Rakel Dink, Hrant Dink’e veda konuşmasında şöyle demişti:
“Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…”
Thomas Hobbes, henüz kadınların “insandan” sayılmadığı 17. yüzyılın filozofudur. Onun “insan insanın kurdudur” dediği yüzyılda bu “erkek erkeğin kurdudur” demek oluyordu. Hobbes o “karanlık dünyada” erkekler hakkında böyle konuşuyordu.
Aradan yüzyıllar geçti. Kadınlar bu “kurtlar sofrasına” karşı seslerini yükselttiler. Kadının sesi “kurtlar kavgasının” orta yerine atılan “beyaz tülbent”in bir yaprak hışırtısına benzer sesiydi. Feminzm “erkek egemenliğinin karanlığında” bir ateş böceği gibi aydınlık yarattı.
Şiddet bugün de egemen.
Ama, erkek egemen toplumun kadına karşı en büyük şiddeti, kadın toplumunun içinden “erkekleştirdiği kadınları” en kanlı ve kirli amaçlarına alet edebilmesidir.
Böyle “erkekleştirilmiş” kadınlar, “gündüz insan gece kurt” gibidirler. Kadın kılığında erkeklerdir bunlar. Erkek egemenliğine “boyun eğmenin” en kirli biçimi, kadının erkekleşmesidir.
Size yakın tarihten bir isim verelim: İrma Grese. Bu kadını Hitlerci erkek egemen Alman toplumu “bir bebekten yaratmıştır.” Toplama kamplarında yüksek rütbeyle gardiyanlık yapmıştır. Esir kadınları aç köpeklere yedirmiştir. Savaştan sonra idam edilmiştir. Öyle yaşlanıp da ruhu katılaşmış birisi değildi. İdam edildiğinde 22 yaşındaydı. Faşizm erkek egemenliğinin terörist diktatörlüğüdür. İrma Grese işte bu terörist diktatörlüğün “bir kadından bir canavar” yaratmasının kurbanı oldu.
O halde şimdi bizdeki İrma Grese’ye bir göz atalım.
Mehtap Yılmaz’a…
Mehtap Yılmaz’ı kim ‘erkekleştirdi’?
Homofobi, kendi “erkekliğinden şüpheye” düşmüş erkeğin erkeklere karşı en kirli silahı. Bu öylesine kirli bir silahtır ki, “erkek erkeğin kurdudur” sözünü doğrular.
Türk İrma Grese, yani Akit yazarı Mehtap Yılmaz, bu “erkek silahını” kuşanan bir kadındır. Vaktiyle kocası Prof.’la birlikte içinden çıktığı Cemaat’in başındaki Fethullah Gülen’e “sümüklü homo” diyen bu kadındır. Bu iğrenç lafları kocasını Antep’te Üniversite rektörü yaptırmak ve yakasını “FETÖ” suçlamasından kurtarmak için etmiştir. Tek adama tapınma hali öyledir ki, “kadınlık onurunu” ayaklar altına alabilmiştir:
“Erdoğan emretsin, 12 yıllık evliliğimi yıkarım” diyendir O.
Erkek egemenliğinin faşizmi, yalnız “erkeği, erkeğin kurdu” yapmakla kalmaz, tuzağına düşürdüğü “kadını da kadının kurdu” haline getirir. Bakın 24 Haziran’ın “Saray’ı korkutan” kampanya günlerinde Mehtap Yılmaz, Akşener hakkında nasıl konuşmuştu:
“Toros bu, Meral Akşener! Feride
Toros bu işte…
İnsanı böyle dönüştürür…
‘Bize gelenin gömleğini çıkarmasına gerek yok!’ diyor…
‘Ay her türlü kabulümsünüz ayoool!’…”
Küçücük beyniyle “Toros bu” sözcüklerinin yüksek sesle okunduğunda kulağa “orospu” diye yansıyacağını “düşünmüş” iğrenç.
Erkek egemenliğinin zavallı bir tutsağı olmuştur. Bu tutsaklık onu 3. Havalimanı inşaatında çalışan işçilere “itler” demeye kadar vardırmıştır. Bir kadından ağzı salyalı bir erkek yaratan karanlığın içinden şöyle yazdı:
“Senelerdir süren 3. Havalimanı inşaatı çalışanları, tam da açılışa beş kala bitlendiyse… Tahtakuruları yiyip bitirdiyse… Burada bir çapanoğlu değil, pek çok çapanoğlu aramak lazım! Hele bir de HDP-PKK işin içine girdiyse… CHP’nin “her evden bir oy HDP’ye” diyerek meclise taşıdığı HDP… İşte orada duracaksın arkadaş! Bu işte bir tezeklik arayacaksın! Şayet bu itler, bitlendik falan diyorsa da üzerlerine biber gazı sıkıp, içlerindeki şeytanı çıkartacaksın!
Madem kaşınıyorlar! Madem “kaşı beniii, kaşı beniii” diye debeleniyorlar! Madem bitlendik diye kuduruyorlar! Birilerinin bu itlerin kafasındaki bitleri ayıklayıp içeri tıkması lazım!”
Şimdi Mehtap Yılmaz’ın bir “toplama kampında” gardiyan olduğunu düşünün.
Alman pagan faşizmi bir kadından İrma Grese’yi yarattıysa, Türk İslami faşizmi de bir kadından Mehtap Yılmaz’ı yarattı.
Erkek egemen faşizmin “asimile” ettiği bir kadındır Mehtap Yılmaz.
Cumhuriyet gazetesinin ‘geleneği’
“Resmi tarih” diyoruz ya, yani yalanların tarihi. Şu sıralar Cumhuriyet’i ele geçiren Alev Coşkun, Mustafa Balbay ekibinin de “Cumhuriyet Gazetesi tarihi” ile ilgili uydurmaları bu resmi tarihin bir parçası. Onların yazdıklarını okursanız, sanırsınız ki bu gazete “doğduğu günden beri” hep “aynı geleneğin”, Kemalizmin çizgisinde yürümüş.
Gazeteyi Yunus Nadi kurdu der dururlar. Öyle mi acaba?
Gazete “üç ortak” tarafından kuruldu. Ortaklardan biri Nebizade Hamdi, diğeri ise (sıkı durun) Zekeriya Sertel’di.
Zekeriya Sertel’in adı Sabiha Sertel’le birlikte anılır. Sabiha Sertel TKP üyesiydi. Zekeriya Sertel ise 1957 yılında kurulan ve TKP tarafından yönetilen Bizim Radyo’nun ilk Başredaktörüydü. Ondan görevi Aram Pehlivanyan almıştı, ondan sonra da gazetemizin yazarı Veysi Sarısözen görevi devam ettirmişti.
Yani Zekeriya Sertel Cumhuriyet Gazetesi’nin üç kurucusundan biriydi. Ateş ve Balbay “gelenek” açısından bu işe ne diyor acaba? Onlara okutalım: “Yunus Nadi (Abalıoğlu), 7 Mayıs 1924 tarihinde Cumhuriyet’i iki ortağı Nebizâde Hamdi ve Zekeriya Sertel ile birlikte -günümüzde Pembe Konak adıyla anılan- eski İttihat ve Terakki Fırkası Genel Merkez binasında kurdu ve gazeteyi yönetmesi için Zekeriya Sertel’i görevlendirdi.”
Hem de gazeteyi tıpkı Hasan Cemal ve Can Dündar, Murat Sabuncu gibi yönetmiş. Vay canına.
Gazetenin ilk sayılarının yazarlarından birine de bakalım: Vedat Nedim Tör. O sıralar henüz “dönek” değil. Bırakalım dönekliği “1920’li yılların en önemli komünistlerindendi. Şefik Hüsnü Deymer’in yurtdışına çıkması sonucunda TİÇSF (Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası) Genel başkanlığını yapıyordu. Şimdi tasfiye edilen Aydın Engin ve Güray Tekin Öz de TKP geleneğinden gelen yazarlardı. Acayip değil mi? Bu iki isim mi geleneğe uyuyor, yoksa Balbay mı?
Bunlar “millici” ve de “kuvvacı” malum. Yani Ermeni soykırımını yapanların devamcıları. İyi de bu gazeteyi kurulduğundan 1934 yılına kadar kim dağıtmış? Artin efendi. Gelenek şahane.
Balbaylar, gazeteden ayrılanları “liberallikle” suçlamakta. “Geleneklerine aykırıymış.” Etmeyin. 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı destekleyen Yunus Nadi’nin Cumhuriyet’i değil miydi? Bir bakıma ANAP ya da AKP’nin ilk dönemine benzer bir “liberal” partiydi SCF. Gelenekte çizik var.
Bunlar sabahtan akşama kadar “yetmez ama evet” diyenlere küfrederler. Onların gazetesi “Yetmez ama evet” demek şöyle dursun; Kemalist rejime “Artık yeter, söz milletindir” demedi mi? Bu gazete 1955 yılına kadar Menderes’in partisini destekledi. Hem de ne destek: Geleneğin babası Nadir Nadi bu partinin listesinden milletvekili seçildi. Geleneğin lastiği patlak.
Artık çok yazıldı: 2.Dünya Harbi’nde Stalingrad zaferine kadar bu gazete Hitler yanlısıydı.
Ama bir de çok önemli “tesadüften” söz etmeliyiz:
Gazetedeki “adli kavga”, 2016 yılına kadar “eski yönetimin” lehineydi. Birden 29 Eylül 2016 yılında Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem “eski kararın” aksine Alev Coşkun ile Balbay’ı haklı buluverdi?
Ne olmuştu? Ne olacak? “Kontrollü darbe olmuştu, OHAL ilan edilmişti ve de Ergenekon Cemaati ve ordudaki Batı yanlılarını tasfiye etmişti.” Saray’la koalisyon kurulmuştu.
Tam o sırada da Mustafa Balbay kişisel tweet hesabından şunları yazmıştı: “Cumhuriyet’te FETÖ’cülükten Kürtçülüğe kadar her şey serbest, CHP milletvekili olarak yazı yazmak yasak”.
Ve çok az sonra, yani 31 Ekim’de şimdi ayrılan gazeteciler, hem “Vakıf Toplantısında usulsüzlük”, hem de “FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” iddiasıyla gözaltına alınıp, tutuklanmıştı. Erdoğan’a yazılan “ihbar mektubuna” değinmeye bile gerek yok.
15 Temmuz’da darbe. 29 Eylül’de Vakıflar Genel Müdürü’nün açıklaması, bir iki gün sonra Balbay’ın tweeti, 31 Ekim Cumhuriyet’e karşı operasyon. Ve iki yıl sonra da “son darbe”…
Yaşanan “post modern kayyım” hadisesidir.
Şimdi Balbay ve tayfası “FETÖ’ye ve Kürtçülüğe karşı Saray’la birlikte”.
Muhalefetleri de “tatlı su muhalefeti”. Erdoğan Katar şeyhinin hediye ettiği uçakla uçamazmış. Adam binmiş Türkiye’nin sırtına gidiyor kıyamete.