Bugün Hrant Dink’in katledilmesinin 14. yıldönümü. Garo Paylan, yüzyıldır süren cinayetin arka planını anlattı
Hüseyin Kalkan
On dört yıl önce İstanbul’un orta yerinde bir milli mutabakat cinayeti işlendi. Devletin bütün kanatlarının içinde olduğu bir organizasyonca işlenen bu cinayet barışın ve kardeşliğin sesini susturmak için işlendi. Hrant Dink, sokak ortasında katledildi. Tarih 19 Ocak 2007 idi ama bu cinayet aslında yüzyıldır süren bir cinayetin son halkasıydı. Dink ailesinin, Hrant’ın arkadaşları inisiyatifinin adalet arayışı bir sonuca ulaşmıyor. Kamera kayıtları kayıp, gerçek zanlılar elini kolunu sallayarak geziyor. Bütün bunlar tesadüf değil. Bu cinayetin uzun yıllar önceye dayanan bir arka planı var. Bu arka plan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) iktidarı ile birlikte bir soykırıma evrilen, bir kırımın tarihidir. Hrant’ın İstanbul’un göbeğinde göz göre göre öldürülmesi bu kırımın bir devamdır. Bu cinayete eğer iyi bakarsak, bütün bir Cumhuriyet tarihini ve İTC iktidarını anlamamıza hizmet eder.
‘Hallolunmuştur’
Talat Paşa ve şürekası, 24 Nisan 1915 günü İstanbul’da Ermeni ileri gelenleri ve aydınlarını tutuklarken ve sürgün kafilelerini Deyr Zor’a yönlendirirken Birinci Dünya Savaşı’nın hayhuyu içinde kırımın olup biteceğini ve savaştan sonra kimsenin bunun sözünü etmeyeceğini sanıyorlardı. Bu yüzden de Talat Paşa telgraflarında “Ermeni meselesi hallolunmuştur. Fuzûlî mezalimle millet ve hükümetin lekedar edilmesine lüzum yoktur” diyordu. (Taner Akçam, “Ermeni Meselesi Hallolunmuştur.”)
Ama öyle olmadı. Üzerinden bir asırdan uzun bir süre geçti, Ermeni sorunu hâlâ Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olmayı sürdürüyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni savaştan sonra kırımda parmağı olan İttihatçıların B takımı kurdu. Temel politikaları yine bu kadrolarca oluşturuldu. Bugün hâlâ kırım reddediliyorsa nedeni budur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başladığı işi Cumhuriyet tamamlamıştır. Ancak bugüne kadar Cumhuriyet’i kuran kadroların, Ermeni kırımındaki sorumluluğu tartışılmamıştır.
Irk devleti projesi
İttihat ve Terakki’nin iktidarı ele geçirdiği devletin adı, hukuki olarak hâlâ Osmanlı İmparatorluğu’dur. Ama İttihatçıların darbesinden sonra devletin karakteri değişmiştir. Padişah artık bir simge olarak vardır. Bütün yetkileri elinden alınmış, sadece onun manevi etkisinden yararlanılmak için öylece bırakılmıştır.
İktidarda olanlar, artık Osmanlı’nın devamı değil, Türk milliyetçileridir ve milli bir devlet kurmayı önlerine koymuşlardı. Adına bugün Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz devlet, proje olarak da İTC’nin kuruluş yıllarına dayanır. Tabii ki onların hayalindeki sınır Turan’ı da kapsıyordu. Ancak koşullar, bugünkü sınırlara el verdi. Hatta bu sınırların bile hayal olacağı bir duruma doğru gidilirken, Birinci Dünya Savaşı, İttihatçıların imdadına yetişti.
Almanya’nın yanında savaşa girmelerinin en büyük etmeni Anadolu’yu baştan Ermeniler olmak üzere Türk olmayan halklardan temizlemekti.
İttihatçılar kurdu
Yenilginin kesinleşmesinden sonra Talat Paşa hükümeti 8 Ekim 1918’de istifa etti. Kasım ayında İTC liderleri Enver, Talat, Cemal, Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım yurt dışına kaçtılar. İttihat ve Terakki önderliğinin tasfiye olması, Mustafa Kemal’in önünü açtı.
Bir iki istisna bir yana bırakılırsa, yeni yönetici kadronun tamamı eski İttihatçılardan oluşmaktaydı. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Rauf Orbay, Fethi Okyar, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Celal Bayar, Adnan Adıvar, Şükrü, Rahmi, Çerkez Raşit ve Ethem, Bekir Sami, Yusuf Kemal, Celaleddin Arif, Ağaoğlu Ahmet, Recep Peker, Şemsettin Günaltay, Hüseyin Avni, Ziya Hurşit gibi milliyetçi isimlerin tümü eski İTC kadroları ve hatta Teşkilat-ı Mahsusa görevlileriydi.
İttihatçı hareketin basın ve propaganda sözcülerinden Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Akif Ersoy, Celal Nuri İleri, Yunus Nadi Abalıoğlu, Falih Rıfkı Atay ve diğerleri, Mustafa Kemal’in Anadolu’da başlattığı hareketin savunuculuğunu üstlenmişlerdi. Zaten Mustafa Kemal’in Anadolu’da başlattığı hareket de bir İttihat ve Terakki projesidir. Savaş kaybedildikten sonra Anadolu’ya geçip direniş başlatma planı onlarındı.
Suçluların yargılanması
İstanbul’da savaş ve soykırım suçlularını yargılamak için oluşturulan mahkemeleri işlevsiz hale getiren en önemli etken Mustafa Kemal’in yargılananlara sahip çıkmasıdır. Boğazlıyan Kaymakamı idam edildikten sonra, Mustafa Kemal bir bildiri yayınlayarak, başka idam olursa elindeki İngiliz esirlerini misilleme olarak idam edeceğini duyurdu. Bunun üzerine diğer idam cezaları yerine getirilmedi. Ayrıca Malta’ya sürülenleri de kurtaran Mustafa Kemal’dir. Bunlar İngiliz esirlerle değiş tokuş edilerek kurtarıldılar.
Bugün soykırımı inkâr edenlerin ve devletin argümanları, Ziya Gökalp’ın mahkemedeki savunmalarına dayanır. Bu tez, “karşılıklı öldürmeler” olduğuydu.
İTC, Osmanlı’dan çok Cumhuriyet’e aittir. Mustafa Kemal’in kurduğu ulus devletin temeli İTC tarafından atılmıştır. Bir ulus devlet olarak Cumhuriyet oradan başlamıştır. Bu tarihi arka plan Cumhuriyet’in neden Ermeni sorununun konuşulmasını istemediğini göstermeye yeter. Bu tarihsel arka plan aynı zamanda Hrant Dink cinayetinin neden aydınlatılmadığını da bize anlatıyor.
Ortak kaderin çocukları
Hrant Dink cinayetini yakından takip eden Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi’nde yer alan HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan ile Hrant Dink’i ve aydınlatılmayan cinayeti konuştuk. Devlet içindeki kanatların bu cinayeti birbirine karşı kullanmaya çalıştığını söyleyen Paylan, Dink’i şöyle anlatıyor: “Hrant Dink, Anadolulu bir Ermeniydi. Bu toprakların bir insanıydı. Uzun yıllar boyunca şeytanlaştırmaya çalışılan Ermeni kimliğini kamusal alana taşıdı. Bu önemli bir işti. Çünkü biz Ermeniler soykırımdan sonra üç kuşak boyunca susan bir toplumduk. Susuyorduk, susmamız salık veriliyordu, kendi isimlerimizi bile kullanamıyorduk.”
Geleceği konuşmak
Garo Paylan, Agos’un kurulmasının dönüm noktası olduğunu belirtiyor. Agos’la birlikte Dink, Türkiye’de Ermenilerin var olduğunu, Türkiye’de yaşadıklarını, başlarına büyük bir felaketin geldiğini görünür kılmış oldu. Paylan, şunları ekliyor: “Bir çığlık attı. Ve bu insanlar tarafından duyuldu. Hrant etkileyici bir kişilikti. En milliyetçi olanları bile on dakika içinde etkiliyebiliyordu. Ermeni meselesini Türklerle konuşmanın yolunu bulmuştu. Ermeni meselesinde milliyetçiliğe savrulmak kolay yoldur. ‘Siz bizim atalarımızı öldürdünüz’ demek kolay bir yoldu. Ama o zor olan yolu seçti. O felaketi samimiyetle anlattı. Ve o felaketin yalnızca Ermeni halkına değil, bütün Anadolu halklarına kaybettirdiğini söyledi. Samimiyetle bunu söyledi. Bir hınçla bunu yapmadı. Bir nefret sözü kullanmadı. Bir intikam için bunu yapmadı. Tam tersine barışın dilini ve sözünü kullandı. Bunu etkileyici bir şekilde yaptı. Elbette geçmişle yüzleşilmesi için büyük mücadele yürüttü ama, geleceğimizi de konuşmak istiyordu. Eğer geçmişle yüzleşmeyi becerebilirsek bu topraklarda halklar adil, eşit bir gelecek kurabilir diyordu. Hrant bir romantikti. O romantizmle umudu etrafında büyütürdü. İşte bu da bir tehdit olarak görüldü. İşte bu yüzden de Hrant’ı katlettiler.”
Ermeni kimliği
Türkiye’de yaşayan Ermenilerin nasıl bir ruh hali içinde olduğunu anlatan Garo Paylan, Ermenilerin yaşadıkları felaketle ilgili konuşamadıklarını belirtiyor. Agos işte bunun yolunu açmış. Paylan şunları söylüyor: “Seksen yıl susmak bir toplum için büyük bir yüktür. Babaannem Ermeni soykırımını yaşamıştı. O sessiz kaldı. Bizim babaannelerimizin hepsi sessiz kalmak zorunda kaldılar. Yaşadıkları felaketle ilgili konuşamıyorlardı. Babam da öyle. Babalarımızın kuşağı da sessizliğe bürünmüştü. Ama seksen yıl sonra Hrant bir çığlık attı. Yaşadığımız büyük felaketin sözcüsü oldu ve bizi kamusal alana taşıdı. Ermenilerle ilgili bütün nefret söylemlerini boşa çıkardı. Müesses nizamın bir nefret objesi olarak kullandığı Ermeni kimliğini normalleştirdi. Biz de diğer halklar gibi çok çeşitli karakterde insanları olan Anadolu’nun kadim bir halkıyız. Bunu normalleştirmek istiyordu.”
Hafızayı canlandırmak
“Hrant Dink, bütün hakikiliği ile bütün sahiciliği ile bütün gerçekliği ile Türkiye toplumunun karşısına çıktı ve insanları şaşırttı” diyen Paylan, Türk toplumunun daha önce böyle Ermeni görmediğini, Ermeni’nin ötekileştirildiğini, bir nefret objesi haline getirildiğini ekliyor: “Ama Hrant bütün sahiciliği ile halkın karşısına çıkıp hakikati anlattı ve insanlar Ermeni kimliğinin ne demek olduğunu anladı ve bu konuda da büyük bir başarı gösterdi. İnsanları etkiledi ve bir arada yaşama umudunu büyüttü. O yıllarda Kürt halkının da eşitlik ve özgürlük mücadelesi büyümekteydi. Bu mücadeleler buluştu. Diğer halklar da bu anlamda söz kurmaya başladılar. Lazlar, Çerkesler. Aslında bir şekilde hafıza canlandı. Yani ‘Hepimiz Türküz’ demeliyiz ezberini değiştirdi. Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız, ama farklılıklarımız var. Farklılıklarımızla birbirimize saygı göstererek bir arada yaşayabiliriz duygusunu büyütmeye çalıştı. Bunda da başarılı oldu. Bunun için de hedefe kondu.”
Ezberleri bozdu
Garo Paylan, Hrant Dink’in nasıl Ermeni kimliğine dönük ezberleri bozduysa Ermeni diasporasının ezberlerini de bozduğunu belirtiyor. Paylan, diasporaya milliyetçiliğin hakim olduğunu belirterek şunları ekliyor: “Anlaşılır bir şekilde atalarının başına gelen büyük felaketin hesabını sormak istiyorlardı. Ama milliyetçi bir dille bunu yapıyorlardı. Türk ve Kürt halkından hesap soran bir dil kullanıyorlardı. Oysaki Hrant şunu söyledi: Biz Türkler, Kürtler, Ermeniler ortak bir kaderin çocuklarıyız. Geçmişte başımıza gelen büyük felaketin sorumlularından elbette hesap sormalıyız ama bu Türk halkının, Kürt halkının, Ermeni halkının birbirinden nefret etmesini gerektirmez. Biz ortak yaşamı savunmalıyız diyen bir dil tutturdu. Soykırımcı bir ideoloji var, ondan hesap sormalıyız. Irkçı ideolojinin karşısına başka milliyetçi bir ideolojinin konulmaması gerektiğini söyledi. Bu söylem diasporayı da etkiledi. Diasporadaki ezberler Hrant’la birlikte büyük oranda değişti.”
Sabiha Gökçen haberi
Hrant Dink’in insanları etkilediği, hafızayı canlandırdığı için bir tehdit olarak görüldüğünü belirten Paylan, Sabiha Gökçen ile ilgili haberin bir dönüm noktası olduğunu söylüyor. Paylan, şunları belirtiyor: “Özellikle Sabiha Gökçen’in bir Ermeni yetimi olduğu haberinden sonra Genelkurmay Başkanlığı Hrant Dink’i doğrudan hedef alan bir deklarasyon yayınladı. Ardından Hrant’ın Türklüğe hakaret ettiğine dair davalar başladı. Irkçı odakların hedefine kondu Hrant. Gazetesinin önünde tehdit edildi. Mahkeme salonlarında saldırıya uğradı. Gazete manşetlerinde Hrant Dink hedefleştirildi. Cinayete giden yolun taşları bu şekilde döşendi.”
Milli mutabakat cinayeti
Dink cinayetinin bir mutabakat sonucu gerçekleştiğini vurgulayan Paylan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Devletin içindeki çeşitli kanatlar 14 yıldır bu cinayeti birbirine yıkmaya çalışıyorlar. Ama ortada bir hakikat var, Hrant’ın öldürüleceğini devletin bütün kanatları biliyordu. Hrant Dink cinayetini devlet örgütlemiştir. Devletin içindeki bütün istihbarat birimleri ve bütün kurumlar Hrant Dink’in öldürüleceğinden haberdarlardı ama Hrant Dink cinayeti durdurulmadı. Hrant Dink bütün o müesses nizamın güçleri tarafından ortak bir ‘düşman’ olarak belirlenmişti ve tehlikeliydi, onun için ortadan kaldırılmalıydı. Böyle bir mutabakat vardı. Bunun için de 14 yıldır adaleti bulamıyoruz.”
Paylan, Dink davasının son durumu ile ilgili değerlendirmesini paylaşarak sözlerini bitiriyor: “Bir cinayet davası sürüyor. Belki önümüzdeki aylarda mahkeme bir karar verecek ama gerçek adalete ulaşmadığımız bir karar olacaktır. Ne istihbarat görevlileri mahkemede sorgulanabildi, ne diğer kamu görevlileri ile ilgili etkin bir soruşturma yürütülebildi. Dink cinayeti davası devlet içinde hesaplaşmaların bir aracına dönüştürülmüş durumda. Bu davada ben herhangi bir şekilde adalet beklemiyorum.”