Her yıl olduğu gibi bu yıl ki 8 Mart’ta çok görkemli kutlandı. Amed’de başta olmak üzere Dersim de, Van’da, Mardin’de, İstanbul’da ve Ankara’da binlerce kadın, alanlarda kadın özgürlük mücadelesi, kadın hakları ve kadın emeği için haykırdı. Özellikle Kürdistanlı kadınlar giydikleri yöresel kıyafetlerle meydanları adeta renk cümbüşüne büründürmüşlerdi. Alanlara çıkan kadınların yüzündeki özgürlük umudu, coşkusu ve heyecanı her yönüyle yansıyordu. Ayrıca bu yıl ki 8 Mart’ın startının Dersim’de Gülistan Doku için verilmesi ayrıca anlam içeriyordu. Dolayısıyla kadınlar attıkları sloganlar, açtıkları pankartlar ve taşıdıkları dövizlerle kadın cinayetlerine, katliamlarına ve şiddetine geçit vermeyeceklerini bir kez daha Gülistan Doku şahsında ifadeye kavuşturdular. Kadın olarak birbirinin acılarına ortak olduklarını ve bu acılarını paylaştıklarını gösterdiler.
Ancak bu kutlamalara iki yönlü tarihsel gerçeklik temelinde dikkat çekmekte yarar. Birincisi, bugün özellikle kadın özgürlük sorununu hatırlatan bir gün olması, ikincisi ise bu kadar kapsamlı olan bu sorunun ancak bir günle sınırlandırılan sembolik bir düzeyde kalmaması için mücadelenin mutlaka süreklileştirilmesidir. Bu nedenle kadın özgürlük sorunu üzerine önemle durmak gerekir. 8 Mart’ın alışılagelmiş, sadece kutlanılıp geçilen bir gün olmaktan ziyade derin ve yakıcı tarihsel gerçekliği görülmelidir. Nitekim bu tarihsel gerçekliği doğru okumak, tarihten günümüze kadar süren çelişkilerin sürekliliğini çözümlemek oldukça elzemdir. Dolayısıyla günümüzde başta kadın sorunu olmak üzere onlarca çözümü dayatan sorun ve çelişkiler yumağı ile karşı karşıyayız. Ekonomik, siyasal, kültürel ve toplumsal sorunlar adeta diz boyu. Kadın emeği, sömürüldüğü gibi tüm toplumun emeği ve değerleri sömürülmektedir.
8 Mart özü itibariyle ne anlam ifade ediyor, tarihsel boyutu nedir sorusunun hakikatine bağlı kalındığında ilk olarak sorulması gereken sorulardan bir diğeri ise kapitalist modernitenin kadına ve topluma dayattığı yaşam anlayışı ve kültürüdür. Çünkü tarihin hiçbir döneminde olmadı kadar kadın ve toplum kapitalizm sisteminde sömürülmüştür. Bu anlamda New York’ta tekstil fabrikasında kadın işçilerin emeğinin sömürülmesi, çalışma koşullarının zorlukları 8 Mart’ın dayandığı tarihsel gerçeklik olurken, bir diğer tarihsel gerçeklik kapitalizm de yaşanan ekonomik, kültürel ve ekolojik sorunların geldiği düzeydir. Kapitalizm sisteminde insanlık baş aşağı doğru yok oluşa gitmektedir. Bu toplumsal sorunlara, yaşanan krizlere sayısız örnekler vermek aslında mümkündür. Çünkü kapitalizm, kadını, doğayı, toplumu vahşet düzeyine varacak şekilde sömürmeye tarihsel çıkışı itibariyle dün olduğu gibi bugün de hala devam etmektedir. Bu hakikat temelinde kapitalizmi sorgulamak, çok daha geniş bir yelpazede yanıt aramayı gerektirir. İnsanlığın değer yargılarının böylesine dibe vurduğu bir dönemde buna karşı mücadele etmek kadınların görevi olduğu kadar tüm toplumun görevidir. Dolayısıyla kadınlar kapitalizmin bu faşizmine ve sömürüsüne karşı her yıl olduğu gibi bu yıl da alanlarda sesini yükselttiler. Toplumsal yaşamın yeniden özüne kavuşması için özgürlük mücadelesine ayrıca bir ivme kazandırdılar.
Öyle ki, Kürdistan’dan tutalım, Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan, Avrupa ve Asya’ya kadar dünyanın her yerinde kadınlar, emekçiler, halklar tüm sokakları ve meydanları direniş alanlarına dönüştürerek özgürlük mücadelesini yükselttiler. Bu direniş türküsüne, dünyanın dört bir yanından kadınlar, dili, kimliği, ırkı ve kültürü fark etmeksizin eşlik etti. Böylece dünyanın neresinde olursa olsun devletçi ve iktidarcı güçlere karşı direneceklerinin mesajını bu yıl ki 8 Mart kutlamalarında ortaya koydu. Dolayısıyla Türkiyeli ve Kürdistanlı emekçiler, emekçi kadınlar olarak bizim de bu türküyü daha yüksek sesle söylemek için birçok nedenimiz var. Bu nedenle bu tarihsel gerçekliği sahiplenmek ve öncülük etmek gibi bir misyonumuz olduğu açıktır.
Bu nedenle 21. yüzyılın kadının özgürlük yüzyılı olacağına olan inancımızla kadını ve toplumu adaletsizliğe, açlığa, yoksulluğa ve katliama mahkum eden bu sistemi kabul etmiyoruz. Bu sistemin taşeronluğunu yapan devletçi ve iktidarcı yapılardan, tek adam rejiminde hesap sorana kadar mücadeleyi yükseltmeliyiz. Bilindiği gibi Türkiye de AKP-MHP yok olmanın eşiğinde. Bu despotizmin kendini sürdürmesi için hiçbir neden yoktur artık. Keza mümkün de değildir zaten. Dolayısıyla tepeden tırnağa ceberut erkek aklın ürünü olan tek adam rejimini durdurmak için bize gerekli olan şey toplumun emekçi kesimi olarak çok daha fazla örgütlenmektir. Emekçi kadınlar olarak bu toprakların, bu bölgenin demokrasi, barış ve huzura ihtiyacı olduğunu herkesten çok daha fazla hissediyoruz. Kürdistan’da ve Türkiye’de omuz omuza verilecek emek ve demokrasi mücadelesiyle bu tek adam rejiminin sonunu getirmek mümkündür. Tüm demokratik, emekçi kesimler yaşamın temel anlamı olan emek zemininde kadın örgütlülüğünü güçlendirir, ortak mücadele verirse kadın özgürlük mücadelesine çok daha büyük bir ivme kazandıracaktır.
Dolayısıyla 8 Mart’ın tarihsel hakikatine bağlı kalarak özgürlük mücadelesini derinleştirmek, tüm günleri 8 Mart direniş ruhuyla yaşamak asıl bundan sonrası için bu nedenle önemlidir. Emekçiler olarak kendimizi tanımak, köklerimizle buluşmak bizi tarihin gerçeğiyle yani özgürlükle buluşturabilir. Yeter ki verdiğimiz emeğimi örgütlü bir iradeye kavuşturalım.