Rojava’nın Amude kentinde Afrin’de Demografik Değişim ve Etnik Temizlik adlı uluslararası forumunda tanıklar ve uzmanlar önemli tespitler yaptılar. Bunlar arasında en dikkat çekeni Modern Tarih ve Ortadoğu Uzmanı Dr. Fereh Sabır’ın, Türk devletinin Afrin’deki uygulamalarını ‘jenosid’ diye tanımlamasıydı. Konuşmacıların çoğu da katıldığı bu tespitle Afrin’de yaşananları gerçekten tanımlamak mümkün mü?
Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948’de onaylanan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde soykırıma ya da jenoside şu tanım getiriliyor:
Ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
(a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
(b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi,
(c) Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
(d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemler almak,
(e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek.
Dikkat edilirse BM’nin tanımlamasında ‘bir gurubun tamamı ya da bir kesimi’ ibaresi kullanılıyor. Bu çerçevede Türk devletinin, Kürtlerin Türkiye’de anadillerini konuşmalarını ve kültürlerini yaşatmalarını engellemesi bir yana, sadece Afrin’deki uygulamaları dahi bizlere birçok şey söylemektedir.
Suriye devletinin resmi kayıtlarında Afrin’in demografisinin neredeyse tamamının Kürtlerden oluştuğu tescillidir. Coğrafyası da tarihten beri Kürt Dağı olarak tanımlanmaktadır. Bunlar dikkate alındığında Afrin’in bir Kürt yurdu olduğu kuşku götürmüyor.
Ancak Türk devleti ve ona bağlı grupların 20 Ocak 2018’deki saldırısından sonra Afrin tam bir savaş alanına döndü. Yüzbinlerce insan yerinden, yurdundan olup, göç etmek zorunda kaldı. Kürtlerden boşalan yerlere ise Afrin’in dışından getirilen insanlar yerleştirilmeye başlandı. Hala devam eden bu uygulama üstelik planlı ve sistemli bir şekilde yapılıyor. Tıpkı Talat Paşa ve İttihatçıların 1915’te Ermenilere uyguladığı ‘yerleşim yerlerinde Ermeni nüfusunun yüzde 5’i geçmemesi’ uygulamasına benzer şekilde. Erdoğan ve AKP hükümeti de bugün Afrin’de tüm köy ve kasabalarda, hala evlerini terk etmek istemeyen Kürtlerin nüfusunun yüzde 5’i geçmemesi kuralını uyguluyor. Bu köy ve kasabalardaki yüzde doksan beşlik geri kalanı ise Afrin’in dışından getirilen Araplar ve Uygur Türkistan’ı gibi Suriye dışından getirtilen yabancı çetelerin aileleriyle tamamlıyor. Bu şekilde de Afrin’in demografik yapısı tamamen değiştirilmeye çalışılıyor.
Afrin’e girmesi ve sonrasındaki dönemde yüzlerce sivilin öldürülmesinin yanı sıra Afrin’den hala ayrılmak istemeyenlere yönelik ise, denetimindeki grupların eliyle, sistematik baskı uygulamaya devam ediyor. Bu politikanın sonucu olarak şimdiye kadar Afrin’de 2500 insan kaçırıldı ve ailelerinden fidye istendi. Bu şekilde halkın elindeki üç-beş kuruş da alındı. 1915 Ermeni Katliamı’nda Ermenilerin elindeki üç-beş kuruşları nasıl ki, trenlere bindirilme ücreti, daha doğru bir ifadeyle ‘sürgüne nakil’ ücreti adı altında alındı, parası olmayanlar ise ölüm yollarına sürülerek, yollarda çetelerin saldırıları ve hastalık sonucu ölmelerine neden olunduysa, Afrin’de de kaçırılan 850 kişiden, aileleri fidye ödeyemedikleri için, hala haber alınamıyor.
Öte yandan Osmanlı İmparatorluğu nasıl ki Muhacirlerin Mallarına ilişkin bir yasa çıkararak Ermenilerin mallarının talanını resmi hale getirdiyse, Afrin’de de insanların evleri, malları, mülkleri kameraların önünde hiç gizleme gereği dahi duyulmadan talan ediliyor. Buna direnenlere ise işkence yapılıp, işkence görüntüleri de bilinçli bir şekilde sosyal medya üzerinden dağıtılıyor. Bu şekilde Kürtler arasında korkuyu yayarak, yerinden ayrılmak istemeyen Kürtler göçe zorlanırken, göç edenlerin de geri dönme istemi kırılmaya çalışıyor. Yaşadığı baskılardan dolayı Afrin’den kaçmak isteyen özellikle Kürtler için de bu gruplar eliyle yollar oluşturuluyor. Son aylarda binlerce Kürt, çok az bir para karşılığında Halep, Şahba ya da Türkiye sınırına ulaştırıldı. Tüm bunları yaparken de adeta halk kendisi çıkmak istemiş gibi bir mülteci dramı yaratılıyor. Hala devam eden bu uygulamalarla da uluslararası kamuoyu nezdinde adeta ‘insanlar kendileri göç etmek istiyor, biz zorla çıkarmıyoruz’ imajı yaratılmak isteniyor.
Tabi sadece bunlarda değil, köylerin, mahallerin Kürtçe isimleri değiştirildi, Kürtçe eğitim tamamen kaldırıldı, Kürtçe konuşmak dahi neredeyse yasak hale getirildi. Kültürel asimilasyona hız vermek için Alevilerin cemevleri, Nuri Dersimi’nin türbesi ve çok sayıda mezarlığın da aralarında bulunduğu birçok kutsal mekan yıkıldı. Tarihi eserler çalındı. Tüm bunların tek bir amacı vardı, bölgenin yerli halkı Kürtlere ait herhangi bir kalıntı bırakmayarak, Afrin’de kültürel asimilasyonu kısa zamanda tamamlamaktı.
BM’nin tanımlaması dışında bakıldığında tüm bunlara ne demek lazım? Jenosid mi, işgal mi, ‘kurtarma operasyonu’ mu? Karar okuyucunun…