• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
7 Haziran 2025 Cumartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Manşet

Türkiye’de yurt hakkı pratikleri: Yakılan köyler, travmalarla dolu göç hafızası

10 Nisan 2023 Pazartesi - 00:00
Kategori: Manşet, Savunmanın Sözü, Yazarlar
Türkiye’de yurt hakkı pratikleri: Yakılan köyler, travmalarla dolu göç hafızası

Sahici bir dönüş politikası yürütülecekse insanların zararları tazmin edilmeli, boşaltılan yerlerdeki mayınlar temizlenmeli, sivil toplum kuruluşlarının bölgede etkin bir çalışma yapmasını sağlayacak koşullar oluşturulup bölgesel kalkınma planları hazırlanmalıdır

Baran Elma*

Maraş merkezli deprem sonrası milyonlarca insan evsiz kalmış ve zorunlu olarak yaşam alanlarından göç etmek durumunda kalmıştır. Deprem sonrası konuşulmaya başlanan “Zorunlu Göç” aslında bu toprakların aşina olduğu bir gerçeklik. İsmi bazen iskan, bazen mübadele, bazen de yerinden etme olsa da egemen ulus tanımının dışındaki herkesin ya şahsen ya da tanıdıkları vasıtasıyla deneyimlediği bir travma bu. Zorunlu göçler bazen yasal olarak düzenlenen normlarla yapılmış bazen de egemenin kendi yasalarına bile riayet etme kaygısı duymadan yapılmıştır. Ancak her ne şekilde olursa olsun yasal değerlendirmelerden azade tüm bu pratiklerin meşru ve hak eksenli olmadığı, hesaplaşmaya muhtaç olduğu aşikardır.

Göçe zorlamalar kendisinden sonra hep çok ağır travmalar doğurmuştur. Kültür sosyolojisinde bu olguyu kültürel travma olarak niteleyenler bu yorumlarını kolektif kimliğin inşası ve kolektif hafızanın tesisine ağır darbe, mekan ve an bağlamında toplumsal aidiyetin kapanmayacak kadar derin yaralar alması argümanlarına dayandırmaktadır. (Kültürel Travma Olarak Zorunlu Göç, Ferhat Tekin)

Türkiye’de zorunlu göç pratiklerinin en yaralayıcı örneklerini 1984 sonrası köy boşaltma ve köy yakmaları oluşturur. Dönemin salt güvenlikçi bakış açısı ile sivil ve askeri bürokrasi, kırsal yerleşimlerde hayatını idame eden insanlara koruculuğu dayatmış, PKK’ye karşı silahlanmalarını istemiştir. Koruculuk dayatmasını kabul etmeyen köyleri ise boşaltmış, direnç gördüğü yerde de bu köyleri yakmıştır. Öyle ki Bahar Kılıçgedik’in hazırladığı haberde faili meçhuller için 2013 yılında Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı’na gizli tanık olarak ifade veren bir er, “1994’te Hazro, Lice, Hani ve Kulp’a bağlı 30 köyü yaktık” ikrarı ile bir dönem sırf köy yakmak için tabur kurulduğunu belirtmiştir.¹ İnsan Hakları Derneği’ne göre Türkiye’nin göçe zorlama konusundaki dosyası çok kabarık: 1990-1999 yılları arasında 3688 yerleşim alanında 3 milyonu aşkın insan bu şekilde göçe zorlanmıştır.

Boşaltılan köylerde toprakların asıl maliklerinin yerini korkunç bir askeri dominasyon almış, bölgelerin demografik dengesi altüst olmuştur. Yerinden edilen insanlar üretim ve yaşam alanlarından aniden koparılmış, kimlik ve kişiliklerini oluşturdukları yerden mahrum kalmış, göçtükleri şehir çeperlerinde fiziksel ve psikolojik travmalar, sağlıksız çevre ve barınma koşullarında yaşam, yol-su-elektrik ve altyapı sorunu, ikinci sınıf insan muamelesi görme, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık, kadınlar için aile gardiyanlığında ataerkil denetim, iş bulamama, çocuk işçiliği, en  kötü işlerde ve bariz bir sömürü usulüyle çalışma, sosyal uyumsuzluk, içe kapanma ve yalnızlaşma, aidiyetsizlik, asimilasyon gibi sayısız sorunla karşı karşıya kalmıştır.

Kentlere göç etmek zorunda kalan insanlar aynı şiddeti yaşadıkları için kader birliği noktasından hareket ederek kendi gibi göçen insanlarla etkileşti, böyle bir network inşa etti, kültürlerini kaderdaşları ile paylaşarak yeniden var etmeye çalıştı. Bu sayede köylerde doğan politizasyon kentlere taşınmış oldu, metropoller heterojenleşmiş oldu. Ancak yukarda sayılan sorunlar (özellikle dil kaybı ve doğal sömürü içeren emek koşullar) öylesine yoğundu ki bu gelişmeler çokça gölgede kalmıştır.

2000 sonrası dönemde uyum sürecinin de etkisiyle köy boşaltmalar dursa da acele kamulaştırmalar, baraj ve HES’ler, özellikle sınırdaki yerleşim alanlarında insansızlaştırmalar, çıkarılan yangınlar, çıkan yangınlara “orası komple yanarsa içeride terörist de kalmaz” mantığı ile yapılmayan müdahaleler bu göçlerin daimi olarak sürmesine ve bölgenin insansızlaşması amaçlanmış ve kısmen de olsa buna neden olunmuştur.

Çok uzun yıllar yakılan veya boşaltılan bu köylere dönüş izni verilmemiştir. Sonradan geri dönüşüne müsaade edilen yerleşimlerde ise vali ve kaymakamlarca verilen matbu dilekçelerle köylülerin yerlerini “terör nedeniyle” terk ettiklerini beyan etmeleri, maddi ve manevi tazminat alacaklarının önemli kısımlarından feragat etmeleri istenmektedir. Halbuki yıllardır hiçbir beşeri faaliyetin görülmediği yerlere bir altyapı sağlanmadan, mevcut mayınlar temizlemeden, sahici bir dönüş politikası arzulanmadan mağduriyetlerin giderilmesinin imkanı yoktur. Sahici bir dönüş politikası yürütülecekse insanların zararları tazmin edilmeli, boşaltılan yerlerdeki mayınlar temizlenmeli, sivil toplum kuruluşlarının bölgede etkin bir çalışma yapmasını sağlayacak koşullar oluşturulup bölgesel kalkınma planları hazırlanmalıdır.

Türkiye’nin yerinden etme hususunda ulusal ve uluslararası hukuka riayet edecek biçimde insan onuruna yaraşır, BM ilkeleri ile uyumlu bir teorik planı ve pratiği olmadı. Yüzleşme, hesaplaşma, özür ve tazminat her sosyal yara gibi bunu da iyileştirecektir. Böyle bir hesaplaşma olmadıkça demokratik, adil ve katılımcı bir tahayyül olarak kalmaya mahkûm olur.

*Stajyer avukat, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Üyesi

  1. ( https://t24.com.tr/haber/biz-koy-yakma-taburuyduk-1994te-30-koyu-yaktik,243668 )
PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

‘İktidar İmralı ile görüştü istediği sonucu alamadı’

Sonraki Haber

Kanserleşmiş kente karşı ekolojik köyler

Sonraki Haber
Kanserleşmiş kente karşı ekolojik köyler

Kanserleşmiş kente karşı ekolojik köyler

SON HABERLER

Demokratik toplum çağrısı ve Ortadoğu

Demokratik toplum çağrısı ve Ortadoğu

Yazar: Yeni Yaşam
7 Haziran 2025

Yahya Orhan: Artık kendimiz için çalışacağız!

Hafız Akdemir: Özveri, disiplin ve tevazunun timsali

Yazar: Yeni Yaşam
7 Haziran 2025

El koyma, çökme, ele geçirme

Gerçeklerin iz düşümünden ekoloji politik çıkışa

Yazar: Yeni Yaşam
7 Haziran 2025

Hak savunuculuğunun bedeli!

İzBB grevinin hatırlattıkları…

Yazar: Yeni Yaşam
7 Haziran 2025

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın sorumluluğu…

İzmir’in şişmanı, işçi düşmanı!

Yazar: Yeni Yaşam
7 Haziran 2025

ABD seçim sonuçları ve  kötülüğün ardına kadar açılan kapıları

Eşitlik ve özgürlük ya da ortak hayallerin şafağında

Yazar: Yeni Yaşam
7 Haziran 2025

Amed’deki yangınla ilgili 4 gözaltı

Amed’deki yangınla ilgili 4 gözaltı

Yazar: Yeni Yaşam
6 Haziran 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır