İnsan insan, insan nesne ve nesne insan aralıklarının, uzaklıklarının ve ilişkilerinin bizi ilgilendiren boyutları olarak değerlendirebileceğimiz mekan olgusu, Gaston Bachelard tarafından “dışardaki içerdelik” olarak tarif edilir. Zaman ve insan ilişkisinin yansıma alanı olan mekan, uzamsal boyutları dışında fenomenolojik/olgusal bir konu olarak tarih boyunca ilgi çekici olmuştur.
İletişim ağları tamamıyla bozulmamış, hala bir şekilde konuşabilen, dinlemese de birbirini anlayan her toplumun mekan tarifi hepimizin günlük olarak kullanıp anladığı şekliyle sıradan ve basittir ama mekanın metafizik kuramı ve metaforik tarifi başka bir anlam derinliğine sahiptir. Her iki haliyle sosyal bir kurgu olan mekan söylemleri yer yer ‘öteki’nin ‘öteki’liğe mahkûm edilişinde bir zindan işlevi görebiliyor. Mekanın darlığıyla başlayan ‘öteki’nin mecazi düşmanlaşması süreci, geri döndürülemez biçimde yıkıcı bir mekansızlaşma momenti başlatır. Mekansızlaşma mefhumu tekinsizdir, düşmanın hak ettiği kimliksiz mesken, zamanın acayipleştiği ve insanın kendisine yabancılaştığı yerdir. Mekanın böylesi hapishanedir, sahibi hilebaz ve kurnazdır; içine hapsedilen ise ‘öteki’dir, medeni olmayandır, gericiliğin temsili ve sebebidir, tüm olumsuzluklardan sorumlu olandır, günah keçisidir. Bütün bu olumsuz algı tariflerine rağmen mekanı yeni bir buluşma durağına dönüştüren tarihe mal olmuş ışıklılar var.
Mekan bir buluşma durağı olarak anlam kazandığı ölçüde bir yaratım, sosyo-politik ve hatta sosyalleşme arenasına dönüşebilir. Beden kısıtlama seremonisine karşı iradi bir cisimleşmenin zafer alanı olabiliyor. Dönüşümün bu noktasından hareketle hem mekansal nitelik hem de işlevsel bir kamusal hal alabilir. Düşünsel veya emek üretiminin sürecinde dual bir etkileşim süreci ortaya çıkar insanla mekan arasındaki bağın düğümlerinde. Söz konusu etkileşim kontrast olarak yeni bir insan mekan modelini var ettiği gibi yeni bir özgürlük mecrasına da kapı aralar. Buna göre mekan bir buluşma durağı olarak insanın etkin iştirakiyle toplumsallaşır ve hatta yeniden bir yeni sosyo-politik ve sosyo-kültürel karaktere bürünür. Bunun en bariz örneklerinden biri mekansal darlığı ve iletişimsel tecridi düşünsel üretimleri ve söylemsel pratikleriyle yeniden dönüştüren ve resmî tarihi fikirleriyle zan altında bırakan Gandi, Gramsci, Mandela ve Öcalan gibi tarihe mal olmuş şahsiyetlerdir. Hepsinin ortak özelliği mekansal olanın ölümcül darlığı ve zamanın ölçüsüzlüğü olarak tercüme edebileceğimiz hapishane hücrelerini birer üretim merkezine dönüştürüp insan ve mekan ilişkisine yeni bir anlam kazandırmalarıdır. Egemenlerin mekan üzerinde insana dayattıkları izolasyonu düşünce ve iradeleriyle meydan okuyarak bulundukları daracık mekanlara hafıza ve tarihsellik anlamını katmalarıdır. Bunun yanı sıra mevcut devlet teorisinin karşısında, özgün ve iddialı fikirler ve yeni görüşler ileri sürmüş, başta haklar ve emekçiler olmak üzere birçok devrimci ve sosyal hareketi derinden etkilemiş ve görüşleri mücadelenin temellerini oluşturmuştur.
İkisinin buluşmasında hem insanın toplumsal hali etkin bir şekilde sosyalleşmeye başlamış hem de mekan yeniden bir kamusal derinlik kazanmıştır. Söz konusu buluşma nicelik skalasına göre değil niteliksel anlamda mekanla insanın ilişkisine bağlıdır. Bağlamın bu noktasında mekanla insan ilişkisi anlam kazanır ve zamanın çizgiselliğinde bir iz olarak yerini alır. Bu buluşmanın neticesinde mekan bir üretim alanına dönüşür ve insanın içindeki dönüştürücü yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlar. Böylelikle insan mekan içinde ortaya çıkardığı üretimle zamanı da zapt eder ve zapt edilen zamanla mekanı bir hafıza ve üretim merkezine dönüştürür. Düşünsel üretimin kapsam ve olgunluğuna göre fikir orantısal olarak zaman ve mekanı buluşturur, bunun neticesinde mekan bir tarihsel içerik kazanarak politik bir fonksiyona bürünür. Ancak dönüşümün bu evresinden sonra mekan bizatihi canlı bir tarihsellik anlamı kazanır. Lakin “tarihin en bariz hali bellek ve şuurdur”, onun için mekana hafıza bahşeden insanın zaman akışı momentinde tarihselliğe sunacağı yaratımla orantılıdır. Başka bir ifadeyle “tarihi anlamak, zaman ve mekanın ruhunu anlamak demektir. Öcalan’ın tarih ve zaman bağlamanda belirttiği gibi “tarih zamanın akışında gizli, yaratıcı insan ise tarihin başlangıcında gizlidir.” Buradaki tarihin bizatihi tarifi ve zamanın akışı içindeki yeri mekanın oluşumuna işaret ederken, tarihin başlangıcındaki insan ise mekana biçim veren olarak ön plana çıkar.
Nitekim Öcalan’a göre “tarih bir yaşam bilincidir, tarihselliğin yaşayan şuurudur”, ona biçim veren ise devrimcidir ve “devrim tarihi düzelten bir eylem” biçimidir. 21 yıllık esaret ve mekanın darlığı içinde itinayla yeni fikirler üreten, özgürlükçü düşüncelerini kanatlarına yükleyen Öcalan kadar çok az sayıda insan mekanı bu biçimde dönüştürebilmiştir.
Egemenlerin tarihini direnişiyle yargılayan ve işbirlikçileri gizli işlenen bütün cinayetlerin zannı altında bırakan, siyah kıtanın gözü pek devrimcisi Mandela bunlardan biriydi. 27 yıl boyunca mekanın darlığına hapsedilen Mandela, tarihin akışını değiştiren, mekanın ruhuna yeni bir ruh katarak aşkın barış felsefesiyle ırk ayrımı güden eski Apartheid rejimine karşı nefret, kin, kırgın veya buruk hiçbir ifade kullanmadan tarihin çehresini değiştirdi. Zamanında verdiği bir mülakatta herkesi şaşırtacak şu sözlerle mekanın eski sahiplerine sesleniyordu. “Eğer onları affetmezsek, kırgınlık ve intikam duyguları hep var olacaktır. Biz ise, geçmişi unutalım, şimdiye ve geleceğe bakalım ama geçmişte yaşanan acımasızlıkların da bir daha yaşanmasına asla izin vermeyelim” diyordu. Bu örnekler bağlamında insan mekan ilişkisi esasında dünyanın ruhunu yansıtan yahut ona ruh katan bir alan olarak düşünülebilir. Gaston Bachelard’ın, “mekan peteklerinin binlerce gözünde zamanı sıkıştırılmış olarak tutar” şeklinde tarif ettiği bir olgu olarak mekan, bir direniş, karşı yaratım ve zamanı zapturapt altına alma alanına da dönüşmektedir.
Daha uygarlığın şafak vaktinde, yükselen efendi despot sınıf yamalı hilelerle, demagojiyle ve katliamlarla bütün yaşam mekanları altüst etti, kin ve nefret çarkını aşkın hale getirdiler. Buna karşıysa mekanın darlığına ve zamanın kifayetsizliğine rağmen halklara kardeşlik kapısını aralayan tarumar olmuş mekanları ışığa tutan pirler de var oldu ve hep var olacaklar. Yeter ki içimizdeki mekanları aydınlatan zamanın pirleriyle ışıklı mekanlarda buluşmaya hazır olalım!