Türkiye’den bakınca ırkçılık denen insanlık ayıbı sadece Hollywood yapımı filmlerde Afrika kökenlilere yönelik ayrımcılık olarak algılandı yıllar boyunca. Tuhaf bir aymazlıkla iliklerimize kadar işlemiş ırkçılığı görmezden geldik.
‘Tembel ve uğursuz’ oldukları için kalıp vatanlarını savunmak yerine ülkemize gelip, cennet vatanımızın nimetlerinden yararlandıklarını düşündüğümüz Suriyeli savaş mağdurları en ufak bir umut belirince, kendilerine bahşedilen ayrıcalıkları tepip Yunanistan’a açılan Pazarkule sınırına koşuyorlar. Kaçarcasına çıkılan sınır yolculuğunda bir kez daha istismara uğruyorlar üstelik. Resmi bir kurum olan Göç İdaresinin temin ettiği otobüslerin sürücüleri veya sahipleri, araçların üzerindeki ‘Göç İdaresi’ yazılarını kaldırıp kişi başı 100 lira talep ediyorlar.
İktidar cenahı, geldiklerinden bu yana sürekli olarak Suriyeli mültecilerin yol açtığı maddi kaybı hesaplıyor. Buna karşılık ahırını ev parasına kiraya verenin, asgari ücretin 2300 TL olduğu yerde haftada 100 lira ile adam çalıştırmanın, ailenin delisine, sakatına taze gelin almanın kazancını ise hiç kimse sorgulamıyor.
Savaş bittiğinde milletçe borçlu çıkacağız Suriye halkının karşısına. Geleneksel bir arsızlıkla borcu günün iktidarına, onun temsilcilerine ciro edeceğiz. Ellerimizi yıkayıp bu işten sıyırdığımıza inandıracağız kendimizi. Ama Suriyelinin nefreti iktidar partisi ile sınırlı kalmayacak. O, muhatap olduğu her birinin bu savaş batağında kendi sırtından neler çaldığının, hem sömürüp hem de nefret öğesi haline getirişinin acısını AKP iktidarından değil, Türkiye’den, Türkiye insanından bilecek.
Türkiye’de nefret söylemi ve ırkçılık eğitim yoluyla edinilmiş bir karakter özelliği haline getirildi. Cumhuriyet tarihi boyunca üretilen bu kazanım, 20 yıl öncesine kadar alttan alta işlenirken, AKP iktidarı ‘dindar ve kindar’ nesil inşası şiarıyla bu gayrı insani karaktere meşruluk kazandırdı sadece. Artık gizlisi-saklısı yok. ‘Bizden olmayan bize karşıdır’ ilkesi sadece bir siyasi kutuplaşma, seçim söylemi filan değil, bizatihi dünya görüşüdür.
Yakın geçmişinde yaşadığı Balkan bozgunu, Kafkasya kaç kaçı, Çerkez göçü, Ege mübadelesi, Bulgar ve Makedonya muhacirliği gibi travmaların izlerini taşıması beklenen bir toplumun bu denli duygudaşlık yoksunu olması açıklanmaya muhtaç bir durum. Mesele belki de aynı öznenin işlenen bir suçun hem mağduru hem de faili olmasında aranmalıdır. Örneğin Çerkezler, vatanlarından kovulup Türkiye’ye gelirken mağdur, geldikleri ülkenin devletine hizmet gayretiyle Ermeni soykırımına katılırken de fail olmuşlardır. Aynı şekilde Kürtler de İttihatçıların tertibiyle ve din adına Ermeni ve Süryani ve dahi Ezdi katlederken fail, ana dilleri yasaklanır, kimlikleri inkar edilirken de mağdur hale gelmişlerdir. Almanya’da neo nazilerin saldırısına uğrayan Türk veya Kürt orada mağdur iken, kendi ülkesinde ırkçı saldırıların faili olabiliyor.
Hem mağdur hem fail, hem mazlum hem zalim olabilme halinin oluşturduğu toplumsal karakter ise ikiyüzlülük ve riya ile şekilleniyor. Ege’de Yunan işgalinden kurtuluş günü kutlayan pek çok ilçe, geçmişte o işgalci Yunan ordusunun subaylarını çiçeklerle karşılamıştı oysa. Benzer bir şekilde Ermeni soykırımından ihtida ederek, din değiştirerek kurtulanlar ülkenin doğu vilayetlerinde MHP’nin hem yönetim kadrolarını, hem de tabanını oluşturuyorlar.
Suriyeli mülteciler Türkiye’nin sürdürdüğü savaş oyununun piyonları olarak bir oraya, bir buraya savrulmaktalar. Şehit cenazesine katılan kitleler, o ölümün müsebbibi gibi görüp Antep’te, Urfa’da, Maraş’ta Suriyeli sivilleri, korunmasız mültecileri linç etmeye girişiyorlar. Kitle psikolojisi tepkisini rasyonel bir yolla dışa vuruyor. ‘Askerimizin Suriye’de ne işi var?’ diye soracak olsa, öfkesini iktidara yöneltse suç işlemiş olacak. Oysa Suriyeliyi linç etme girişiminin cezası yok. Nitekim Antep Valisi Davut Gül 1 Mart tarihinde şehrinde yaşananları “Dün, 13, 15, 17 yaşlarındaki bir grup Türk çocuk, 2 Suriyeliyi bıçakladı, dükkânlarına taş atıldı” sözleriyle açıkladı.
Yunanistan sınırındaki mülteciler başka hiçbir şeyden değil, ırkçı saldırganlığımızdan kaçmaya çalışıyorlar.