AKP-MHP iktidarı, sınır tanımayan zamlar ve ağır vergiler ile halkın yaşam koşullarını her geçen gün daha da kötüleştiriyor. Toplumsal yaşam, kır ve kent yoksulları, işçiler, kamu emekçileri, emekliler, dar gelirliler için yaşanmaz hale geliyor. Her aşamada yeni istikrar tedbirleri bahanesiyle emperyalizmin ve onunla işbirliği halindeki tekelci sermayenin çıkarlarını koruyarak kapitalizmin yağma ve sömürü düzenini pekiştiriyor. Toplumu Türk ve Kürt, Alevi ve Sünni, laik ve antilaik, makul ve makul olmayan yurttaş vb biçimlerde ayrıştırarak düşman kamplar yaratıyor.
2011 Van depreminde gördüğümüz, “Ağlama sırası onlarda”, “Şehitlerin kanı yerde kalmadı” vb söylemleri, şimdi de Elazığ depreminde “Elazığ Kürt mü?” sorularıyla yineleniyor. AFAD, HDP’nin insani yardımlarını kabul etmiyor ve HDP yöneticilerinin bölgedeki çalışmalarını engelliyor. Oysa iktidarın Elazığ’da ihmal cinayeti, Van’ın Bahçesaray ilçesinde iş cinayeti işleniyor. Her kış yoğun kar yağışı nedeniyle yolları kapanan Bahçesaray’a “yaptık, yapıyoruz” denilen kar tünelinin yapılmadığı ve üstelik çığa karşı hiçbir tedbir alınmaması nedeniyle 41 yurttaş ölüyor. Ama AKP bir vicdan muhasebesi ve duygudaşlık yapmaktan bile kaçınıyor.
Kapitalist sistemde ülke kaynaklarının eşit paylaşımı olmaz, gelir dağılımı ve vergi adaletsizdir. Hangi ad ve biçimde olursa olsun halktan toplanan vergiler, ekonomik bakımdan güçlü oldukları için politikaya da egemen olan kapitalistler ve onların çıkarlarını koruyan devlet içindir. Halktan zorla toplanan vergiler, esas olarak emperyalist çağda askeri ve sivil bürokratik bir aygıt haline gelen devletin masrafları için kullanılmaktadır. Bu bağlamda dünyanın en pahalı örgütünün devlet olduğunu ve bir an için devletin olmadığı koşullarda bu harcamalara gerek olmadığını düşündüğümüzde, halklar için yaşamın ne kadar rahat olabileceğini hayal etmemiz gerekir.
AKP yandaşı birçok şirketin devletten aldığı teşviklerin, vergi borcunun, banka ve kredi borcunun silinmesi kapitalistlerin tahakküm, sömürü ve yöntemlerini gizliyor. Emperyalizmle işbirliği halindeki kapitalistlerin ne kadar kazandığı devlete ne kadar vergi ve hükümetlere ne kadar rüşvet verdiği bilinmiyor. “İtibarda tasarruf olmaz” denilerek saraydan bakanlara, yüksek bürokrasiden yandaş kişi ve şirketlere, vakıflardan tarikatlara kadar devlet imkanları çarçur ediliyor. Vergiyi asıl olarak emekçi sınıflar ödüyor, ama toplanan vergilerle finanse edilen kamu harcamalarından onlar yararlandırılmıyor.
Yerel yönetimleri doğrudan vali ve kaymakamlar vasıtasıyla İçişleri Bakanlığı’na ve saraya bağlamak için yeni bir yasal düzenleme yapmaya çalışan AKP, Kürt illerinde uyguladığı kayyum modelini genelleştirme çabasında. Başkanlık rejimiyle de uyum sağlamayı hedefleyen bu yeni düzenleme ile tüm belediyeler saray tarafından yönetilecek. Kayyum uygulamalarında olduğu gibi belediyeler, halktan toplanan vergileri başta yandaş kişi ve şirketler olmak üzere, vakıflara, cemaatlere, güvenlik güçlerine ve Diyanet’e devredecek. Yerel yönetimlerin yetkisinde bulunan vergi gelirleri artırılarak rant belediyeciliği tek model haline getirilecek. Belediye kasalarını boşalttıkları ve merkezden eskisi gibi destek alamadıkları için adeta halkı cezalandırıcı yüksek zam furyası başlatan kayyum belediyeleri modeli bütün belediyeleri kapsayacak.
Devletin sınıflar üstü bir organ olmadığı ve kapitalist sınıfın emekçi sınıflar üzerindeki sınıf tahakkümünün temel organı olduğu gerçeği bize kapitalist kârının kaynağının artı değer olduğunu gösterir. Kapitalist sistemde artı değere kapitalistler tarafından el konulur. Artı değer işçilerin ödenmemiş emeklerinin bir ürünüdür. Vergiler, emek gücü tarafından yaratılan değer üzerinden alınıyor. Dolayısıyla kapitalist sistemde vergide adalet ve zamlarda sınır olmaması, sömürü ve tahakkümün vahşetini gösteriyor.
Kısacası, daha fazla sömürü, daha fazla tahakküm ve daha fazla kâr üzerine kurulu olan kapitalist sisteme karşı başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin ve ezilenlerin sınıf dayanışmasını ve sisteme karşı mücadelesini yükseltmesi önem kazanıyor. Aynı şekilde kapitalist burjuvazi ve egemenlerin hukuki ve fiili engelleriyle yüz yüze gelen işçilere, emekçilere ve ezilenlere destek verilmesi demokratik siyasetin temel görevini oluşturuyor.