Dün 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması’nın 97. yıldönümüydü. Ayasofya Müzesi’nin 86 yıl sonra camiye dönüştürmesinin bugün yapılması bir tesadüf değil, bilinçli bir tercih olduğunu gösteren emareler var. Yandaş medya ve AKP trolleri bu bağlantıyı çağrıştıran açıklamalar yapıyor. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın 2016’dan beri Lozan’ın bir “hezimet” olduğundan ve “güncelleştirilmesi” gerektiğinden söz ettiğini de biliyoruz. Ayasofya’da Cuma Namazı için bugünün seçilmesi Lozan’a yönelik yeni bir çağrışım yaratma amacını taşıyor. Diyanet İşleri Başkanı’nın “VIP Cemaat” toplayarak “Protokol Namazı” kıldırması ise, Osmanlı Padişahı Fatih’e öykünülerek Ayasofya’nın ikinci fethini yansıtıyor. 1934’de Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi Kemalist hükümetin Batı’ya vermeye çalıştığı bir imajdı. AKP-MHP iktidarının şimdi tam tersi yönde siyasi imaj vermeye çalışması yeni bir döneme işaret ederken, bu namaz Lozan’ın “Cenaze Namazı” anlamına geliyor. Bu bakımdan Lozan’da nelerin olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
Kemalist hareketin temel referans belgesi olan Misak-ı Milli kararları ile Mondros Ateşkesi ve onun belirlediği yeni sınırlar Sivas Kongresi’nde kabul edilmişti. Kongrede göz önünde bulundurulan temel olgulardan biri de ABD Başkanı W. Wilson’un 14 İlke’sinin Türkiye ile ilgili 12. maddesiydi. 12. Madde, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olan bölümlerinin sağlam egemenliği sürdürülmeli, buna karşılık, bugün Türk yönetimindeki öbür ulusal toplulukların, kuşku götürmeyen biçimde yaşam güvenliği ve özerkliği içinde gelişmesi sağlanmalıdır” deniliyordu. Ancak bu maddenin ikinci tümcesi görmezden gelindi ve Kemalist hareketin Türk milliyetçiliğine dayalı egemen ulus ve devlet refleksi ile Kürt ulusal kimliği de yok sayıldı.
Lozan Antlaşması ile Rum, Ermeni, Musevi, Süryani halklarına azınlık hakları sağlanırken, Kürtlere Sevr’de vadedilen ulusal haklar verilmedi. Türk Delegasyonu’nun ısrarlı talepleri doğrultusunda Kürtler, Müslüman azınlık olarak “Türklük” formu içinde değerlendirilerek, Antlaşma’nın 38. maddesindeki “milliyet, dil, soy ya da din ayırt etmeksizin” Türk halkının “tümü” içine alındı. Bu nedenle Lozan Antlaşması Cumhuriyet döneminde Kürtler için bir dönüm noktası oldu: Meclis-i Mebusan’dan beri sorgulanan “Osmanlılık/Türklük” formu tartışmaları sonlandırılarak çok dilli, çok kültürlü ve çok inançlı bir toplumdan Türk milliyetçiliğine dayalı tekçi üniter devlet yapılanmasına geçildi. Ayrıca Lozan Antlaşması ile Kürdistan coğrafyası üçüncü kez (İlki, 1639’da Çaldıran Savası’ndan sonra yapılan Osmanlı-İran antlaşmasıyla, ikincisi, 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşmasıyla) bölündü.
Lozan’da İngiliz temsilci Lord Curzon, Türkiye’de yaşayan Hıristiyan azınlığın karşısına Müslümanları bir blok sayarak sorunu “dinsel bir platform” anlayışıyla ele aldığı için, Rumlardan, Ermenilerden, Musevilerden ve Nasturilerden söz etmesine karşın Kürtlerin adını bile anmadı. Curzon’un bu tavrı Misak-ı Milli kararlarını genel olarak onaylayan İngiltere’nin Kemalist Hükümet’le uzlaşma çabasını yansıtıyordu. Musul müzakereleri yürütülürken İnönü’de, “TBMM Hükümeti Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Milli meclise girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadır” diyerek çifte standartçı bir tutum sergiledi. Azınlıklarla ilgili sunulan tasarının Müslüman azınlıkları da kapsamasına karşı aynı İnönü, “Türkiye’de hiçbir Müslüman azınlık yoktur” derken, Batı Trakya’daki Müslüman azınlıkları sahiplendi.
Sevr’den Lozan’a uzanan süreçte oluşun ve milli bir reflekse dönüşen devlet ve hükümet politikaları günümüze kadar devam etmesine karşın, adeta bu iki çita/çit arasında gidip gelmeyi sürdürdü. Devlet, Türk milliyetçiğine dayalı bu stratejik hattın ardına sığınarak çifte standartçı tutumlar ve ulusal önyargılar ile kafasını kuma sokan deve kuşu misali “trajikomik” durumlara düşmekten kurtulamadı. Gelinen aşamada ise, ne Misak-ı Milli sınırları ne de Müslüman olmayan milletler için Lozan’ın koruyucu maddeleri kaldı. Hatay’ın ilhakı ile başlayan süreç Kıbrıs’ın işgali ile devam ederken, Osmanlının etnik, kültürel ve dinsel ayak izlerini takip eden AKP-MHP iktidarında, Irak, Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya müdahaleleri, Misak-ı Milli sınırları ile Lozan Antlaşması’nı ortadan kaldırıldı.