‘Her istediğine sahip olamazsın’ diyerek Temur ağayı reddeden Zarê ve ‘Hep fakirleri askere alıyorsunuz, zenginlere dokunmuyorsunuz. Temur ağa bunlar hep senin başının altından çıkıyor, seninle hesaplaşacağız’ diyen Seydo, yüzyıllardır sömürülen toplumsal yapının isyanını temsil etmektedir
Mustafa Süzen
“Ağrı Dağı’nın karlı girintilerine…
Elegez Dağı’nın kayalık yamaçlarına…
Kurmuştu göçebe Kürtler çadırlarını.”
1926 yapımı olan Zarê filminin, tarihte Kürtlerin yaşamını konu alan ilk filmlerden olduğu biliniyor. Konu olarak Kürt kızı Zarê ile çobanlık yapan sevdiği Seydo’nun aşkını konu ediyor gibi gözükse de aslında bununla beraber Kürtlerin kültürel yapısından inanış biçimlerine, sosyal yapılarından sınıfsal çelişkilerine kadar birçok konuyu ele alan politik bir film olma özelliği taşımaktadır. Ermeni yönetmen H. Beknazaryan’ın 1926 yılı yapımı filmi, 18. yüzyılda yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kalarak Sovyetler Birliği döneminde Kızıl Kürdistan olarak bilinen Laçin bölgesine yerleşen göçebe Kürtlerin yaşamını incelikle işliyor.
Ataerkilliğe eleştiri
Film Kürtlerin sosyal yaşamının temelini oluşturan ağa, şeyh ve devlet üçgenini büyük bir çıplaklıkla gözler önüne seriyor. 94 yıl önce sinema kavramının yeni başladığı, Charlie Chaplin filmlerinin oluştuğu bir dönemde bir halkın feodal yapıya karşı trajedisini ve mücadelesini işleyen bu film muazzam bir önem taşıyor. Aynı zamanda toplumdaki ‘kadın’ kavramını ve kadının nasıl haksızlığa uğradığını anlatan film ataerkil zihniyete de eleştiride bulunmaktadır. Bu filmin 94 yıl önce çekildiğini düşününce büyük bir başarı olduğunu görüyoruz.
Ağa, şeyh ve devlet
Erivan Valisi’ne Kürtler arasında beş bin gönüllü müfreze birliği kurması için bir mektup gelir. Bunun için de beş bin ruble gönderilmiştir ancak tabi ki bütün para yerel yöneticiler arasında paylaşılır. Üstelik askerler gönüllü olarak değil zorunlu olarak seçilmektedir. Sözde gönüllü asker seçimlerinde köy meydanında ağa, şeyh ve devlet yetkililerinin kirli ilişkileri gözler önüne serilir. Hatta asker alma işlemleri bittikten sonra bir çadırda oturan ağa, şeyh ve devlet yetkilisi topladıkları paraları bölüşürler ve alt yazıda “toplanan paralar kardeş payı yapılarak bölüşüldü” denir.
“Her istediğine sahip olamazsın” diyerek Temur ağayı reddeden Zarê ve “Hep fakirleri askere alıyorsunuz, zenginlere dokunmuyorsunuz. Temur ağa bunlar hep senin başının altından çıkıyor, seninle hesaplaşacağız” diyen Seydo, yüzyıllardır sömürülen toplumsal yapının isyanını temsil etmektedir. Filmin başlarında “Kürtler koyunları kadar aptaldır” diyen polis şefine filmin yarım akıllı karakteri olan Zarê’nin kardeşi Hiko, ablasını kaçıran ağaya “Şeref bizim için koyunlardan daha önemlidir” diyerek aslında polis şefinin zihniyetine de cevap vermektedir. Tabii ağa da tüm bunlara karşılık verir. Devlet yetkilisine rüşvet vererek Seydo’yu hapse attırtır, Hiko’yu vurur ve Zarê’ye ne yaparsa yapsın kendisini kabul etmeyeceğini anlayınca köylülere Zarê’nin bakire olmadığını söyleyerek köyden sürdürür.
Kültürün yağması
Kürtlerin yakın döneme kadar kültür ve sanatta ileri bir noktada olduklarını Kürtçe’nin Lorî lehçesi ile şiirler yazan Baba Tahir-i Uryan’dan görmekteyiz ve maalesef sahipsizliğin getirdiği sömürü ve yağmalar neticesinde İran edebiyatının temelini oluşturduğuna inanılır. Celadet Ali Bedirhan ise döneminde çoğu toplum Latin Alfabesine geçmemişken Latin Alfabesini kullanması ve hatta Viktor Hugo’dan Kürtçe’ye çeviriler yapması kültür ve sanat anlamında ne derece ilerici olunduğunun göstergelerinden bazılarıdır.
Önemli kaynaklar
Kürtlerin yakın dönem yaşayış biçimi ve toplumsal yapısını kapsayıcı biçimde ele alan iki kaynaktan biri Şeref Han Bitlisi’nin eseri olan Şerefname, diğeri ise Evliya Çelebi’nin Seyehatname’sidir. Şerefname yerini oğluna bırakarak yönetimden çekilen Bitlis’in emiri tarafından 16. yüzyılın son on yılında yazılmıştır. Bu kitap Kürt yönetici ailelerinin tarihini ele almaktadır. Bunların yanında yakın dönemde Kürdistan’a seyahat etmiş Avrupalıların gezi notları çoğu zaman birinci kaynak niteliğini taşımaktadır. Minorsky’nin İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Kürtler” makalesi de önem taşımaktadır. İngilizler Birinci Dünya Savaşı sırasında Irak’ı işgal ettiklerinde bu bölgelerde İngiliz düzenini kurmak ve devamını sağlamak istemişlerdir. Bu nedenle konsolların telgrafları, bölgeden gönderilen raporlar ve benzeri dokümanlar İngiliz Yabancılar Bürosu’nun arşivinde bulunmaktadır. Bunlar da önemli kaynaklar olarak değerlendirilir.
Kürtlerde şeyhlik
Kürtlerde ruhani önderler için genel olarak “bav, bavo, bavîkî” kelimeleri kullanılmıştır. Şeyhlere, toplum arasında sanıldığından daha büyük bir statü verilmiştir. Ara buluculukta başvurulan bir yer olmasının yanında çoğu zaman isyanlara da öncülük etmişlerdir. Halife Ömer döneminde İslam Ordusu ilk olarak Hristiyan ve Musevilerin kutsal kitabı olmasından dolayı, kutsal kitabının olmadığı düşüncesiyle Zerdüşt inancına sahip Kürtler ile savaşmışlardır. Savaş sonucu benimsenmiş din ve şeyhlik sisteminin ne derece yerleştirildiğini neredeyse Kürt coğrafyasının çoğu yerinde kullanılan şu değim açıklamaktadır: “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır”. Hiç şüphe yok ki sosyolojik olarak asimile ve devşirme kavramlarının ne kadar derin bir içeriğe sahip olduğunu gözler önüne seriyor. 20. yüzyılın sonlarına kadar Kadiri ve Nakşibendi tarikatları arasındaki çekişmeler yaşanmıştır. 18. yüzyıldan daha eski bir geçmişi olan Kadiriler 19. yüzyılda Kürt coğrafyasına giren Nakşibendi tarikatı karşısında zayıflamış ve son olarak Şeyh Said’in idamından sonra Nakşibendilerin daha baskın olduğu görülmüştür.
Ağalık
Ağalar ise daha çok diğer ağalara karşı ayaklanmış veya hareket etmek zorunda kalmıştır. Tabi ki bu bütün şeyhler için geçerli olmadığı gibi bütün ağalar için de geçerli değildir. Örnek verecek olursak bütün ağaların tasfiye edilip kontrol altına alındığı bir ortamda Haco Ağa (Ciwan Haco’nun akrabası olma ihtimali yüksek) isyanlara öncülük etmiştir.
1918’in sonlarına doğru İngilizler Kürdistan’ın işgal ettikleri bölgelerinde halkın genel eğilimini saptamak için seçim yapmışlardır. Özelde Güney Kürdistan halkının bağımsız Arap devletlerine katılıp katılmama eğilimini belirlemek amacı taşıyordu. Musul ve Erbil ovalarından toparlanan raporda “buraların halkı bizim onları Türklerden kurtarmış olmamızı yeterli saymıyor. Onları Arap hükümetlerini yegâne destekleyen sınıf olan toprak ağalarının zulmünden de kurtarmamız isteniyor” (Wilson’ın alıntısından/1931/112.) şeklinde belirtilmiştir. Bu da göstermektedir ki halkın büyük bir çoğunluğu sınıfsal bilince sahip ve ağalık karşıtı bir tavır içerisindedirler.
Tekrar filme dönecek olursak tüm bu toplumsal yapı içerisinde 1926 yılında çekilmiş Zarê filminin başarısının yanında neredeyse bir asırdır konu ve içerik olarak aynı şeylerin pişirilip önümüze konulduğunu düşününce yakın döneme kadar sinemanın ne kadar vasat bir durumda olduğunun kanıtı niteliğindedir.