Güney Afrika’da apartheid sonrası dönemde yapılan bir espriymiş: “Rejim yıkıldıktan sonra apartheid fikrini destekleyen tek bir Afrikaner bulunmaz oldu.” Beyazların siyahlar üzerinde mutlak üstünlüğüne dayanan ırkçı apartheid rejimi 1948’de, yani Nazizm yenilgiye uğratılıp Hitler tarihin çöplüğüne atıldıktan sadece üç yıl sonra tüm dünyanın gözü önünde kurulmuş ve 1990’ların başına kadar 40 yıldan fazla hüküm sürmüştü. Tüm istibdat rejimleri gibi, bu süre boyunca sağlam bir taban desteği olmadan ayakta durmasına imkan yoktu elbette. Ama işte, uzun bir mücadele sonucu rejim yıkılınca bu ‘taban’ bir anda buharlaşıp yok olmuştu!
Güney Afrika’daki ‘beyazlık halleri’ üzerine araştırmalar yapan Melissa Steyn’in apartheid rejimine sessiz kalan sıradan Afrikanerlerin tavrını tarif etmek için kullandığı bir kavram: “Ignorance contract” yani bilgisizlik/cehalet sözleşmesi.
Zora dayalı rejimler, egemen sınıfların gizli ya da açık işbirliği dışında, sıradan vatandaşın suskunluğuna ihtiyaç duyar. Bilgisizlik sözleşmesi, sessiz çoğunluğun (bazen azınlığın) gönüllü körlüğüne dayalı yazılı olmayan bir mutabakattır. Zulme aktif katılımımızı gerektirmez, itaat etmenizi yani itaatsizlik yapmamanızı talep eder sadece; olup bitenleri duymamış, görmemiş gibi yapmanız kâfidir. Karşılığında işlemeye devam eden düzenin tüm avantajlarından nemalanır, susturulmuş vicdanın rahatlığıyla yaşayıp gidersiniz. Sözleşme kuralları o kadar da katı değildir, belli sınırlar içinde arada muhaliflik bile yapabilirsiniz. İsrail’de yaşayıp işgal ekonomisinden sonuna kadar faydalanan, öte yandan aynı devletin ezdiği Filistinlilerin durumuna üzülen ‘solcu bir muhalif’ ile ordunun başındaki generali aynı çatı altında buluşturacak kadar geniştir, bilgisizlik sözleşmesinin kapsamı.
Barış Ünlü’nün “Türklük Sözleşmesi” kitabında sıkça referans verdiği ve muhtemelen kitabının ismini de esinlendiği Steyn’in bu kavramının, seviye ve kapsam muhtelif olmakla birlikte bütün baskı rejimleri için geçerli olduğu söylenebilir. Askeri diktatörlüklerin bile istediği kadar zora dayalı olsun veya arkasında emperyal güçler, istihbarat örgütleri, medya kartelleri vs. bulunsun, kitleyle böyle bir mutabakatı olmadan uzun ömürlü olması mümkün değildir. Fakat bir gün gelir, nice bedeller ödeyerek direnmeye devam edenler sayesinde o rejimlerin kendisi gibi dayandıkları karanlık sözleşme de tuzla buz olur.
Tarihin en kanlı darbelerinden birini yapan Augusto Pinochet’yi 17 yıl boyunca iktidarda tutan tanklar tüfekler değil bu sessiz mutabakattır. Pinochet’yi yaşamının son yıllarında adaletin önüne çıkaran yargıç Juan Guzmán’ın öyküsü bu anlamda ibret vericidir. “Yargıç ve General” (The Judge and the General, 2008) adlı belgeselde, devletin sadık kullarından olan bir hukukçunun, davayı üstlendikten sonra nasıl bir değişim geçirdiğini izleriz. Orta üst sınıfa mensup askeri geçmişe sahip bir aileden gelmiş, iyi şartlarda yetişip hukuk okumuş, yüksek lisansını Paris’te yapmış bir burjuva çocuğudur. 1973’te çiçeği burnunda bir yargı mensubuyken darbe haberi geldiğinde evlerinde kutlama yapıldığını anlatır filmin başında.
1998’de insan hakları savunucularının Pinochet’ye karşı açtırdığı dava kendisine verildiği zaman, avukatlara ve müvekkillerine şöyle denmiş: “Şansınıza küsün, sağcı bir yargıcın eline düştünüz, çok şey beklemeyin.” Nitekim yargıcın, devlet ağzıyla konuştuğu ilk demeçleri umut verici değildir. Derken soruşturma başlayıp derinleştikçe; dosyalar, somut deliller, infaz tanıklıkları önüne geldikçe Guzmán, bunca yıldır hem vatandaş hem de hukukçu olarak gözünü kapadığı gerçeklerle yüzleşir. Toplu mezarları açtırır, okyanusa atılan cesetlerin izini sürer ve sonunda kurbanların safına geçerek Pinochet’yi sanık sandalyesine oturtmayı başarır, arkasından sıra diğer üst düzey yetkililere gelir. Diktatör yargılamanın sonunu beklemeden tahtalı köyü boylar ama ülkenin resmi tarihine bile katliamcı olarak geçer, birçok sorumlunun yargılanmasıyla kurban yakınlarının yüreğine su serpilir ve Şili deneyimi geçmişle yüzleşme konusunda tarihsel bir örnek olur.
Kısacası bilgisizlik sözleşmesinin hükmü, gerçeğin mutlaka ortaya çıkmak şeklinde özetlenen o kötü huyunun zamanlaması ile sınırlıdır. (Bu huy elbette kendi kendine nüksetmez, dişiyle tırnağıyla mücadele edenlerin eliyle olur o iş.) Bu çağda sözleşmeyi uzatmak daha da zordur; çünkü artık olup bitenlerden habersiz/bilgisiz olmak, ahmaklığa denk düşen ciddi bir çaba gerektirir. Ve Almanların bir matematik formülü der ki: Eğer 1 Nazi ile aynı masada oturup ona karşı tek laf etmeyen 10 Alman varsa, masada 11 Nazi var demektir.