Mereş merkezli iki büyük deprem ikinci yılını doldurdu ancak yaralar ve acılar ilk gün gibi. 6 Şubat hala tazeliğini koruyor. Öyle ki bütün depremzedelerden duyduğumuz ortak söz, ‘6 Şubat’ta kaldık’ oluyor
Medine Mamedoğlu
Mereş merkezli iki büyük deprem ikinci yılını doldurdu. 04.17’de kalan saat kulesi, enkaz altından çıkan sesler, “Sesimi duyan var mı?” sorusu, toplu definler, enkaz ve yardım çığlıkları ile hafızamızda derin izler, yaralar bırakan büyük deprem koskoca iki yılı geride bıraktı. O anı yaşayan, yakınlarını kaybeden veya hayatta olduğuna sevinemeyen milyonlarca insan için 6 Şubat hala tazeliğini koruyor. Öyle ki bütün depremzedelerden duyduğumuz ortak söz, “6 Şubat’ta kaldık” oluyor. O güne dair acılar, anılar hatta mezardaki çiçekler dahi tazeliğini korurken enkaz altında kalan kentlerde ise bu süre zarfında ciddi bir iyileştirme hayata geçirilemedi. Acılar ve kayıplar üzerinden rantın inşa edildiği deprem kentlerinde yurttaşların sağlığı, psikolojisi ve yaşadığı travmalar ikinci plana atılırken, kentlerde travmalarla beraber artış gösteren fuhuş, uyuşturucu kullanımı ve yoğun göçün ise önü alınamıyor.
O günlere gitmek
6 Şubat’ta gece saat 04.17 ile gündüz saat 1 sularında yaşanan iki büyük deprem 10 kentte büyük bir yıkıma ve can kaybına neden oldu. Yaşanan depremde gayri resmi rakamlara göre 100 binden fazla insan yaşamını yitirdi. On binlerce ev yıkılırken, 3 milyona yakın insan ise yaşadığı kentlerden göç etmek zorunda kaldı. Aradan geçen iki yılın sonunda şu anki duruma geçmeden önce 6 Şubat ve sonrasında yaşanan olaylara dair hafızamızı kısa bir şekilde yoklayalım. Büyük deprem hem kent merkezleri hem de kırsal mahallelerde evlerin yıkılması ve ağır hasar almasına neden oldu. Deprem günü binaları yıkılmayan ve kendini sokaklara atan yurttaşlar saatlerini yağmurun altında geçirirken, enkaz altında yaşam mücadelesi verenler ise çığlıklar arasında seslerini duyurmaya çalıştı. Gönüllü ekiplerin ve halkın büyük bir dayanışma gösterdiği bu süreçte halk acil müdahaleye günlerce erişemedi. Köylerde yurttaşlar toprak altında kalıp boğularak yaşamını yitirirken, şehir merkezlerinde ise enkaz altındakiler soğuk hava, kan kaybı veya susuzluktan dolayı yaşamını yitirdi. Kiminin sesi 3, kiminin sesi ise 5. güne kadar duyulabildi. Kepçe ve vinç olmadığı için yurttaşların kendi elleri ile kazdığı enkazlardan sağ olarak çıkarılanlar da oldu. Depremzedeler önce yaşam, ardından hayata tutunma mücadelesine başlarken, halkın ve STK’lerin desteği ile deprem bölgesinde büyük bir dayanışma ağı kuruldu. Önce çadır ardından konteynere erişemeyen depremzedeler, bu süre zarfında sağlık, giyim, gıda ve temiz suya erişim noktasında ciddi sorunlar yaşadı. Salgın hastalıkların meydana geldiği deprem kentlerinde kayıp cenazeler ile beraber ciddi bir insani kriz yaşandı.
‘Unutulduk’
Depremin ikinci yıldönümünün hüznü ile yaşadıkları günleri tekrar tekrar hatırlayan depremzedeler, ilk günlerde yaşadıkları birçok sorunun hala çözüme ulaşmadığını söylüyor. Yaralarının sarılmadığını ve kendi hallerine bırakıldıklarını aktaran depremzedelerin her konuşmadaki son sözü ise, “Unutulduk” oluyor. Depremi yaşayanlar olarak hiç unutmadığımız bu depremin iki yılın sonunda arkasında ne bıraktığı merakı ile yeniden deprem bölgesine doğru yola çıkıyoruz. Burada ilk durağımız ikinci depremin merkezi Elbistan. Mereş’in ilçesi olmasına rağmen Malatya ve Kayseri’ye daha yakın olan ilçe Nurhak Dağı’na bakan düzlükte yer alıyor. İlk depremde üç binası yıkılan ilçe ikinci depremle beraber büyük zarar aldı. Depreme eksi 20 derecede yakalanan depremzedeler günlerini yaktıkları ateşin önünde ya da buzlu zeminin üzerine kurdukları çadırda geçirdi. Bir bütün mahallelerin yok olduğu ilçede ilk 5 gün arama ekibine ise ulaşılamadı. Enkaz altında kalan yurttaşların çoğu donarak yaşamını yitirirken kalanlar ise ya ilçede bulunan Cemevine sığındı ya da göç yollarına düştü.
Nüfusun 3’te biri ilçeden ayrıldı.
Deprem zamanına oranla neredeyse sokaklarında insana rastlamadığımız ilçede ilk dikkatimizi çeken ise göç oldu. Resmi rakamlara göre depremden önce 147 bin nüfusa sahip ilçe, depremden sonra 121 bine düştü. İlçede yaşayan yurttaşlara göre ise nüfusun 3’te biri ilçeden ayrıldı. Özellikle gençlerin bulunmadığı ilçede, ev ya da köylerinde kalan orta yaşlı kesim ise ekonomik zorluklardan dolayı göçe zorlanıyor. Yerinde dönüşüm kararı ile deprem konutlarının yapıldığı ilçede konteyner kent alanları ise dolu. Çok az kesimin binalarda yaşadığı ilçede hak sahibi olmayan kiracılar ise mecbur bir şekilde konteyner kentlerde yaşıyor. İlçede ayrımcılığa maruz bırakılan Romanlar ve Suriyeli mülteciler ilçe halkının kaldığı konteyner alanından uzak bir konteyner bölgesinde kalırken, ilçedeki yurttaşların en büyük ortak sorunu ise yoksulluk oluyor. İş imkânının olmadığı ilçede halk yiyecek ekmeğe dahi zor ulaşıyor. Dokunduğumuz her depremzede yaşadığı ekonomik zorluğu ve çocuklarına yiyecek dahi alamamanın mecburiyetini anlatırken, köylerde evi yıkılan yurttaşların durumu ise bundan farklı değil. Ahırlarını eve dönüştüren depremzedeler yaşadıkları zorluğu tek tek anlatırken ilçeye bağlı Sevdilli köyünde sohbet ettiğimiz bir kadın ise aradan geçen iki yılı, “Unutulduk, yaralarımız sarılmadı. İki yılda kapımızı çalan olmadı. Kendi acımızla baş başa bırakıldık” sözleri ile özetliyor. Depremin unutulan merkezlerinden olan Elbistan’da hayat bu süre zarfında gencinden yaşlısına kimse için kolay değil.
Rant almış başını gidiyor
Elbistan’dan sonraki durağımız ise Mereş oluyor. Deprem sürecinde çok sayıda sitenin yıkıldığı ve sadece Ebrar sitesinde 1200 kişinin yaşamını yitirdiği Mereş’te hayat normale dönmüş değil. Şehir merkezindeki yıkımlar ve yeniden inşa devam ederken, kentte adım attığımız her sokakta kepçe sesi ile karşılaşıyoruz. Kentte dönen büyük rantı fark etmemiz ise bu sayede geç olmuyor. Halkın müze olmasını talep ettiği ancak TOKİ konutlarının yapıldığı Ebrar sitesi de bu rant alanının döndüğü yerlerden sadece biri. Depremin ardından travma ve yoksulluk ile beraber adli suçların da ciddi oranda artış gösterdiği kentte özellikle gençler uyuşturucu ve fuhuş çemberi altında bir yaşam sürdürüyor. Diğer kentlere oranla psikososyal destek ve STK çalışmalarının az olduğu kentte özellikle Diyanet İşleri Bakanlığı, tarikat ve müftülüklerin yürüttüğü çalışmalar daha yoğun. Enkaz kaldırma ve bina yapımı ile toza boğulan kentte nefes almak ise hayli güç. Binlerce insan hala konteyner kentlerde yaşamını sürdürürken, biten deprem konutlarına yerleşen depremzedelere ise 4 ile 5 milyon arası bir fatura çıkarılıyor.
Kimliksiz mezarlar
Net rakamın hala bilinmediği konutların çoğu teslim edilmezken, kentte depremin en gerçek halini hissetmediğimiz mekân şehir mezarlığı oluyor. A, B ve K (kimliksiz) adlı üç adadan oluşan deprem mezarlığında kaç insanın gömüldüğü ise bilinmiyor. Mezarlıkta kimsesiz 8 cenaze bulunurken, bu cenazeler de vücut bütünlüğü olmayan ve sadece uzuvdan oluşan cenazeler. Hayatın kendileri için 6 Şubat öncesi ve 6 Şubat sonrası olarak değiştiğini anlatan Mereşli bir depremzede kadın ise yaşadığı kayıp ve travmalara rağmen çocukları için yaşama tutunduğunu anlatıyor.
Kabustan hiç kurtulmadık
Konteyner kentte denk geldiğimiz Ayşe adlı depremzede kadın, her gece rüyalarına aynı ateşin ve aynı çığlıkların geldiğine dikkat çekerek kabustan hiç kurtulamadığını söylüyor. Aradan geçen sürede kentte hiçbir şeyin değişmediğini söyleyen Ayşe, “Zenginler hala zengin bizler ise daha da fakirleştik. Şimdi evler yapılıyor ama yapılana kadar biz bir yıl daha konteynerde kalacağız. Ne ev var ne iş ne de yaşam. Kentte sadece acımız üzerinden büyüyen rant ve paralar var” dedi.
Semsûr’da durum aynı
Bir bütünen ne barınma ne sağlık ne de temel ihtiyaçların hala çözüm bulmadığı deprem kentleri rant, hastalık, şiddet ve intihar olayları arasında kimliğini kaybediyor. Kimi kentlerin göç nedeniyle demografik yapısı değişirken kimi kentlerde ise temiz suya erişim olmadığı için salgın hastalıklar meydana geliyor. Sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu deprem kentlerinde toplanan enkazlar ise ya mezarlık başlarına ya da dere yataklarına dökülüyor. İnsan yaşamının hiçe sayıldığı bu örneklerin başında gelen Semsûr’da dere yatağına dökülen enkaz koca bir dağ halini aldı. Tarım arazisinin hemen yanı başında bulunan bu enkazlar Malatya’da mezarlığa, Antakya’da ise zeytin bahçelerine dökülüyor. O dönem en yaygın olan uyuz salgını dahi yoğun bir şekilde yaşanıyor. Kadınlar şiddet gördüğü alanda kalmaya mecbur bırakılırken, psikososyal desteğe erişemeyen depremzedeler ise intiharı bir çözüm yolu olarak görüyor. Yeterli beslenme ve temiz suyun olmadığı kentlerde yoğun gelişim geriliği ve bodurluk da ulaştığımız bilgiler arasında. Dinlediğimiz hikâyeler ve tanık olduğumuz şehirler bize depremzedelerin “Unutulduk” sözlerinin haklılığını gösteriyor.
Zerrin
Bu hikâyelerin ve acıların ortaklaştığı mezarlıklar ise 6 Şubat günü bütün depremzedelerin uğrak yeri olacak. Aynı ağıtların yakılacağı mezarlıklardan biri de Semsûr Karapınar Mezarlığı. Cenazelerin battaniyelerle sarıldığı mezarlıkta bu 6 Şubat’ta da kara mezar taşları ve bizim duyacağımız tek şey Kürtçe ağıtlar olacak. Bunu düşünerek dolaştığım mezarlık arasında tanıdık bir isme denk geliyorum. Zerrin… Genç yaşında üniversite öğrencisi olan Zerrin annesi ile beraber o gece depreme yakalandı. Nişanlısı tarafından enkaz altından çıkarılan Zerrin gittiği hastanede, “Bir şeyin yok” denilerek eve gönderildi. Eve gönderildikten saatler sonra ağrısı olduğunu söyleyen Zerrin hastane yolundayken iç kanamadan dolayı yaşamını yitirdi. Annesi ve nişanlısının çiçekleri eksik etmediği mezarlıkta iki yıl önce konulan çiçeklerin kuruyan dallarını görüyorum. Her kuruyan çiçeğin yerine yenisi konulmuş. Konulan her bir çiçek ise 6 Şubat’ı ve unutulmamayı temsil etmiyor. Unutan unuttu belki ama biz hala o gece ısındığımız ateşin önünde, saatlerce oturduğumuz taşın üzerindeyiz. Unutmadık.