‘Savaşın Kıskacında Kadın Devrimi: Rojava’da Kadınların Yeni Yaşam İnşası’ başlıklı panelde konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Sêrt Belediyesi’ne kayyım ataması için, ‘Kayyım demek seçme ve seçilme hakkını yurttaşın elinden almak demektir’ diyerek kayyımı siyasi darbe olarak niteledi
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi, İstanbul’un Okmeydanı semtinde bulunan bir salonda “Savaşın Kıskacında Kadın Devrimi: Rojava’da Kadınların Yeni Yaşam İnşası” konulu panel düzenledi.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu ve çok sayıda kadın panele katıldı. Panelin düzenlendiği salonda, Kuzey ve Doğu Suriye’de savaşın yarattığı yıkım ve inşa sürecine dair fotoğraflar sergilendi.
Panelin açılış konuşmasını yapan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Sêrt Belediyesi’ne kayyım atanmasına tepki gösterdi. Belediye Eşbaşkanı Sofya Alağaş’a yargılandığı davada ceza verildiğini anımsatan Tülay Hatimoğulları, kayyımın “halk iradesini tanımamak olduğunu” belirtti.
Tülay Hatimoğulları, “Bugüne kadar yürüttükleri kayyımcı zihniyeti ve rejime bir halka daha eklediler Siirt’te. Bunu kabul etmek mümkün değil. Bazı şeyleri tekrar etmekten de imtina etmeyeceğiz. Kayyım demek siyasi darbedir. Kayyım seçimle alamadığını, kendi öz gücünle kazanmadığın belediyeyi yargıyı bir sopa şeklinde kullanarak halkın iradesine siyasi darbe yapmaktır. Kayyım demek seçme ve seçilme hakkını yurttaşın elinden almak demektir” diye kaydetti.
‘Siyasi darbe gerçekleşmiş oluyor’
Kayyımın seçme ve seçilme hakkını yurttaşın elinden almak anlamına geldiğini dile getiren Tülay Hatimoğulları, “Sadece kayyım belediye eş başkanlarımıza atanmış değildir. Seçilmiş meclis üyelerimize atanmış değildir. Aynı zamanda kayyım seçmene yani bu yönetimleri oluşturmuş olan seçimle anayasal hakkını kullanan yurttaşımızın seçtiğini görevden alarak aslında onun oyuna da bir siyasi darbe gerçekleşmiş oluyor” diye belirtti.
‘Belediyelerin yönetimine tekrar iade edilmelidir’
Kayyımın kabul edilemez olduğunu dile getiren Tülay Hatimoğulları, “Bir yandan barış diyeceksiniz, bir yandan bir süreç işletiyoruz diyecekseniz öte yandan gözaltılar operasyonlar tutuklamalar, bir diğer yandan kayyımlar bunları kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz de. Biz kayyım rejimine, bu otireterleşen sisteme karşı dün nasıl mücadele ediyorduysak şimdi de mücadele edeceğiz. Buradan çağrımızı bir kez daha yineliyorum. Bu darbeci zihniyetten kayyımcı anlayıştan vazgeçin. Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyeti hedef alan bu zihneyetten derhal vazgeçin. Bir an önce seçilmişlerin yerine atanmış bütün kayyımlar kendi memuriyetlerine geri dönmelidir. Seçilmişler halkın iradesi olarak belediyelerin yönetimine tekrar iade edilmelidir” diye belirtti.
‘Yurttaşın haber alma hakkına saldırmak demek’
Özgür Basın çalışanları ve Halk TV çalışanlarına dönük gözaltı ve tutuklamalara da tepki gösteren Tülay Hatimoğulları, “Gazetecileri tutuklamak, gözaltına almak demek, yurttaşın haber alma hakkına saldırmak demektir. Aynı zamanda birer yurttaş olarak haber alma hakkımıza dönük bir operasyondur. Bu kabul edilemez. Ne yazık ki Türkiye dünya ülkelerinin ortalamasına baktığımızda en çok gazetecinin hapishanede olduğu gazeteciler arasında yer alıyor. Hiç bir gazeteci hapishanede olmamalıdır, yurttaş olarak haber alma hakkımız engellemez, objektif haberciliğine kimse darbe vuramaz” diye ifade etti.
‘Bedeli kadınlara ödetiyorlar’
Tülay Hatimoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dünya ölçeğinde küresel sistem yeniden yapılanıyor. Bu yeniden yapılanma çerçevesi içinde özellikle Ortadoğu çok önemli bir yer tutuyor. Ortadoğu zaten 2010’dan bu yana sadece yakın tarih için söylüyorum çalkantılar içinden geçiyor. Son bir sene yaşanan sürece baktığımızda Suriye’de Lübnan’da Filistin’de Irak’ta ve İran’da yaşananlar küresel ölçekte sistemin değişim ve dönüşümün küresel yansımasını çok net bir biçimde görüyoruz. Ve bakın Suriye’de yakın zamanda bir rejim değişikliği bir yönetim değişikliği oldu. Ve şimdi baktığımız zaman aslında bütün dünyada küresel ölçekte sistem kendini yeniden kurarken sağcı, ırkçı, cinsiyetçi anlatıların yerel izdüşümlerini bizler Ortadoğu’da da fazlasıyla görüyoruz. Bugün Suriye’de yaşananlar, bugün Şam yönetimini oluşturmuş olan HTŞ’nin yapısı, bu yapının başta kadınlar olmak üzere ülkede yaşayan bütün farklı halklar ve inançlara dönük saldırıları seküler kesime gerçekleşen saldırılar, özgür yaşamak isteyen kadınların yaşamlarına saldırıları rahatlıkla görebiliyoruz, gözlemleyebiliyoruz, hissedebiliyoruz. Kadınların yaşadığı bir yer ve en çok bedeli bu coğrafyada kadınlara ödetiyorlar.
‘Rojava Ortadoğu için önemli bir model’
Elbette bu dönemde Suriye’de bu toplam yaşanmışlıklar içinde 2011 Suriye savaşından bugüne kadar bu karanlık Ortadoğu tablosu içinde tam anlamıyla bir yıldız gibi parlayan Rojava deneyimine tanıklık ettik. Rojava deneyimi 2011’de Suriye savaşı başladıktan hemen sonra başta kadınlar olmak üzere kadınların öncülüğünde gerçekleşen mücadele tarihsel anlamda geleceğe ışık tutması bakımından Ortadoğu’ya model olması bakımından çok önemli ve anlamlı bir yerde duruyor. Orada yaşatılan bu modelin bölge için önemi çok büyük. Tabiki bugün HTŞ’nin kurmaya çalıştığı yeni düzende kadınların üzerinde yaşam tarzı diye ifade ettiğimiz, kılık kıyafet, sokağa çıkma, kamusal alanda bulunma, iş yaşama karşı sert müdahalelerin olduğu bir dönemden geçiyoruz. Alevi akademisyen Rasha El Ali’nin şahsında bütün Alevilere dönük, başta kadınlar olmak üzere orada yaşatılmak istenen soykırıma tanıklık ediyoruz. Böylesi bir dönemde Suriye açısından ve bölge açısından Rojava deneyimi devasa bir önem taşıyor. Rojava deneyimine tahammül etmeyen bölgedeki karanlık güçler, otoriter ve erkek egemen rejimler, anti demokratik rejimlerin ne yapmaya çalıştığını hepimiz biliyoruz. El birliği ile Rojava’yı boğamaya çalışıyorlar.
‘Rojava’daki sistem halklar için güvencedir’
Suriye’de yeni oluşan yeni dengede SMO adı altında eğitilmiş donatılmış olan çetenin Rojava’ya yönelik nasıl saldırılar gerçekleştirdiğine tanıklık ediyoruz. Tişrîn barajında sanatçılar, aydınlar, yazarlar kadınlar, doğa ve insan hakları savunucuları orada barışı savunmak için tuttukları nöbetlerde gerçekleşen saldırılarda yaşamlarını kaybeden siviller var. Türkiye derhal oradaki bu negatif yaklaşımından vazgeçmelidir. Tişrîn üzerinden gerçekleştiği operasyonel yaklaşıma son vermelidir. Barış diyorsak atılacak en önemli adım budur. Sivilleri İHA, SİHA’yla katletmek ile barış yan yana duramaz. O yüzden bu konuda çok ciddi bir netlik sağlanmalı ve şu bilinmeli, Rojava ve oradaki yönetim Türkiye için bir tehlike değildir, tam tersi bir güvencedir. Rojava’da tesis edilmiş olan sistem Türkiye halkları için bir güvencedir.
‘Tek yol demokratik barış’
Şunu unutmayalım 911 km’lik sınır boyunu güvenli tutmak istiyorsak, bunun bir tek yolu var. Bunu özellikle Türkiye’yi yönetenlere söylüyorum, demokratik barıştır. Başka bir çıkar yolu yoktur. Rojava deyince sanıyorum bütün kadın arkadaşlarımızın özellikle o bölgeyi takip eden bilen değerlendiren her kadın arkadaşımızın içi kıpır kıpır oluyor. Çünkü aynı zamanda biz Kobanê direnişini hatırlıyoruz. IŞİD gibi tacizci, tecavüzcü farklı halklar ve inançlardan bütün insanları resmen kıyan, kadınları görmeye bile tahammülü olmayan bu anlayışa karşı en güçlü mücadele Kobanê direnişinde sergilendi. Kobanê direnişi göstermiştir ki IŞİD ve türevi çeteler yenilebilir. Kadınların orada vermiş olduğu özgürlük mücadelesinden IŞİD çeteleri ürktü, geri adım attı. Kobanê ‘düştü düşecek’ diyenler ve daha sonraki süreçte HDP’nin başına ördükleri çorapları, Kobanê kumpas davası bütün bunlara rağmen Kobanê bölgede bir yıldız gibi parlamaya devam etti.
‘Yaşam kadınların eliyle üretiliyor’
Rojava özgürlük uğruna bedel ödeyen kadınların mücadelesidir. Özgür ve eşit yaşamın yeşerdiği topraktır. Ortadoğu’yu karanlığa boğmak isteyen IŞİD çetelerine karış Ortadoğu’yu aydınlatan bir meşaledir. Erkek egemen cinsiyetçi, faşist saldırılara karşı mücadelenin sembolüdür. Komünal yaşam ilkeleri ile inşa edilen Jinwar kadın köyüdür. Kadına yönelik şiddete karşı Kürt, Arap, Türkmen, Çerkes Sürnayi, Ermeni kadınların birlikte kurduğu mücadele ettiği Zennubiye kadın topluluğudur. Jinwar kadın köyü çok önemli bir şeyi başardı. O kadar önemli bir şeyi başarmış ki yüzyıldır bu topraklarda uğruna mücadele ettiğimiz komünal yaşamın modelini oluşturmuşlar. Kadın özgürlükçü anlayışın en somut hali olmuştur bu kadın köyü. Kadınlar çocuklar kendi yaşam alanlarını kurmuş. Eğitim, ekonomi, ekolojik yaşam kadınların eliyle üretiliyor. Toplumsal cinsiyet bilinci, okuma yazma eğitimleri tamamen üreten biziz yöneten de biziz şiarının yaşama geçtiği çok önemli bir modeldir.
Bu bakımdan bütün dünyadaki kadınların, demokrasi güçlerinin sahiplenmesi gereken çok önemli bir deneyimidir. Rojava’yı Türkiye’de mevcut olan iktidar ve yandaşı olan medya o kadar yanlış anlatıyor ki sanki orada siviller yaşamıyor, sanki çocuklar yok, bir yaşam yok, işine gücüne giden insanlar yok, sanki orada sadece 7/24 eli silahlı askerler bekliyorlar gibi bir algı yapıyorlar. Bu tamamen yanlıştır, Türkiye kamuoyunu yanıltmaktır.
‘Özyönetimin bütün kazanımları korunmalı’
Suriye’deki tek çözüm orada bulunan bütün farklı halklardan ve inançlardan insanların varlığıyla oluşturulacak bir demokratik yönetimle tek çözüm bulunabilir ve tek çözüm de budur. Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet kabul edilmeli ve korunmalı. Ve yine şunun altını kalın kalın çizmek gerekli ki Rojava’da oluşan model seküler bir modeldir. Bu anlamıyla da zaten yüzyıllardır bu bölgede devam eden mezhep ve din savaşlarına da en önemli çarelerden birisi de budur. Farklılıklarımıza rağmen bir arada yaşamanın koşullarının oluşması zaten çözümün ana reçetesidir. O bakımdan Rojava’da özyönetimin bütün kazanımlarının korunması, oradaki öz yönetimin kazanımlarının korunmasının anayasal güvenceye alınmasının, demokratik bir Suriye anayasasının oluşturulması ve hayatın bunun çerçevesinde oluşturulması çok önemlidir. Bizler de Türkiye’den gücümüz yettiğince oraya bu çizgide bu zeminde destek vermeye devam edeceğiz.”
Panel basına kapalı olarak devam ediyor.
Kaynak: MA