Haber kanallarında günlerdir aynı nakaratı duyuyoruz, gazete manşetlerinde aynı klişeyi: Beşik gibi sallanıyoruz… Ne kadar romantik bir dil, ne nükten bir söylem. Ya da acının ve gerçeğin üstüne örtülen ne kadar kalın ve acımasız bir örtü. Acıları ve hakikati sakatlayan bir üslup.
Oysa bu kalıpların dolaşıma sokulduğu günlerde ve devam eden günlerde hala enkaz altında can çekişenler var. Kışın ortasında sokakta kalan, kendisine yapılan yardımlar engellenen ve sesini kimseye duyuramayanlar var. Yıllardır vergi verdiği, askerlik yaptığı, kendisine yüklediği her türlü sorumluluğunu yerine getirdiği ve haliyle kötü günlerinde yanında olmasını beklediği devletin gelip kendisini kurtarmasını bekleyenler var.
İnsanlar devletten görevin yerine getirmesini bekliyor beklemesine ama devletin böyle bir şey olmadığını da en az deprem kadar acı bir tecrübeyle her seferinde yeniden deneyimliyor. Her seferinde o soğuk hakikat yeniden yüzüne çarpıyor. Devletin, topluma yardım eden, toplumsal yaşamını kolaylaştıran ve düzenleyen bir organizasyon olmadığını anlamak için bu toplumun daha ne yaşaması gerekiyor? Hadi “Devlet, yönetenlerin baskı aygıtıdır” söylemini de bir kenara bırakalım. Hadi, “Devlet yönetenler adına elinde bulundurduğu şiddet tekeliyle toplumu terbiye eden bir organizasyondur” söylemine de sığınmayalım. Ama devletin toplum yararına yaralı parmağa “ilaç” sürmediği hakikatini daha ne kadar göz ardı edeceğiz, görmezden geleceğiz.
Kuşkusuz toplum bütün bunları görüyor, yaşıyor, tanık oluyor. Ama hiçbir varlık hele insan gibi karmaşık bir canlı umutsuz yaşayamıyor, yaşayamaz zaten. Kafasında idealleştirdiği, tabulaştırdığı o hayalete güvenmeye ihtiyaç duyuyor. Çünkü devleti çağımız insanının manevi sığınağı haline getirdiler. Çünkü insanın içinde herhangi bir boşluğa yer yok. Alıştırıldıkları nedeniyle içindeki o ideal devleti yıkarsa dünyasının başına yıkılacağı korkusunu yaşıyor. Orayı hayallerle üstelik çoğu zaman sahte hayallerle dolduruyor ki devlet o sahte hayallerin en büyüğü.
Bu sadece biz müzmin muhaliflerin iddiası da değil. Bu hakikati, AKP kabinesinin bir bakanı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, depremden hemen sonra yaptığı “Her şeyi devletten beklemek doğru olmaz, vatandaşlarımız tedbir almalı” açıklamasıyla itiraf etti. Mesele sözün kendisinde değil, dile getiriliş gerekçesinde. Çünkü bu söz bir yönüyle doğruyu bir başka yönüyle ciddi bir itirafı barındırıyor. Dönmez doğru söylüyor; esas olan insanın ve dolayısıyla toplumun kendisidir, hiçbir güç insan yerine onun adına kurtarıcı olamaz. O yüzden insanın öncelikle kendisine güvenmesi, özgücüne dayanması gerekiyor. “Her şeyi devletten beklemeyin” sözü “kendi öz gücünüze güvenin, esas olan sizsiniz” anlamını taşıyorsa anlamlı ve doğrudur.
Fakat burada iktidarın ifade ettiği şey bu gerçeğin tam karşıtıdır. Aslında İktidar devletin toplumun sırtındaki kambur olduğu gerçeğini dile getiriyor. Devletin sadece toplumdan almak için var olduğunu söylüyor. Onlara göre devlet vergi toplamak için var, ceza kesmek için var; cezaevleri yapmak ve muhalifleri oraya doldurmak için var, sokaklarda güç gösterisi yapmak, TOMA’larla her türlü hak talebini bastırmak için var. Devlet toplumları bir birine düşürmek, bir başka topluma savaş açmak, eril zihniyeti büyütmek ve kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmak için var. Yoksa devletin topluma karşı sorumluluklarını yerine getiren bir organizasyon olduğunu düşünmek Dönmez’in de sözlerinden anlaşılacağı gibi ham hayalden ibarettir. Yani aslında devlet olmaması gereken her zaman ve zeminde var ama örneğin kendisine ihtiyaç duyulan deprem gibi, sel gibi doğa afetlerde yok. Salgın hastalıklarda yok. İktidarın “Her şeyi devletten beklemeyin” sözü tam da bu gerçeği ifade ediyor.
Kürtler bu gerçeğin en fazla farkında olan toplumsal kesim. Çünkü devletin en çıplak haliyle onlar yüz yüze. Bu nedenle yıllar önce “Her şeyi devletten beklemiyoruz kendi sorunlarımızı kendimiz çözüyoruz” diyerek öz yönetim tartışması başlattılar. Bunu da herkes için istediler. Ama bugün “Her şeyi devletten beklemeyin” diyen iktidar o gün bu gerçeği dile getiren Kürtlere savaş açtı. Kentlerini başlarına yıktı. Çünkü iktidar devletin sadece terbiye aracı olarak, rant aracı olarak varlığını sürdürmesini istiyor.
O klişe tabirle deprem bizi uyutmak için “beşik gibi” sallamamalı, bizi sallarken kendimize getirmeli. Gözümüzü açmalı. Hakikati bize göstermeli. Depremle sadece yaşam alanlarımızı değil benliğimiz sarsılmalı, bütün hücrelerimiz ve duyargalarımız ayaklanmalı.
İktidar “her şeyi devletten beklemeyin” derken aslında bizi “dua edin ki başınızda bir devlet var” sözüyle terbiye etmeye çalışıyor. Yani topluma “Devlete bu kadar yüklenmeyin, bakın devletten tümüyle mahrum kalırsınız” tehdidinde bulunuyor. İnsan bu tehdide “keşke gerçek” olsaydı diyor. Keşke, devlet hiç olmasaydı. O zaman deprem bu kadar canımızı acıtmaz bu kadar yaşamımızı başımıza yıkmazdı, kimin kime yardım edeceğine iktidar denilen efendiler grubu karar veremezdi.