1950’lerin sonunda ABD’de TV’de yayımlanan “Kameralı Adam” adlı popüler bir polisiye dizi vardı. Charles Bronson’un canlandırdığı, bir tür dedektif gibi çalışıp polislere de yardımcı olan bağımsız bir gazeteci karakterinin etrafında gelişiyordu. İki sezon süren dizinin en son bölümü “Kanguru Mahkeme” (Kangaroo Court) başlığını taşıyordu ve tesadüfe bakın ki, memleketimizin yeni kavuştuğu wikipedia’daki bilgilere göre tam 60 yıl önce bugün (8 Şubat 1960’te) yayınlanmıştı. Youtube’ta var, en azından giriş sahnesini izlemenizi tavsiye ederim.
Fransız Riviera’sında Cannes Film Festivali sırasında geçen bir gerilim hikâyesinin anlatıldığı söz konusu epizod, bir adamın uyduruk bir mahkemede yargılanıp infaz edilme sahnesiyle açılır. Sanık, düşmanla pazarlık yapmakla suçlanmaktadır. Tek delil, kahvede ‘düşman’ sayılan biriyle bir şeyler içerken görülmüş olmasıdır. Oturdukları saatte cafenin tenha olduğu tespit edilmiş ve bu bilgi suç unsurunun oluştuğuna mahkemeyi ikna etmeye yetmiştir. Üç beş cümlelik düzmece bir yargılama sonunda karar sanığın yüzüne okunur: Vatana ihanetten ölüm cezası. Sanık “Şaka mı?” der gibi şaşkınlıkla bakarken, hakim önündeki masada duran tabancayı eline alıp cezanın infazını hemen orada gerçekleştirir!
‘Kanguru mahkemesi’ kavramını bir buçuk dakikada özetleyen absürt ötesi bir sahne. Gelgelelim, hukuk tarihi içinde yerini almış, gerçek hayatta gani gani yaşanmış bir absürtlük bu ve tarih dediğimiz şey bugünden bakınca bazen absürtlükler silsilesi olarak gözükebilir. Kanguru mahkemesi, bilindiği gibi ABD’nin kuruluş yıllarında, önceden verilmiş kararları bir yargı müsameresiyle kurbanlara tebliğ etmek üzere oluşturulmuş sözde mahkemelere yakıştırılan bir isim. Yeni sömürgeleştirilmiş topraklarda kanguru misali oradan oraya koşturan ve duruşma başına ödeme alan seyyar yargıçlar, aldıkları hızlı kararlarla iktidarın işini görüyor, bir yandan da evine ekmek götürüyordu.
Osman Kavala’nın durumunda yargılama o kadar hızlı işlemedi, tam tersine kaplumbağa hızında ilerledi; lakin infaz süreci ta başından, daha suç isnat edilmeden önce başlamıştı bile. (Bu yargısız infazın adına hukuk literatüründe ‘tutukluluk’ deniyor.) Sonra o kaplumbağaya bağlamış yargı, ne olduysa kanguru hızına geçti! AİHM’in ‘derhal serbest bırakılması’ kararının telaşıyla alelacele bir hükme ihtiyaç duyuldu.
Saraylara şenlik bir duruşma, ardından jet hızıyla gelen mütaala ile mahkemenin, iddianame diye önümüze konan berbat senaryonun ciddi ciddi filmini de yapmak istediği anlaşıldı. İddia makamı, onca çürütmeyi, delilsizliği, mantık zorlamalarını ve avukatların hukuk 101 düzeyinde verdiği dersleri yok sayıp prodüksiyona geçmek istiyor, çünkü senaryosuna güveniyor.
Osman Kavala, Mücella Yapıcı ve Yiğit Aksakoğlu için ağırlaştırılmış müebbet istenen 21.5 sayfalık mütaalayı sabırla okudum. Hukukçu değilim ama sinemanın içinde yer alan biri olarak çok senaryo taslağı gördüm, ne yalan söyleyeyim, bu kadar üfürükten gerilim üretmeye çalışan bir metinle daha önce karşılaşmadım.
Somut delil olmayınca Kavala’nın gizlice kaydedilmiş telefon konuşmalarına dayandırılan iddiaların en ‘ağırı’, gerilimli bir giriş niyetine senaryonun başına, pardon mütaalanın ilk sayfasına konmuş. Mehmet Ali Alabora’ya telefonda şöyle diyormuş Osman Kavala: “Bir ara bu yani bu hadisenin önümüzdeki şeyleri ne olur hani hep AVRUPALILAR her gördüğüm şey soruyor iyi tamamda hani bu siyasi durumu nasıl değiştirecek diye sorup duruyor bir ara bir yani bir kaç arka.. kişi oturup bir konuşsak mı” (noktasına virgülüne dokunmadan). Eee? “Bu görüşmeden de anlaşılacağı üzere yapılan eylemlerin tamamıyle önceden hazırlanmış bir plan dahilinde gerçekleştirildiği, nihai amacın ise Arap ülkelerinde olduğu gibi…” Gerisini tahmin etmek zor değil.
Ağırlaştırılmış müebbetin hafif kalacağı bir başka suç da, Gezi ile ilgili 15 dakikaşlık bir belgesel için daha önce sayısız filme destek olmuş Kavala’yla ve festivallerde bazı yapımcılarla görüşme yapılmış olması. Düşünsenize, ülke tarihinin en büyük halk isyanı yaşanırken bazı sinemacılar bunu 15 dakikalık filmle belgelemek istiyor, bundan ala darbe planı mı olur?
Birkaç ay önce istifa edene kadar iktidar partisine mensup olan bir milletvekilinin sorduğu gibi, mazallah bir de delil olsaydı, savcı ne cezası talep edecekti acaba? Herhalde sanıkların derisinin yüzülmesi, çarmıha gerilip içi timsah dolu bir havuza atılması gibi şeyler…
Dünyanın en meşru hareketi olan Gezi direnişinin intikamını, aramızdan seçtikleri üç beş kişiden almaya çalışıyorlar. Her alanda güneşi balçıkla sıvamaya, hepimizin aklıyla dalga geçmeye o kadar alıştılar ki, tek dişi kalmış adaleti ısrarla bu oyuna alet etmekten hiç çekinmiyorlar. Gezi sırasında işlenen suçlar ortada halbuki: Çoluk çocuk demeden kitlelerin üzerine kimyasal gaz sıkan, gaz kapsülü ile insanların gözünü çıkaran, silahsız gençleri öldüren, emri ben verdim diyenlerin işlediği suç. İleride bunların gerçek hukuk çerçevesinde yargılanacağı bir mahkeme kurulduğunda, Gezi davasının iddianame ve mütalaası, gayri meşru bir iktidarı ne pahasına olursa olsun sürdürmek için estirilen psikolojik ve yargısal terörün belgesi olarak dosyaya girebilir.
O yüzden, Mücella Yapıcı’nın dediği gibi: “O duvar, O duvarınız, vız gelir bize vız!”