Her fırsatta birbirlerini ‘terörist’ olarak tanımlayan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile İran arasında yeni bir gerilimin kapısı aralandı
Umut Aydın
ABD’nin 2 Ocak’ta Irak’ın başkenti Bağdat havaalanı yolu üzerinde düzenlendiği hava saldırısında İran Devrim Muhafızları’nın dış operasyonlarını yöneten Kudüs Güçleri’nin komutanı Kasım Süleymani ile İran yanlısı Iraklı milis gücü Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi El Mühendis’in öldürülmesiyle, ABD ve İran arasındaki gerilim tırmandı. ABD, 3 Ocak’ta ise Bağdat’ın kuzeyinde Haşdi Şabi’ye bağlı İmam Ali Ketibeleri, yine Irak ve Suriye’de Haşdi Şabi’nin birçok grubunu hedef alan saldırılar düzenledi.
ABD’den gelen ilk açıklamalarda; İran’la bir savaştan yana olunmadığı iddia edilerek, “Bir savaşı sonlandırmak adına hareket ettik. Savaşa başlamak amacıyla hareket etmedik” denildi. İran yönetimi ise “Karşılık vereceğiz, intikam alacağız” açıklamaları yaptı.
Ortadoğu’da yeni bir savaşın fitilinin ateşlenip ateşlenmeyeceği konusunda tarafların hamleleri bekleniyor.
İki ülke arasındaki ilişkilerin kırılması noktası 1979’da Humeyni’nin iktidara gelişiyle birlikte 444 gün süren ABD’nin Tahran elçiliğindeki rehine krizi olarak biliniyor. Bu tarihten sonra ABD Ortadoğu’da İran’ın nüfusunu azaltmak için hamleler yaptı. İran rejimi ise ABD karşıtlığı üzerinden bölgede politikalar yürüttü.
Üçüncü Dünya Savaşı’nın mekanı Ortadoğu’da yeni gelişmeler yaşanması beklenirken gerilimin merkezindeki iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihsel boyutuna bir göz atmakta fayda var.
19’uncu yüzyıldan bu yana sıkı ilişkiler
İran ve ABD arasındaki siyasi ilişkiler 19’uncu yüzyıl ortasında başladı. Çünkü o zaman İran’ın asıl iki büyük düşmanı Ruslar ve İngilizlerdi. Tarihte geniş coğrafyalara hükmetmiş Persler, son imparatorlukları Safeviler’in 1760’da iç iktidar çekişmeleriyle yıkılmasıyla tarihin en zayıf dönemini yaşıyordu. Bu dönem Persler topraklarının önemli bir kısmını 1804-1813 ve 1826-1828 savaşlarıyla Çarlık Rusya’sına kaptırdı.
İngiltere, sömürgesi Hindistan güzergâhı üzerinde bulunan İran’ı zayıflatmak için bu dönem Rusya’ya destek verdi. 1856-1857 savaşıyla İngilizler, İran’ı yarı sömürgesi durumuna getirdi. Ekonomik sömürü düzeni kuruldu ve tütünden telgraf hatlarına ve nihayetinde petrole kadar her şey İngilizlerin tekeline geçti.
İran’ı İngiliz ve Rusların cendereye aldığı dönemde ABD, yeni bir güç olarak bölgeye girdi. Persler iki ‘düşman güce’ karşı kapılarını Amerikalılara sonuna kadar açtı. Amerikalı misyonerler bu dönemde; yüzlerce okul, ilk hastane ve tıp fakültesini açtı. Amerika ve İran ekonomik ve siyasi ilişkilerini etkinleştirmeye başladı.
1911 ve 1922’de devlet maliyesi “Ölüm döşeğindeki hastayı kurtaracak son doktor” sıfatıyla Amerikalı bürokratlara emanet edildi.
Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı döneminde de İran için birincil müttefik ABD oldu. Sovyetler Birliği döneminde; Mısır, Suriye ve Libya’nın bu ülke ile iyi ilişkileri tarihsel çelişkisi nedeniyle İran’ı, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiki haline getirdi.
1950’den bu yana
İki ülkenin ilişkilerine 1950’lerden günümüze seyrine kısa başlıklarla göz atalım:
1953: ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA), İngiliz istihbaratı ile koordineli olarak İran Başbakanı Muhammed Musaddık’ı devirdi. Demokratik seçimlerin ardından iktidara gelen Musaddık’ın darbeci subaylar tarafından devrilmesinin ardından otoriter yönetimiyle bilinen ABD yanlısı Şah Rıza Pehlevi göreve getirildi.
ABD’de 2000 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, yaptığı bir konuşmada, ülkesinin demokratik olarak seçilmiş Başbakan Musaddık’ın darbeyle devrilmesindeki rolünden dolayı özür diledi. Ancak İran rejimi söz konusu özür konuşmasını kınamakla yetindi.
1957: Şah Rıza Pehlevi yönetimindeki İran, Washington’la 5 Mart 1957’de “Barış için Atom” politikası kapsamında sivil amaçlı atom enerjisi kullanımına ilişkin nükleer anlaşma imzaladı.
1979: Pehlevi döneminin son başbakanı Şahpur Bahtiyar, 29 Ocak 1979’da yaptığı açıklama ile ABD ile yapılan 6.2 milyar dolar değerindeki 2 nükleer santralın anlaşmasını iptal ettiğini duyurdu. Bahtiyar’ın görevi, bu açıklamadan 13 gün sonra sona erdi. Eski başbakan daha sonra Paris’te kaldığı evde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti.
1979: İran’da 1960 ve 1970’ler, toplumsal muhalefetin Şah Rıza Pehlevi’nin ülke kaynaklarını dış güçlerin denetimine sokmasına karşı eylemlerine sahne oldu. Sosyalist, liberal ve İslamcılar ortak bir noktada buluşarak, devrimin zeminini hazırladı.
Ancak Şubat 1979’da İslamcılar muhalefet güçlerini bastırarak, iktidarı tek başına ele geçirdi. 1 Şubat 1979’da Humeyni’nin İran’a dönüşü ve ABD yanlısı Rıza Şah Pehlevi’nin ülkeyi terk edişi ile ülkede iktidar el değiştirdi.
‘İran İslam Devrimi’ adıyla mollalar, dini referanslı otokratik bir yönetim oluşturdu. Ortadoğu’da dengeleri köklü bir biçimde değiştiren süreç bundan sonra başladı. İran molla rejimi içte ve dışta siyasetini ABD karşıtlığı üzerine kurdu.
1979 – 1981: 4 Kasım 1979’da ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’ni basan rejim destekli İranlı öğrenciler, 52 diplomatı rehin aldı.
Başkan Ronald Reagan ile İran arasında görüşmeler yapıldı. ABD, baskıyı arttırmak için İran’dan petrol ithalatını askıya aldı ve İran’a ait milyarlarca dolar donduruldu.
Modern tarihin en uzun süreli diplomatik rehine krizi olarak kayıtlara geçen hadisede ABD’li diplomatlar, Cezayir Anlaşması kapsamında 444 gün sonra, 20 Ocak 1981’de serbest bırakıldı.
Washington, diplomatların serbest bırakılması karşılığında İran siyasetine müdahale etmeme sözü verdi.
1985 -1986: ABD, Lübnan merkezli, İran yanlısı Hizbullah tarafından kaçırılan Amerikalı rehineleri kurtarmak için İran’la karmaşık bir anlaşma çerçevesinde gizli görüşmeler gerçekleştirdi.
Anlaşma, İsrail üzerinden Amerikan yapımı tanksavar füzeleri, F-14 savaş uçağı yedek parçaları ve diğer silahların teslimatına karşılık İran’ın Hizbullah üzerindeki nüfuzunu kullanarak ABD’li rehineleri serbest bıraktırmasını içeriyordu.
Ayrıca ABD’nin talebiyle İran’ın Nikaragua’daki anti-Komünist (Kontra) gerillalara para göndermesi istendi. Washington – Tahran hattındaki 3 yönlü gizli anlaşma ortaya çıktı. Başkan Ronald Reagan zor durumda kaldı. Reagan önce reddettiği anlaşmayı daha sonra televizyonda kabul etmek zorunda kaldı. İran, ABD’yi masaya oturtmak için Hizbullah’ı kullanarak adam kaçırmakla suçlandı.
1980-1988: İran – Irak Savaşı, 22 Eylül 1980’de Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın, komşusu İran’ın Abadan ve Hürremşehr kentlerine saldırmasıyla patlak verdi. Sekiz yıl süren, galibi olmayan ve en az 1 milyon insanın hayatını kaybettiği savaş boyunca ABD, İran’a karşı Irak’ın yanında yer aldı. İsrail ise İran’ı destekledi. Savaşta Suriye ve Libya hariç tüm Arap ülkeleri Irak’ın yanında yer aldı.
ABD’nin desteğini arkasına alan Saddam, Sovyetler Birliği’ne yakınlaşan Humeyni’nin “Dünya mazlumları istibdat ve diktatörlüğe karşı ayaklanmalıdır” sloganının tehlike arz ettiğini ve İran’ın devrimini Irak’a da ihraç etme niyetinde olduğu tezini savundu. İran’ın bu amaçla Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de de İslami Cihad gibi örgütlerin kurulmasına öncülük ettiğini dile getirdi.
1988: Amerikan savaş gemileri, Basra Körfezi’nde İran’a ait bir fırkateyni batırdı. Ayrıca ABD, Hürmüz Boğazı yakınlarındaki iki İran petrol platformunu bombaladı. Misillemede bulunan İran, ABD’ye ait USS Samuel B. Roberts fırkateynine mayın saldırısı ile karşılık verdi.
Birkaç ay sonra ABD Donanması, 290 kişinin bulunduğu bir İran yolcu uçağını düşürdü. ABD hükümeti, uçağın savaş jeti olarak yanlış anlaşıldığını bildirdi ancak özür dilemeyi reddetti.
2003: George Bush yönetimindeki ABD, kimyasal silahlara sahip olduğu iddiasıyla Irak’a savaş açtı. Tahran yönetimi, ezeli düşmanı Saddam’ın görevden uzaklaştırılması için sessiz kalarak ABD’ye dolaylı destek verdi. Ancak nüfusunun yüzde 60’ı Şii olan ülkede, Tahran ile Washington arasında savaşın başından bu yana nüfuz çatışması yaşanıyor.
2011: Arap Baharı olarak adlandırılan kitlesel halk hareketlerinin Suriye’de başlaması ve kısa süre içerisinde silahlı çatışmaya dönüşmesi ile birlikte İran, bölgede aktif rol aldı. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın en güçlü destekçisi konumundaki İran, müttefiki Rusya gibi doğrudan müdahale etmese de gerek Hizbullah gibi silahlı Şii milis grupları örgütleyerek gerekse lojistik destek sağlayarak savaşın seyrini değiştirdi.
Bu süre zarfında İsrail, İran’la bağlantılı hedeflere sık sık hava saldırıları düzenledi. ABD de İran’ın bu ülkedeki varlığından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
2015: Yönetim karşıtı toplumsal halk hareketlerinin isyana, ardından iç savaşa dönüştüğü bir başka ülke olan Yemen’de de İran ile ABD karşıt cephelerde yer alıyor. Washington, Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu’nu desteklerken İran, başkent Sana dahil önemli büyük kentlerin kontrolünü elinde tutan Şii Husilerin yanında yer alıyor. On binlerce kişinin hayatını kaybettiği, milyonlarca kişinin mülteci durumuna düştüğü savaşta taraflardan herhangi birisi ilerleme sağlayamıyor.
2018: ABD Başkanı Donald Trump, 8 Mayıs 2018’de, eski Başkan Barack Obama döneminde 2015’te İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladı. Trump daha sonra İran’a yönelik enerji sektörünü de içine alan ağır yaptırımları yeniden hayata geçirdi.
2019: ABD Başkanı Trump, nisan ayında İran Devrim Muhafızları Ordusu’nu terör örgütü olarak tanıdığını duyurdu. Bu kararın hemen ardından İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nı (CENTCOM) terör örgütleri listesine aldı.
2020: ABD füzeleri İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Heyeti Başkan Yardımcısı Mehdi el Mühendis’i Irak’ın başkenti Bağdat’ta vurdu.
Vekalet savaşları sürüyor
İran 1979’dan bu yana mevcut yönetiminin varoluş felsefesini ABD karşıtlığı üzerine bina etti. Washington’la yaşanan her gerilimin molla rejiminin işine yaradığı tartışmasız bir gerçek oldu.
Rusya ile paralel bir siyaset izleyen İran yönetimi, Yemen’den Suriye’ye, Körfez’den Filistin, Lübnan Irak ve Afganistan’a kadar birçok noktada ABD karşıtı vekalet savaşı veriyor. Aslında İran-ABD geriliminde devletler ve zenginler kazanıyor, halklar ise kaybediyor.
Bu gerilimden ABD’de petrol zengini körfez ülkelerine silah satarak kazanç sağlıyor. Ancak; Bağdat’taki son suikastları iki ülke arasında kontrollü olarak yürütülen gerilim stratejisinin en üst noktası olduğunu söylemek abartı olmaz.
İran’ın ülkenin sembolü haline gelen Süleymani gibi birinin öldürülmesine karşı misillemede bulunması yüksek ihtimal olarak görülüyor.
ABD ve İran arasında birinci dereceden savaş sahasına dönüşen Irak’ın ise geleceğinde de benzer hamleler öngörülebilir.
İran ve ABD gerginliğinin artması Irak’taki farklı etnik ve dini gruplara da yansıyacak gibi görünüyor.
*Bu analiz ANHA’dan alınmıştır