Ergin Atabey*
Ben, Apê Musa’yı 1992 yazında Çewlig’in Kanireş ilçesinin Oxnut köyünde tanıdım. Hayır, o zaman Apê Musa’nın ulusal bilgemiz olduğunu bilmiyordum. Apê Musa ile randevumuz her akşam gün batımı vaktindeydi. Güneş Qerecehnime dağın ufkunu yakamozla kızıla boyarken Apê Musa çıkagelirdi. Oxnut’un Mehla Nehmalan tepesinde etrafında toplanır, heyecan ve sabırsızlıkla dinlerdik. Heyecan ve sabırsızlığımıza korkunun da karıştığını belirteyim.
Diriliş günleriydi. Dirilişin duygu ve düşünceleri bizi de etkisi altına almıştı. “Bizim” de bir gazetemizin olduğunu duymuştuk. Daha yeni yeni gençlik çağına adım atmış bir gruptuk. Köye gazete gelemediği için gazeteyi nasıl köye getireceğimizi uzun uzun konuştuk. Önce, her gün birimizin Çewlig ya da Kanireş’e gidip gazeteyi getirmesine karar verdik. Ama gençtik, ekonomik imkânlarımız yoktu. Sonra köy minibüs şoförüne aldıralım dedik. Bu da riskliydi. Ya duyulsaydı? Bir gün yine her zaman buluştuğumuz tepede konuyu harıl harıl tartışırken, baktık ki Hemê Abi bize doğru geliyor. O an “Tamam, buldum!” dedim.
Tepedeki büyük taşın üzerinde oturmuş arkadaşlarım merakla bana bakıyorlardı. Ben ise gülümseyerek, artık her gün “gazetemizi” alıp okuyacağımızın sevinciyle Hemê Abi’ye bakıyordum.
Hemê Abi, birkaç yaş bizden büyüktü. hiperaktifti. Yerinde duramıyordu. Odaklanma sorunu vardı. Her yönüyle farklıydı. Çok duygusaldı. Ama kızdığında ise hiç kimse onu tutamıyordu. Galatasaray fanatiğiydi. Çok güzel top oynardı. Koşmada kimse onu tutamazdı. Her ortamda herkesin sempatisini kazanırdı. Daha ortaokulu bitirmeden bu özelliğinden dolayı memur yapılmıştı. Çewlig’de memurdu. Hafta sonu köye geliyordu.
Artık her akşam “gazetemiz” geliyordu. Hemê gazeteyi alıp, spor gazetesiyle iyice sarıp, bantlayıp köyün şoförüne veriyordu. Bir de iyice tembihliyordu ki, ne kendisi ne de kimse açmasın. Aslında Hemê için kaygılanıyorduk. O dönem “gazetemizi” almak büyük riskti. Ama Hemê Abi hafta içi her gün “gazetemizi” bize ulaştırıyordu.
Apê Musa ile böyle tanıştık. Yazılarında bizi kendine çeken şey, her konuyu bir mesel ile açıp, bir mesel ile bağlamasıydı. Bu nedenle yazdıkları daha anlaşılırdı.
Yanılmıyorsam (son yazdığı) bizimle son sohbeti Hüseyin Deniz üzerineydi. Öfkeliydi, duyguluydu. “Kew”lere (Apê Musa işbirlikçilere kew derdi) ve sömürgecilere meydan okumuştu. Sesi Şerevdin, Qertalix ve Qorecehnime’de Biz de öfkelenmiş, duygulanmıştık. Yanlış hatırlamıyorsam Hüseyin Deniz’i uğurlarken, “Merak etme yeğen, ben de geliyorum” demişti.
Yıllar sonra hakikat arayışında yolum “gazetemizin” Kumkapı’daki binasına her düştüğünde, bir fırsatını buluyor ve arşiv kısmına geçip, o son (yazıyı) sohbeti okuyordum…
Evet, rüzgâr hâlâ kekik kokusunu taşıyor. Bize yine direnç ve umut düşüyor. Bundan hiçbir şikâyetimiz yok. Bu sırf kuru bir inattan ötürü değildir. Böyle olması hakikatimizin özünü oluşturduğu içindir. “Kim bu yolun zorluklarından şikâyet ederse, yolun dışına çıkmış demektir! Zorluklar, özgürlük yolunun ayrılmaz unsurlarıdır. Katlanmak, özgürlük aşkının gereğidir.”
* Yazar, Bolu F Tipi Cezaevi