Yadigar Aygün
Beyazıt Katliamı’nın mağduru, tanığı ve avukatı Kamil Tekin Sürek, o gün yaşanan katliamın planlı olduğunu ve 12 Eylül darbesine giden yolu açtığını belirterek, dava için zamanaşımı kararını eleştirdi
Beyazıt Katliamı, 70’lerde yaşanan katliamlardan sadece bir tanesi idi ve darbeye zemin hazırlamak için planlandığına bu günlerde artık kimsenin şüphesi yok. 1977 seçimleri sonrası Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Güven Partisi’nden oluşan Milliyetçi Cephe (MC) hükümetinin iktidara gelmesi ile birlikte üniversitelerde devrimci öğrencilere karşı saldırılar başladı. MHP militanlarının düzenlediği polis destekli en kanlı saldırılarda birisi, Beyazıt Katliamı idi. 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi’nden çıkan ve saldırılardan korunmak için birlikte hareket eden bir grup devrimci öğrencinin üzerine bomba atıldı. Ülkü Ocakları bağlantılı kişilerce yapılan saldırıda 7 öğrenci yaşamını yitirirken, 40’tan fazla öğrenci ise yaralandı. Olay sonrası açılan davada 17 kişi yargılandı. Fakat sadece Sıddık Polat isimli kişi 11 yıl ceza aldı ama cezası daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozuldu ve beraat etti. 16 Mart davası, doğrudan bir kontrgerilla davası. Katliamdaki ilişkiler, MİT’e, emniyete ve askerlere kadar uzanıyor. 20 Ekim 2008 yılında kontrgerilla ile hesaplaşılacağı iddia edilen Ergenekon davasının başladığı gün Beyazıt Katliamı Davası İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından “zamanaşımı” kararı alınarak üzeri kapatıldı. 16 Mart’ın mağdurlarından, tanıklarından ve daha sonra da bütün mağdurların avukatlığını üstlenen Kamil Tekin Sürek’le o gün yaşananları ve dava sürecini konuştuk.
‘Her gün saldırıyorlardı’
Milliyetçi Cephe hükümetinin o yıllarda solcu öğrencileri üniversitelerin dışında tutmaya çalıştığını anlatan Sürek, 1 Mart 1978’den itibaren devrimci öğrencilerin okula toplu şekilde gitme kararı aldığını söyledi. Okula giriş çıkışlarda sürekli polis tarafından engellendiklerini aktaran Sürek, MHP’li öğrencilerden sürekli ölüm tehditleri aldıklarını dile getirdi. 16 Mart’tan bir gün önce okul içerisinde saldırıya uğradıklarını söyleyen Sürek, “16 Mart günü de dersten çıktık. Tekrar okuldan çıkış yapacaktık. ‘Faşistler tekrar saldırabilir en öne bütün siyasi gruplardan kavga edebilecek kişiler toplansın’ dedik. Kavga çıkarsa dağılmayalım dedik. Kapıdan çıktık polisler toplanmıştı. O gün faşistler bize fiziki saldırıda bulunmadı. Ama ‘Komünistler Moskova’ya’ sloganları attılar. Eczacılık Fakültesi’ni geçmiştik ki bir arkadaşımız ‘bomba’ diye bağırdı. Dönüp kafamı çevirdiğimde bir patlama oldu. Her tarafı kara bir duman kapladı. Kendimizi yere attık. Tekrar kalkıp arkada ne oluyor diye bakalım derken makinalı tüfek sesleri gelmeye başladı. Biz hemen Süleymaniye’ye doğru koşmaya başladık. İlk solda sokak vardı sokağa saptık. Orada 2 tane yaralı arkadaşımı gördüm. Biri bizim sınıftan kız arkadaşımızdı” dedi.
Dava sürüncemede kaldı
Olayın devrimci-demokratik kamuoyunda büyük tepki ile karşılandığını belirten Kamil Tekin Sürek, İşletme Fakültesi’nin öğrenciler tarafından işgal edildiğini, 17 Mart günü büyük bir öğrenci yürüyüşü yapıldığını ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) 2 günlük ‘Faşizme İhtar Grevi’ kararı aldığını aktarıyor. Sürek sözlerine şunları ekliyor: “Önce açılan davayı takip etmedim. Ağır cezada dava açılmış. Ülkü Ocakları’nın MHP’nin yöneticilerini falan toplamışlar fakat sonra bırakmışlar. O dönemde bildiğim kadarıyla tutuklu yargılanan kimse yoktu. Sonra zaten Maraş Katliamı dolayısıyla sıkıyönetim ilan edildi. Dosya sıkıyönetim mahkemesine gitti. Dava orada uzun süre sürüncemede kaldı” diye konuştu.
‘Susurluk ile bağlantısı var’
1988’de katliam katılanlardan Zülkif İsot’un öldürüldüğünü söyleyen Sürek, davanın yeni deliller olduğu için yeniden görülmeye başladığını aktardı. O dönem davaya kendisinin de müdahil olduğunu dile getiren Sürek, MHP’den ayrılan Ali Yurtarslan’ın anılarında bombayı Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’den aldıklarını yazdığını söyledi. O dönem kendilerine bilgi vermeyen Genelkurmay yetkilisi Mustafa Kaplan’ın daha sonra Ergenekon Davası’nda yargılandığını belirten Sürek, “Sonuç itibariyle olayı ortaya çıkaracak devlet kurumlarından ciddi bir bilgi gelmedi. Delilleri göndermediler. O sıralarda Susurluk Olayı ortaya çıktı. Katliam sırasında bombacıyı yakalamak isteyen polisleri engelleyen Reşat Altay’ın Abdullah Çatlı ile fotoğrafları ortaya çıktı. Gene aynı şekilde iki tane MİT’çi bir MHP yöneticiyle konuşmuştu. Davanın avukatları MİT’ten bilgilerini istediler. MİT onu vermediği gibi şimdi siz gazetecilere ‘MİT’in sırlarını açıklıyorsunuz’ diye dava açtıkları gibi, dava açtılar” diye konuştu.
Sonuç: Cezasızlık
Susurluk ve 16 Mart Beyazıt Katliamı davalarının birleştirilmesini istediklerini aktaran Sürek, “Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) bunu ret etti. Zamanaşımının yaklaştığı günlerde Ergenekon Davaları açılmaya başlandı. Bu sefer Ergenekon Davası’yla birleşmesini istedik fakat bu da ret edildi. Eğer o dava ile birleşseydi dava zaman aşımından düşmeyecekti. Bu davadan cezaevinde yatmış kimse yok. Bir çocuk bir süre yatmıştı. Onun dışında bu işi örgütleyen, MHP’den, askerden kimse herhangi bir ceza almadı. Haklarında bir soruşturma dahi olmadı” diye konuştu.
12 Eylül darbesine giden süreçte ordu içinde yaşanan tasfiyelere de değinen Sürek, Kenan Evren’in darbe yapmak için 1 Mayıs, 16 Mart, Maraş, Çorum katliamlarını kurguladığının altını çizdi. Tüm bunların arkasında ABD’nin Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği Yeşil Kuşak projesinin olduğunun altını çizen Sürek, “Bizimle birlikte o dönemde Pakistan’da da darbe oldu. Afganistan’da ilerici bir hükümet vardı onu El-Kaide ile birlikte devirdiler. Orada dinci Taliban ile bir iktidar kuruldu. İran’da 1979’da molla rejimi kuruldu. Dolayısıyla Türkiye’de de darbe yaptılar. ABD bizim çocuklar darbe yaptı dedi. Biz o gün farkında değildik” dedi.
Yargılanacaklar
Katliam ve işkence sanıklarının yargılanmadığı yüzlerce dava olduğunu söyleyen Sürek, devletin en baştan beri işkencecileri koruduğunu belirtti. Davalarda nihai cezasızlık durumunun olduğunu aktaran Sürek, “40 sene sonra bile arkadaşlarımızın davalarını canlandırdık. Bir şekilde bu devran değiştiğinde bu katliamların failleri açığa çıkacaktır. Yaşıyorlarsa yargılanacaklar. Yaşamıyorlarsa bile faili oldukları ilan edilip lanetlenecekler. Biz devrimciler yaşadıkça bu davalar unutulmayacaktır” diye belirtti.
TNT kalıpları orduya aitti
Olayda kullanılan Amerikan yapımı TNT kalıplarının kaynağı İstanbul 3. Kolordu Komutanlığı’ydı. Patlayıcıları Abdullah Çatlı’ya getiren Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker aynı komutanlık bünyesinde görevliydi. Aylar sonra Maraş Katliamı’ndan kısa bir süre önce, Maraş yolunda aynı seriden patlayıcı maddeler ve silahlarla yakalanacaktı.