Gerekli iyileştirmeleri hızla hayata geçirip 15 Şubatta yetiştirecek mı? Öcalan’ın özgür çalışma ve yaşam koşullarını karşılayacak mı? Bundan böyle 15 Şubat Kürt-Türk barışının başlangıç tarihi olacak mı? Ya da derin kapılar ardında yeni komplolar mı kurgulanacak?
Arif Koçgiri
Kafalarda bin bir türlü soru var. Tüm çevreler, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Kamuoyu, yapılan açıklamalardan ve sızan haberlerden bir anlam çıkarmaya uğraşıyor. Türk Devleti, asırlık yok etme, ezme ve gömme söylemini Rojava’ da tüm sivil alanları aralıksız bombalayarak pratiğe döküyor. Buna rağmen Kürt tarafı, canı pahasına ortak demokratik yaşamın köprülerini yıkmamakta ısrar ediyor. Bunu, “Tişrin ve Karakozak’ı yıktırmayacağız” diyerek uygulamaya geçiriyor.
Askeri çözümü 50 yıldır başaramamış olmanın öfkesiyle, İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesine büyük bir kıskançlık la bakıyor. Bin odalı sarayın ardındaki bin kapıda yok etme, gömme, bitirme hesaplarını güncelleyip duruyor. Ancak istedikleri olmadıkça, barış çözüm fikri bir karabasana dönüşerek devlet yetkililerinin uykularını kaçırıyor. Devletin cevval Fettullahçı kadroları ve yöneticileri, 100 yıllık imha hayalini “çökertme planı” konseptiyle hayata geçirmek istese de bu plan dönüp dolaşıp kendilerine acı bir son hazırladı.
Abdullah Gül dönemi ise yeni bir heyecan ve hezeyan yaratmış, kıtalar ötesinden Sri Lanka modeli gündeme gelmişti. 2009’da devlet heyeti Oslo’ya giderken, Sri Lanka modeliyle KÖH’nin kökünü kazıma hayalleri kuruyordu. LTTE’yi (Tamil Kaplanları) askeri bir yenilgiye götüren şey, savaştığı devlet yapısına benzemesi, alternatif bir plan ve model geliştirememesiydi. Dar milliyetçi, devletçi zihin kalıplarına sıkışıp kalmasaydı.
Oysa SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte, dar milliyetçi ulus-devlet modelinin halklar için bir kapan olduğunu öngören Öcalan, yeni bir zihinsel ve stratejik dönüşüm sürecini kendi içinde başlatmıştı. 1998-1999 yıllarında ete kemiğe bürünen Demokratik Modernite, Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Ulus ve Demokratik Konfederalizm paradigmasıyla, Öcalan çoktan yeni bir yüzyıla giriş yapmış ve hareketini bu doğrultuda hazırlamıştı. Devletin açık ya da gizli tüm imha planlarını boşa çıkaran stratejik temeller atılmıştı.
2013-2015’e gelindiğinde “Osmanlı’da oyun” bu kez Öcalan’la yürütülen görüşmeler de bitmişti. Takkesi düşen Erdoğan, kontrolü kaybetmiş, masayı devirmiş ve tüm gücüyle askeri çözüme yönelmişti. Önleyebileceği bir darbe planını lehine çevirerek kendi darbesini gerçekleştirmişti. Tek hedef, Öcalan’ın 90’larda geliştirdiği ve yeni milenyuma girerken programatik hale getirdiği stratejisinin Rojava ’da hayata geçirilmesini engellemekti. Çözüm süreci sona ermiş, savaş yeniden patlamıştı. Öcalan, Rojava’yı kırmızı çizgisi ilan etmiş, hareketi ise bunun anlamını kavrayarak Öz Yönetim direnişleriyle kırmızı çizginin aşılmasını engellemişti. Uluslararası ve bölgesel krizlerin etkisiyle Suriye, tüm güçlerin zihinsel, siyasal ve askeri kapasitelerini sınadığı bir çarpışma alanına dönüşmüştü. Ortadoğu’nun da orta yerinde Rojava Devrimi, sadece Kürt halkı için değil, tüm bölge halkları için bir nefes, bir umut olarak var olmuştu.
Erdoğan rejimi geçen 10 yılda muradına eremedi. İmha ettiği tek şey, kendisinin ve devletin gücü ile saygınlığı oldu. Sonunda yeniden Öcalan’a dönmek zorunda kaldı. Artık hiçbir tarafın 30 yıl, hatta 10 yıl daha kaybetme lüksü yok. Şimdi, sürece ciddiyetle yaklaşıp onurlu bir barışı inşa etmek ile bir yüzyılı daha kaybetmek arasında bir tercih yapma zamanı.
Öcalan’ın ciddiyetinden artık kimsenin şüphesi yok. Erdoğan da Bahçeli’nin ciddiyetinde bir belki iki cümle kuracak mı? Gerekli iyileştirmeleri hızla hayata geçirip 15 Şubatta yetiştirecek mı? Öcalan’ın özgür çalışma ve yaşam koşullarını karşılayacak mı? Bundan böyle 15 Şubat Kürt-Türk barışının başlangıç tarihi olacak mı? Ya da derin kapılar ardında yeni komplolar mı kurgulanacak? Çok değil az daha bekleyerek hepimiz görmüş olacağız.