Onlarca yıldır Kürt halkına uygulanan zulüm, her dönem zulmü uygulayan hükümetlerin milliyetçi saplantıları ve şiddet bağımlılığı kadar çaresizliklerini ve bu çaresizliğin neden olduğu öfke ve nefreti de ortaya koyuyor. Kürt halkının kimliğine, özgürlük ve eşitlik talebine sahip çıkışındaki kararlı sadakat ve direnç, iktidarların zulmü her alana yaymasına yol açarken, bir yandan da bunca zulüm ve şiddete rağmen sonuç alamamaları Kürtlere ve Kürt siyasetine duydukları öfke ve nefretlerini daha da arttırıyor. Bu da Kürtler için değil ama Kürt düşmanlığı yapan siyasiler için bir kısır döngüdür. Kürt halkı, her şeye rağmen barış iradesine sahip çıkmaktadır ve bu yüzden de şu soruyu sormaktadır: “Acaba Kürde yapılmayan ne kaldı?”
Sorunun muhatabı elbette zulmü uygulayanlar olmayacaktır. Kürtler, bu soruyu sorarken, cevabı olan biten karşısında sessiz kalan ya da uzak duran Batı’daki muhaliflerden, muhalefet partilerinden, sivil toplum kuruluşlarından ve tek tek ülkenin yurttaşlarından beklemektedir. Verilecek cevap zulmün boyutuna rağmen Kürt halkının barış talebindeki samimiyetini ortaya çıkarmakla kalmayacak, belki de ülke çapında bir dayanışmaya da yol açacaktır.
Umut etmekten vazgeçmeyerek soralım. Soralım ki Kürtlere uygulanan zulmün kısır döngüsü ve Kürtlerin nasıl bir yere kıstırılmak istendiği bir kez daha ortaya çıksın.
“Acaba Kürde yapılmayan ne kaldı?”
80’lerden başlayalım: Türkiye’deki hemen herkesin bildiği Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki insanlık suçlarından, yıllar süren işkencelerden. Tel kafeslerde tutuldu insanlar, onurları kırıldı, dayaktan yürüyemez hale getirildi, ana dilleri yasaklandı, anaları, babaları görüş günlerinde iki laf edemedi evlatlarına. 90’larda köyleri yakıldı, göç ettiler, sürgüne gittiler, metropolde işsiz, aşsız kaldılar. Köylerinde, mezralarında, ilçelerinde, kentlerinde kalanlar asit kuyularına atıldı. Binlercesi kaybedildi, katilleri cezasız kaldı. Yine de Kürtler demokratik siyasetten vazgeçmedi. Meclis kürsüsünden ana dillerinde Kürt ve Türk halkının kardeşliğinden söz ettikleri için parlamentodan cezaevine gönderilip 10 yıl hapiste tutuldu vekilleri.
Vazgeçmediler.
Partileri kapatıldı, yenisini kurdular. Yeni vekiller gönderdiler parlamentoya, fezlekelere boğdular bu vekilleri de. Seçim konuşmaları suç sebebi sayıldı, kürsü dokunulmazlıkları tanınmadı. Çözüm masası kuruldu, Kürt siyasetinin samimiyeti istismar edildi, halkın umudu kursağında kaldı.
Neler gördü bu halk.
Türkiye halklarının mozaiğini Meclis’e 6 milyon oyla taşıyan, ülkenin 3’üncü büyük partisinin eş başkanlarını, grup başkan vekillerini, milletvekillerini bir kez daha rehin aldılar, anayasayı tanımayan suçlamalarla cezaevine koydular. Rekor oy oranlarıyla seçilen belediye başkanlarını da. Kürtlerin oy tercihine saygı göstermediler, hazmedemediler, belediyelerine kayyum atadılar.
Neler yaptılar.
Cenazeleri sokaklarda sürüklediler, mezarlarını tahrip ettiler, bir anaya evladının cenazesini kargoyla gönderecek kadar duyarsız kaldılar Kürdün acısına. Çocuklar anadillerini öğrensin diye açılan kursların kapısını mühürlediler. Park tabelalarıyla uğraştılar. Futbola bile ırkçılığı soktular. Kürtlerin alkışladığı takımı düşman bellettiler.
Sokak müzisyenlerini, düğün şarkıcılarını anadillerinde söylediler diye tutukladılar.
Bazı demokrat yazarlar soruyor:
“Kürtler ne yapsın?”
Kürtler yapıyor zaten. Her şeye rağmen demokratik siyasette ısrar ediyor ve toplumsal barış için diyalog talep ediyor. Eşit yurttaşlığı ve halkların bir arada yaşamını bıkmadan gündemde tutuyor. Biz de bir soru daha soralım muhalefet partilerine, sivil toplum örgütlerine, yurttaşlara:
“Peki, siz ne yapacaksınız?”