anlatırken. Anna, büyük bir Edith Piaf, Charles Trenet, Marie Dubas hayranıdır. Üstelik Fransızca’yı öğrenmesinde sinema kadar bu kişilere duyduğu hayranlığın da rolü büyüktür. Bu tutkusu sayesinde, ilerde müzik alanında da unutulmaz işlere imza atacaktır. Serge Gainsbourg tarafında yazılan ve Anna’nın 1967’de seslendirdiği ‘Tam olarak güneşin altında’ (Sous Le Soleil Exactement), dönemin unutulmaz şarkılarından bir tanesidir. 2000 yılında ise, ‘Bir aşk hikayesi’ (Une Histoire D’amour) albümünü çıkarır.
‘Kelimeler fısıltıya dönüşüyordu’
Anna ayrıca dört tane roman yazar. Fransızca’yı sinema ve müzikle öğrenir, eşsiz dil kullanımını yazarlık alanında ispatlar. 1998’de Anna’nın ‘Jusqu’au bout du hasard’ romanına sonsöz yazan, Nobel ödüllü Fransız roman yazarı Patrick Modiano, Anna’dan şu sözlerle bahseder: “18 yaşımdayken Anna’yı dinleğim zaman, onun argo kelimeleri yumuşak bir fısıltıya dönüştürme yeteneğinden büyülendim”. Oyuncu Anna Karina, asıl adıyla Hanne Karin Bayer 14 Aralık’ta, 79 yaşında aramızdan ayrıldı. Onun, bu dünyada bıraktığı izi kelimelerle anlatmak, yetersiz olacaktır. En iyisi herhangi bir filmini açıp seyretmek ve onunla aynı dönemde yaşayabildiğimiz için şükretmek.
*Bu yazıda Anna Karina’nın La Cinémathèque Française’de yayımlanan röportajından ve France Culture sitesinden yararlanılmıştır