Kaybolmak eskiden nesnelere dair bir rivayetti. Saklanamayan, hareket edemeyen cansız objeler en fazla unutulur veya düşer bir yere. Belki bir karşılaşma ya da hatırlama onu tekrardan bulduruverir. Kayıp olma hali eşyanın tabiatına uygundur yani. Türkiye gibi yerlerde ise insana uydurulur. Yasaları, yasakları uydurmaya başlayanlar durdurulmadığı için bu uyum her yere yakıştırılıyor.
Bir kuyunun başında derinlere sesleniyor insanlar. Derinlerin bir hükmü olduğundan şüphesiz, orada birilerinin izlerinin kaldığından emin. Deneyim ve hafıza birbirini sınar anında hatta her anda. Telaffuz veya tanımlama birbirine aşina. Biri diğerini çağırır. Biri diğerine eksik kalır.
Geniş bir coğrafyadır insanın dili ve sürekli genişler. Genişlemesi dünyayı ve dünyanın içindeki hayalleri de kapsar. Yine de yetmez. Yettiği yerde yeniden başlar ve uzun bir efsanede kendini yeniden duyurup hafızasını yüklenir. Şahitleri vardır sadece, bu sayede hep hatırlatır.
Olağanüstü zamanların içinden geçerken, eskiden münferit diye dayatılan artık şimdilerde gündem dışı diye bir tanımlanmaya kıstırılan. Hayır, ölüm kalım mahşerinde illaki fark edilmeyeni gören birileri çıkıp ona bakar. Tehdidi, karmaşayı bırakıp dalıp gider. Derler ki dünya bu sayede dönüyor, hayat bu yüzden değerleniyor. Yani ne olursa olsun bir filin kocaman cüssesine aldırmayıp kirpiğinin güzelliğine bakmayı ihmal etmeyen birileri çıkar.
Bir baba 24 Ocak’ta Batman’dan cezaevindeki oğlunu görmek için İstanbul’a geliyor. Adı Mehmet Bal. Aynı gün oğlunu ziyaret ettikten sonra Bağcılar’da bulunan akrabalarıyla görüşüyor. Son olarak da Eminönü İskelesi’nden Kadıköy vapuruna bindiği görülüyor. Sonrası yok. O günden sonra Mehmet Bal’dan haber alan yok. Ailesi, yakınları, hak örgütlerinin başvurmadığı resmi makam yok ama yine de Mehmet Bal yok.
İlk günden beri Mehmet Bal’ın akıbetini soruşturan oğlu Nihat Bal, telefon kayıtlarından mobese kayıtlarına dek her bulgu için emniyet, savcı arasında gidip geldi. Babasının bulunması için gittiği kimi güvenlik birimlerinden ailesinin siyasi duruşundan dolayı “azar” bile işitti. Bunlara rağmen soruları yanıtsız, çabası kriminalize edilmeye çalışıldı. Oysa Mehmet Bal’ın Eminönü’nde bindiği Kadıköy vapurunda kameralar var. Yine indiği Kadıköy iskelesinde her yer kamera dolu. Bir insanı bulabilecek, gittiği yol güzergâhını anında haritalandırabilecek bu kadar bulgu ve teknik destek varken ısrarla hiçbiri incelenmedi ve soruşturma dosyasına eklenmedi.
Aslında Nihat Bal’ın aktarımına bakıldığında olayın bir zincirleme suç ortaklığı olduğu kuşkusu neredeyse bir gerçeğe tekabül ediyor. Polisinden savcısına ilk günden beri Bal ailesine yaklaşım ve devam eden süreç içersindeki vurdumduymazlık kayıplar arası bir ayrımcılığı ortaya koyuyor. Devlet Mehmet Bal’ı bulmak için çaba harcamıyor. İşin aslı bulmak da istemiyor.
Geçtiğimiz günlerde ise zor bela birkaç evrak, dosya hazırlayan soruşturma makamları Mehmet Bal’ın kaybolması hakkında takipsizlik kararı verdi. Yani takip etmek istemediği kişi hakkında resmi anlamda bir takip etmeme kararı verdi ve dosyayı kapattı. İstanbul’un en işlek ilçesinde ortadan kaybolan bir insanı devlet bulmaktan vazgeçtiğini resmi anlamda ilan etti.
Nihat Bal, süreç içerisindeki tüm çabalarına rağmen böylesi bir kararı şöyle yorumluyor: “Babamın devletin elinde olduğunu düşünüyorum. Babam devletin elinde ise niçin devletin elindedir? Bize bilgi vermek zorundalar. Aynı şekilde karakoldan da bize, ‘buraya gelmeyin’ denildi. ‘Buraya gelirseniz kovarız sizi’ gibi söylemleri de oldu. Babası kayıp olan ve devletin yetkili mercilerine başvuran birine bunu nasıl, ne hakla söylerler? Ondan sonra bize babamın vapura binerkenki görüntülerini gösterdiler ancak inerkenki görüntüleri yok. Babam vapurdan inmiyor mu? Vapurun içinde hiç mi kamera yok? Buradan da anlıyoruz ki, devlet üzerine düşen görevi yerine getirmiyor. Ben babamı devletten istiyorum. Bütün sorumlusu onlardır.”
Burası yıllardan beri, yok edilemeyenlerin neredeler ülkesi. Ülkeyi yönetenler yok edemediğini kaybettirerek eşyanın tabiatına uygunluğu dayatıyor. Yıllardan beri belli başlı şehirlerde her hafta insanlar yakınlarını arıyor daracık sokaklarda, küçücük odalarda. Gülistan Doku aylardır aranıyor. Sırf şüpheli zanlı torpilli yani bir polis çocuğu olduğu için inadına üstüne gidilmiyor, hırgür içinde unutulmak isteniyor. Aklayana, saklayana ısrarlı teyit: Ölülerini çaldırmayan insanlar kaybettirileni aramaktan da vazgeçmez.
Kayıp olana takipsizlik bir suçüstünün ilanıdır. Unutmabeni çiçeği sadece bir çiçek adı değildir burada. Bir suça karşı bir tembihin de adıdır. Yeniden olmasın diye emsal olduğunu beyan eden bir derttir.
Günümüz salgınına dair bir umut: Kolera Günlerinde Aşk’ı hatırlayanlar ve yeniden okuyanlar belki de Korona Günlerinde İsyan’ı yazar. Neden olarak ise her anımızı işgal eden daralan çember ve dünlere bakıldığında açılan tarihten sayfalar yeter de artar.