“Bir balıkçının ağının ağırlığı yakaladıkları hakkında kendisine bir şeyler söyler.”
Walter Benjamin
1 Ekim itibarıyla ağımıza takılanlar bize elbette bir şeyler söylüyor. İkinci çözüm sürecinin denendiği bir zaman koridorundayız. Açıkçası toplum bu karanlık koridordan yeni, çağdaş ve müreffeh dünyaya açılacak, nefes alabilecekleri bir pencere açılmasını bekliyor. İçlerine Hobbes kaçmış bazı kesimlere göre bu pencere devlet inisiyatifinin gücüyle açılacak. Gıdım gıdım özgürlük ve barış, gümbür gümbür güvenlik ve şiddet arzusu ile donatılmış devlet inisiyatifi bu pencereyi nasıl açabilecek, çok merak ediyoruz.
Dahası ne anlamalıyız devlet inisiyatifinden? Canım isterse savaş, canım isterse barış ilan etme keyfiyetini mi, seçme seçilme hakkının tek partili dönemde olduğu gibi askıya alınmasını mı, ülkenin yerel yönetim aklının çökertilmesini mi, ülke sınırlarının bilmediğimiz dehlizlerin içine çekilmesini mi? Eğer inisiyatiften kasıt tecridin sürdürülmesi, savaş ve şiddetin tırmandırılması, demokrasinin düşmesi-otoritarizmin yükselmesi, muhaliflere yönelik yargı ve kolluk gücünün operasyonel faaliyetlerinin rutine binmesi, meclisin notere dönüşmesi, yerel yönetim aklının feshedilmesi ise o zaman Belfastlı devrimci Bobby Sands’ın deyimiyle “müzakereler bir oyundur” tezi ağırlık kazanır. Yok eğer gerçekten bahsedilen iç ve dış riskler konusunda etik ve politik kaygılar varsa, Kürt meselesinin demokratik çözümü bu riskleri bertaraf etmenin omurgasıysa o zaman neden bunun aksine olan pratiklerde ısrar ediliyor?
Zaman koridorunun karanlığında topluma dayatılan nefessiz ve umutsuz bekleyiş yüz yıldır sürüyor. Yüz yılık dayatmanın faili devlet inisiyatifi. “Devlet inisiyatifi” sanki ilk defa icat edilmiş gibi pişirilen yeni kutsal. Nedir bu yeni kutsal? Aslında hiçbir şey yeni değil; ve aslında devlet kuramı hakkında üç-beş makale okuyan herkes bilir ki devlet denilen olgu ontolojik olarak toplum karşısında icat edilmiş elitlerin inisiyatifinden başka bir şey değil. Özellikle ezilen halklara, topluluklara ve sınıflara karşı devlet her zaman radikal bir inisiyatiftir. Bu inisiyatif güç, şiddet ve saadet ile donatılmıştır. Birileri devletin topluma karşı bir inisiyatif olduğunu ilk kez keşfetmiş olabilir. Bu inisiyatifin gazabına uğrayan Kürtler başta olmak üzere ezilen, sömürülen, sürülen, inkar, imha ve asimilasyona maruz kalan gruplar devletin kesintisiz bir inisiyatif olduğunu devletin sahiplerinden önce keşfetmişler.
Devlet inisiyatifinin ajandasında iki tip barış modeli var: Birincisi kuralsız barış, diğeri ise alarmist barış…
Kuralsız barış
Neo-liberalizmin bilindik kuralı kuralsızlıktır. Seksenli yıllardan bu yana küresel ölçekte politika, iktisat, sosyoloji ve yaşamın bizzat kendisi kesintisiz bir şekilde kuralsızlaştırma stratejilerine tabi tutuluyor. Bu stratejiler sonucunda öngörülemez, belirsiz bir dünya yaratıldı. Öngörülemez dünya kendi kendini çürüten bir noktaya geldi. Kimin frene, kimin gaza basacağı artık bilinmiyor. En ufak hata büyük yıkımlara gebe. Tıpkı soğuk savaşın son dönemleri gibi.
Böylesi bir konjonktürün içinden çıkabilecek barışın temel koşulu kuralsız olmasıdır. Zira neoliberal nehirlerde yıkanan iktidarların savaşları da barışları da kuralsız olur. AKP neoliberal dizaynın Ortadoğu’daki ana üssü konumunda. Bu nedenle 1 Ekim itibariyle Kürt meselesinde kuralsızlaştırılmış bir barış süreciyle karşı karşıyayız. Bunu atanan kayyımlar, tecridin sürdürülmesi, Rojava’ya dönük yaşanan patinaj ve siyasetsizlikten çok net anlıyoruz.
Alarmist Barış
Alarmizm Türk siyasetinin kurucu kodlarına yapışmış bir sıvı. Bu sıvı yeniden siyasetin ve diplomasinin koridorlarına akıyor. Geleneksel alarmizmin aurası, konjonktürün basıncı, saçılan risk ve fırsatlar iktidar cenahında her ne yapılacaksa bunun en hızlı şekilde yapılması gerektiği yönünde motivasyon yaratıyor. Zira dünyada ve bölgemizde adı henüz konulmayan, ancak her halükarda eskisi gibi olmayacak yeni bir düzen kuruluyor. Hakeza bu yeni düzende “temel sorunlarını” çözemeyen ülkelerin oyun dışı kalabileceği gibi yanı sıra ciddi krizlerle de karşılaşması ön görülüyor.
Türkiye hem bu yeni düzenin jeopolitik öznelerinden biri, hem de hala çözümü bekleyen ve birçok sorunu doğrudan veya dolaylı yollardan domine eden Kürt meselesi gibi temel bir sorunu var. Kürt meselesini çözemediği gibi yanlış teşhis ve tedavi biçimleriyle önceki süreçlerden daha büyük bir krize dönüştürdü. Dolayısıyla tarih geleceğe doğru aktıkça, mevcut akılla meseleyi sürdürmek öngörülemeyen krizlere yol açabilir; haliyle barış siyasetine ihtiyaç duyuluyor.
Bu barış cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi alarmist ve otoriter akılla yapılan tepeden yapılan devrimlere benziyor. Türk elitleri yıllardır alarmizm kıskacında nefessiz kalan bir rejimi köpürtmekle kendilerini ayakta tutuyor. Yüz yıllık cumhuriyet tarihi aynı zamanda alarmistçi siyasetin de tarihidir. Bu tarihe bakıldığında, tek partili dönemle başlayan, askeri-siyasi darbelerle süren “elitist bir akılla” toplum her zaman zapturapt altına alınarak yönetildi. Tarih bu sefer Kürt meselesinin çözümüne odaklanan alarmist barış motivasyonuyla bir kez daha tekerrür ediyor.
İkili akıl
1 Ekim itibariyle Kürt meselesi eksenli dilin yumuşaması ile kayyım atamaları ve Rojava gerilimleri birbiriyle bağlantılı süreçler. Önümüzdeki dönemde iki temel başlık tüm siyasi partilerin ajandalarının başında yer alacak: Kürt meselesi odaklı yumuşak ve sert akıl. İktidar bloğu bu iki kozu planına uyarlayıp zamana yayarak ilerleyecektir. Strateji ve taktikler bu iki akıl altında toplanacaktır. İkili aklı havuç-sopa, sert güç-yumuşak güç, devletin sağ-sol eli diye de somutlaştırmak mümkün.
Sonuç olarak; dünya sistemi küresel ve bölgesel ölçekte otoriterleşerek yeniden yapılanıyor. 1 Ekim itibariyle devlet inisiyatifiyle start alan kuralsız ve alarmist barışın güncel kaynaklarının başında dünyada yükselen bu otoritarist dizayn geliyor. Dizayn aralığında birçok iktidarın geleceği pamuk ipliğine bağlı. Türkiye bu konjonktürde bölgesel riskleri bertaraf edip güçlü devlet imajını korumak istiyor. Bu saiklerle 1 Ekim itibariyle başlayan kuralsız ve alarmist barışın inşasında dünyada “azalan demokrasi-yükselen otoriterliğe” paralel bir model esas alınarak otoriter yöntemlerle ikinci çözüm süreci yürütmek isteniliyor. Kürtler de otoriteye ve disipline entegre edilmeye çalışılıyor.
Mevcut koşullarda konjonktürün baskısıyla risklere karşı iktidar bloğunun elinde devlet inisiyafi ile start alan zorunlu, kuralsız ve alarmist barış stratejisi var. Ancak bu barış modelinin otoritarizme, taktiklere, gündelik hesaplara ve konjonktüre kurban edilme ihtimali fazlasıyla yüksek. PKK lideri Öcalan’ın ileri sürdüğü yedi maddelik metne baktığımızda taktiksel hesaplara mesafeli, stratejik barış perspektifiyle meseleye baktığını görüyoruz. Öcalan bu konjonktürde muhataplarını, alarmist ve kuralsız barışa karşı; kurallı, demokratik çerçevelerle tahkim edilmiş toplumcu bir barışa davet ediyor.