DEM Parti Milletvekili Ömer Öcalan ile PKK Lideri Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşmeyi konuştuk:
Sayın Öcalan bu meselenin siyasal ve anayasal bir mesele olduğuna çok hâkim… Kırk yıldan fazladır devam eden savaşın ve çatışmalı sürecin bir sonuç olduğunu bildiği için hukuki ve siyasi zemine çok fazla vurgu yaptı
Nezahat Doğan
Tarihi bir süreçten geçiyoruz. Ortadoğu ve bölgede her an değişim gösteren gelişmeler yaşanırken Kürt sorununda demokratik ve siyasi çözümün elzem olduğu daha güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor. 1 Ekim’de başlayan yeni süreçte şimdi gözler PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan beklenen açıklamaya odaklanmış gözüküyor. Özellikle 15 Şubat tarihi ise dikkat çekiyor. Bilindiği gibi 15 Şubat PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirildiği tarih. Öcalan geçmişte bu komplonun yüzyıllara yayılacak bir Kürt-Türk savaşı çıkartmak için yapıldığını söylemişti. Şimdiyse bu tarih Öcalan’ın açıklamasıyla tam tersine barışın, özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin başlangıç gününe dönüşebilir. Elbette açıklamanın 15 Şubat mı daha sonra mı olacağı henüz belirsiz. Ama ilk görüşmede Öcalan’ın “çatışmalı süreci siyasi ve hukuki zemine taşıyacak güce sahibim,” demesinin ve 7 maddelik yol haritasını ortay koymasının ardından temkinli ilerleyen bir süreçle karşı karşıyayız. Elbette bu sürecin güçlü ve sağlıklı bir şekilde sonuca varması için hukuki, siyasal ve sosyal altyapısının oluşturulması gerekiyor. Çünkü halen tecrit de devam ediyor. Bunun zaman isteyen ve zor bir süreç olduğu da biliniyor. Bunun için devlete, iktidara, muhalefete ve sivil topluma önemli görevler düşüyor. Sonuçta başarılı olursa herkes kazanacak. Peki, açıklama nasıl yapılacak? Öcalan ilk görüşmede sürecin buraya evrileceğini belirtmiş miydi? İzlenimleri tam olarak neydi? Yeni dönemde neler olacak? Devlet gerekli adımları atacak mı? Motivasyonu nasıldı? Nasıl mesajlar verdi? Tüm bunları İmralı’da ilk görüşmeyi yapan Ömer Öcalan ile konuştuk.
- Bahçeli’nin açıklamasından sonra 23 Ekim’de İmralı’ya gitmenizle adı konulmasa da bir süreç başladı denilebilir. İmralı’da nasıl karşılandınız?
Cezaevi müdürü beni Gemlik’te karşıladı. Birlikte iki buçuk saatlik bir yolculukla İmralı Adası’na geçtik. Adada müdür, Sayın Öcalan’ı bilgilendirdi. Anladığım kadarıyla Sayın Öcalan’ın haberi yoktu. Biraz bekledik. Bize Sayın Öcalan’ın hazırlandığı söylendi. Sonra görüşme yapılacak yere geçtik. Normalde kendisi önce geçiyor usulen. Orada ayakta karşıladım kendisini. Selam verdi, “Hoş geldin, siyasete girmişsin, seni takip ediyorum” dedi. Bir yuvarlak masa vardı. Sayın Öcalan kapıyı karşıdan gören noktaya oturdu. Benim de karşısına oturmamı söyledi. Suyunu masaya bıraktı, “başlayalım” dedi. Sonra aile, arkadaşlar, Halfeti ve Urfa ile ilgili on dakika civarında konuştuk.
- Sizi tanımaya dönük müydü o konuşma?
Tanımaya dönük değildi, tanıyordu zaten. Her ne kadar ilk defa birbirimizi görsek de televizyondan kanalları ve Meclis TV üzerinden grubu da takip ettiğini biliyorum. Sonra, 3-4 aydır konuşulan konuları ayrıntılı bir şekilde değerlendirildi. Değerlendirmelerinden gelişmeleri çok yakından takip ettiğini anlaşılıyordu. Moralliydi. Coşkuluydu. Büyük bir enerjiye sahipti. Orada herhangi bir problemin olmadığını söyledi. Durumu iyiydi.
- Basını, televizyonları takip edebiliyor mu?
Cezaevi standartlarında devletin izin verdiği kadarıyla hangi kanallar izleniyorsa onları izliyor. Tabi diğer alternatif medyanın olmadığını herkes biliyor ama medyayı takip ediyor. Çünkü İsrail, Gazze, Ortadoğu, Suriye gibi birçok konuya hakimdi. İletişim anlamında çok sıkıntı olduğunu düşünmüyorum.
- Karşılaştığınız ilk anda neler hissettiniz?
Başından sonun kadar heyecanım vardı. Bazıları fotoğraf çektirdiniz mi diye soruyor. Öyle bir noktada olmuyorsunuz ki, bir devlet başkanın karşısında gibisiniz ve o söylüyor siz dinliyorsunuz, not alıyorsunuz, yazıyorsunuz. Sonuçta bir halk var ve karşınızda o halkın lideri var.
- Sizin için duygusal bir görüşme miydi?
Duygusuz iş olmaz, öyle çok teknik bakmamak lazım. Duygu tabii ki olmalı. Benim için de buydu zaten. Siyasette benim için orası zirveydi, ötesi yok. Siyasetin içinde yer alıyoruz, mücadele ediyoruz ama başkanı görmemek benim için duygu anlamında da büyük bir eksiklik olurdu. Umarım bu süreç olumlu sonuçlanır. Herkesin bir şekilde görme imkânı bulur.
- Umarım gazeteciler olarak da röportaj yapabiliriz?
Samimiyet ve ciddiyet varsa bu da sonuçlanır. Objektif ve gerçek olan şeyler yazılabilmeli… Gerçek hayattan korkmamalıyız.
- İlk değerlendirmeleri hangi konuda oldu?
Sayın Öcalan en başta Kürt ve Türklerin tarihsel ilişkilerini, ittifaklarını değerlendirdi. Sultan Sencer’den, Türklerin Anadolu’ya, Mezopotamya’ya girişinden bahsetti. Malazgirt’ten, Melikşah’tan bahsetti. Aslında Kürt ve Türklerin tarihsel bir ilişkilerinin ve ittifaklarının olduğunu belirtti. Yavuz Sultan Selim’den ve İdris-i Bitlisi’den; onun Kürt beyleri adına Osmanlı hükümdarı ile görüşmelerinden bahsetti. Aslında Kürtlerle Türklerin bin yıllık tarihsel ilişkilerinin arka planını değerlendirdi ve Abdülhamit’ten Mustafa Kemal’e kadar getirdi. Kürt ve Türklerin tarihsel ilişkilerini ayrıntılı bir şekilde anlattı. Zaman zaman ittifaklar, zaman zaman da ihtilaflar olmasına rağmen birçok noktada birlikte hareket ettiklerine değindi ve bu temelde de çözüm önerilerini sundu.
- Çözüm önerilerinde hukuki ve siyasi zemin ötesinde başka başlıklar açıp bir değerlendirmede bulundu mu?
Anayasa çalışmalarının önemli olduğunu, partinin anayasa ile ilgili çalışmalarını yürütmesi gerektiğini söyledi. Tabii ki bunlar son üç buçuk aydır gündemde yoğun bir şekilde tartışılıyor. Hem Türkiye kamuoyunda hem medyada hem Türkiye siyasetinde bunu görmekteyiz. Şu anda bir siyasi zemin tartışması yürütülüyor. O siyasi zemin gelecek mi, gelmeyecek mi? Bu biraz uzun vadeli bir mesele… Ama ben açıkçası hukuki bir zemini görmüyorum. Yani yarın bir gün iktidarın başı ağrırsa, bu hukuki zemini neye çevireceğini az çok hepimiz tahmin edebiliyoruz. Tabii ki Sayın Sırrı Süreyya Önder, Sayın Pervin Buldan da parti heyeti olarak Sayın Öcalan’la iki görüşme gerçekleştirdiler. Hukuki zemin oluşmayınca, yasal, anayasal güvence olmayınca, ya da kanunla yürümeyince, Ortadoğu’da spontane bazı şeyler olduğunda yarın ne olacağını az çok kestirebiliyoruz. 2013-2015 örneği de önümüzde duruyor. Ondan dolayı hukuki ve siyasi zemin çok önemlidir. Çünkü ortada kırk yıldır devam eden bir savaş var. Çatışmalı süreci hep birlikte yaşamaktayız. Kimisi düşük yoğunluklu, orta yoğunluklu savaş der ama ortada bir gerçek var, insan kaybı, can kaybı var, göç etme var, mülteci olma durumu var. Ekonomik problemler var. En azından tartışma ortamının daha proaktif olması için bu hukuki zeminin olması gerekir.
- Çok ciddi vurgu var hukuki zemine… Bu bir anayasa çalışması mı?
Sayın Öcalan bu meselenin siyasal ve anayasal bir mesele olduğuna çok hâkim… 40 yıldan fazladır devam eden savaşın ve çatışmalı sürecin bir sonuç olduğunu bildiği için hukuki ve siyasi zemine çok fazla vurgu yaptı. Anayasa çalışmaları hem iktidar için hem ana muhalefet için hem diğer toplum kesimleri için çok önemlidir. Sonuç itibarıyla herkes 82 Anayasası’ndan rahatsız olduğunu belirtiyor. Bir darbe anayasası olduğunu söylüyor. Tabii ki 1921 Anayasası’nın kodları esas alınarak, farklılıklar zenginlik olarak görülerek, tüm toplum kesimlerinin hakkı ve hukuku anayasal güvenceye alınırsa birçok nokta tartışmaya açılabilir, konuşulabilir diye düşünüyorum.
- Abdullah Öcalan’ın paradigması ve bakış açısıyla birlikte de bu sorunların çözülebileceği ve Türk-Kürt kardeşliğinin kazanacağı ifade ediliyor. Türkiye’ye yönelik ne tür bir analiz yaptı?
Anayasa ile ilgili partimizin çalışma yapması gerektiğini ifade etti. Türkiye’nin üç bloktan oluştuğunu; birinin kendini Cumhur İttifakı olarak tanımlayan, siyasal İslam’ın temsil ettiği şu an iktidardaki yapı; diğerinin kendini Millet İttifakı olarak tanımlayan ve CHP’nin öncülüğünü yürüttüğü yapı; bir de bizim partinin öncülüğünü yürüttüğü Demokratik Cumhuriyet ve Demokratik Uus paradigmasını kendine esas alan yapı olduğunu söyledi. Bu üç yapının da birbirine denk olduğunu belirtti. Partinin potansiyelinin de ülke genelinde yüzde 20’nin altına düşmemesi gerektiğini, Urfa’daki potansiyelin yüzde 50’nin altında olmadığına vurgu yaptı.
- Görüşmeniz öncesinde devletin İmralı ile görüştüğüne dair bir izleniminiz oldu mu?
Bilmiyorum. Bilmediğim şey hakkında değerlendirme yapamam. Ama öncesinde illaki devletin kontrolünde olan bir mekân olan İmralı’ya devlet tarafından gidiş gelişler olmuş olabilir. Sayın Öcalan çalıştığını ve yazmak istediği bazı kitapların olduğunu söyledi. Bu noktada hazırlıklı olduğunu gördüm. Moralli olduğunu hissettim. Türkiye gerçekliğini gördüğünü ve analiz ettiğini ifade etti. Devlet Bahçeli’nin de bazı şeyleri diğerlerinden daha iyi gördüğünü belirtti. 2013-2015 meselesinde bir iktidar hassasiyeti vardı. Şu anki durumda sadece iktidar hassasiyeti mi, devlet hassasiyeti mi söz konusu? Buradan da bakmak gerekiyor. AK Parti’nin iktidarını koruma refleksi mutlaka var. Sonuçta bir partidir, iktidardadır ve iktidarda kalmak isteyecektir. Ama Devlet Bahçeli’nin yaptığı analizler, öne sürdüğü perspektif ile süreci okuduğunu belirtti, tabii ki ayrıntısına girmedi. Aynı zamanda DEM Parti’nin de son yaşanan gelişmelere, Ortadoğu’daki gelişmelere hazırlıklı olması gerektiğini söyledi.
- Görüşmeden bu yana toplumda ne tür gelişmeler görüyorsunuz?
Günlerdir toplum içinde geziyoruz ve toplantılar devam ediyor. Mitingler yapılıyor. Toplumda barışa, çözüme müthiş bir özlem var. Ama bir kaygı ve inanmama meselesi de var. Medyada bu ne kadar işleniyor bilmiyorum ama insanlar çok mesafeli.
- İnsanların mesafeli olduğu noktalar neler?
İnsanların mesafeli olduğu nokta çözüm ve barış meselesi değil… Ama 2013-2015’ten sonra yaşananlar insanlarda bu kaygı refleksini güçlendirmiş. Elbette insanların ihtiyatlı olması ve bu noktada bizi uyarması önemli bir şeydir. Emsalleri sonuca ve çözüme gitmediği için insanlar buna da kaygıyla yaklaşıyor. Tabii ki “çözüm, kardeşlik” diyoruz ama kardeşlik aynı zamanda eşitliktir. Kardeş deyip de her türlü hakkını gasp etmek anlamına gelmez. Gerçek anlamda kardeşliğin ve barışın karşılığı eşitliktir, anayasal güvencedir, hukuk altına alınmasıdır.
- Abdullah Öcalan sürece dair nasıl bir okuma yaptı?
Sayın Öcalan Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısı ve İsrail ile olan savaşını ayrıntılı olarak değerlendirdi. “Ortadoğu’daki tüm halkların yaşam hakkı var ama emperyal, yayılmacı yaklaşımlara karşıyız” dedi. Yahudi toplumu ile ilgili de “Ortadoğu’da yerleri var, yaşam hakları vardır. Bizim karşı olduğumuz nokta yayılmacı ve emperyal yaklaşımlar” dedi. Sayın Öcalan’ın yıllardır söylediği şeydir bu; “Eğer demokratik bir çözüm olursa, anayasal güvence olursa, Ortadoğu’da bizim bahsettiğimiz demokratik modernite paradigması inşa edilirse yaşam herkese açılır, büyük bir sıçrama yaşar Ortadoğu. Bu sorunlar çözülmezse de Ortadoğu bugünkü gibi kendi cehennemini yaşar.” Bugün günde onlarca insan yaşamını yitirmektedir. Bakınız Hamas ve İsrail savaşına; son 15 ayda kadın, çocuk 60 binin üzerinde insanın öldüğü, öldürüldüğü söyleniyor. Bu cehennem değil midir? Yanı başımızda, Suriye’de yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Bu cehennem değil midir? Ama kendini kısmen muhalif medya olarak gören ulusalcı medya bu sözleri ve gerçeği çarpıtıyor, adeta bir provokasyon yapıyor. Bu coğrafya zaten cehennemi yaşıyor. Bu sorunlar çözülmezse -ki uluslararası güçlerin değerlendirmelerini yakından takip ediyoruz- gidişat hiç de iyi görünmüyor. Ama kendi sorunlarını iç bünyesinde çözerse, kendi gerçekliği ile yüzleşirse her şey değişir. Bu toplum çözüme de hazır, barışa da hazır, kardeşliğe de hazır.
- Bölgede uluslararası güçler, İsrail, İran, Filistin denkleminde, Türkiye’nin sıkıştığı yerden çıkışı arama noktasındaki paradigmanın Abdullah Öcalan’la ortaklaştığı yer neresi?
Sayın Öcalan emperyal ve yayılmacı politikalara karşı olduğunu söyledi. Araya girdim, “Başkanım, Rojava’da, Suriye’de herkes var ve herkes birbiriyle konuşuyor” dedim. Başkan şunu söyledi: “Ben Kürtlere kimseyle konuşmayın demem. Kürtlerin de herkesle konuşma hakkı var. Herkesle konuşabilirler. Kürtlerde yüz yıl önceki Kürtler değiller, onlar da kendini savunurlar” dedi. Daha çok çözüm endeksli konuşuldu. Irak’tan, İran’dan, Suriye’den bahsetti. Sayın Öcalan, “Ortadoğu’daki bu problemler çözülmezse şu an bir Gazze var bu Gazze, elli Gazze olur. Şam’dan tutun Bağdat’a kadar, Bağdat’tan tutun Musul’a kadar birçok bölgede irili ufaklı elli tane Gazze ortaya çıkar” dedi. Bunlar söylendi ve söylenen şeyi de bizim kamuoyuyla paylaşmamız gerekiyor. Bizim genel eş başkanlarımız da yakın zamanda bu konu hakkında konuştu, Tülay eşbaşkanımız Gazze’den bahsetti, bunu belirtti ama demedikleri şeyi bırakmadılar. Hatta soruşturma da açtılar ve fezleke olarak da gönderdiler. Ama sizin söylediğiniz gibi uluslararası konjonktür, yaşanan gelişmeler süreci etkiliyor, tetikliyor ve çözümü dayatıyor Türkiye’ye. Ama sadece bölgedeki bu duruma yönelik kaygı varsa, içten ve samimi bir çözüm arzusu yoksa, bence bu da problemli. Çünkü Ortadoğu’da bu gelişmeler olmasa dahi Kürt meselesinin çözülmesi gerekiyor.
- DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, “Abdullah Öcalan tarihi bir çağrı yapmaya hazırlanıyor” dedi. Sizin görüşmenizle başlayan süreç nereye evrildi?
Şunu belirteyim, benim görüşmem belki bir ön basamaktı. Öyle bakmak ve değerlendirmek lazım. Öyle klasik bir aile görüşü olarak da ele almıyorum. Yani bir geçiş durumu söz konusuydu.
- Sizinki hem aile hem de vekil sıfatınızdan da kaynaklı siyasi bir görüşme miydi?
Temsil ettiğimiz parti ve milletvekili sıfatımız da var. İllaki bazı bilgi alışverişleri oldu. Gözlemlerim de var. Onların bir kısmı bizde, bir kısmı kamuoyunda… Bütün aile görüşü başvuruları da yapılıyor. Maalesef henüz bunlara dönük olumlu bir dönüş yok. Devlet tarafından bir planlama yapılmış olabilir. Önemli olan, bunun bir sürece dönüşmesi ve bu sürecin sonuca gitmesi, bu sonuçtan da toplumun tüm kesimlerinin zımni oranda memnun olmasıdır. Ben herkesin bir beklenti içerisinde olduğunu görüyorum. Kürtlerin beklentileri var, Türkiye kamuoyunun beklentileri var, belki uluslararası kamuoyunun beklentileri var. Sayın Öcalan’ın her şeye son derece hâkim olduğunu ve halkın Sayın Öcalan’a güvendiğini de biliyoruz. Bir çağrı yapılacak ve çağrının içeriğini biz de merakla beklemekteyiz. Ama bu çağrıyı indirgemeci bir yaklaşımla da ele almamak lazım. Eğer bir çağrı yapılırsa, ölçüsü, sınırları, kapsamı ne olursa olsun, bunun da bir zemine ihtiyacı var.
- Bu zemin hazır mı?
Türkiye medyasında hem iktidar mensupları hem diğer kesimler çok üstten konuşuyorlar ama hazırlamışlar mı bilmiyoruz. Bekledikleri herhalde öncekilerden farklı bir çağrı ama buna da zemin hazırlamaları gerekir. Bu zemin bugünden yarına da olacak bir mesele de değil. Siyasi gündem oluşturmak için bile aylara ihtiyaç var. Biz de yakından takip ediyoruz, merak ediyoruz, az çok da kestirebiliyoruz. Ama sonuç itibarıyla Sayın Öcalan’ın değerlendirmesine kadar beklemek gerekiyor.
- PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da uluslararası komployla getirilip tecrit edilmesinin üzerinden 26 yıl geçti. Tecrit altındayken de demokrasi ve siyasi çözüm dedi. Uluslararası güçler o dönem ne beklediler ve bugün ne bekleniyor?
1999 tarihi Kürt siyasi hareketi için de Türkiye için de önemli bir tarih. Sayın Öcalan’ın uluslararası bir hukuksuzluk ve komployla Türkiye’ye teslim edildiği günden bu güne 25 yılı geride bırakıp 26 yıla artık girmekteyiz. Bu süreçte uluslararası güçlerin istediği şeyler gerçekleşmedi. Amaç belki büyük bir kaosa, büyük bir Kürt-Türk çatışmasına zemin hazırlanmaktı. Sayın Öcalan 93 yılından itibaren yürüttüğü barış ve çözüm karakterini 99’dan sonra daha da genişletti. 99’dan şimdiye kadar birçok kayıplar, çatışmalar yaşansa da o istenilen iç savaş noktasında bir şey olmadı. Sayın Öcalan bunu durdurdu. Uluslararası güçlerin Türkiye’nin önüne koyduğu negatif süreç yaşanmadı. Nihayetinde 2025’teyiz ve çözümde, barışta ısrar eden bir Öcalan gerçekliği var. Bunu cezaevinde kendisi de söyledi, “Ben 99’da uçakta da Kürt sorununun demokratik çözümü için hizmete hazırım dedim, 2000 yılında da dedim, şimdi de söylüyorum. Bu meselenin 2000 yılında çözülmesi gerekiyordu. Ama bu mesele çözülmedi ve yıl 2024. Biz hala bu sorunları yaşıyoruz” dedi. Tabii ki öyle. Bahsettiğimiz tekçi, diğerlerini kabul etmeyen paradigma ile bu sorunlar çözülmez ki. Zaten sorunun temel sebebi budur. Çözüm paradigması Sayın Öcalan’ın paradigmasıdır. Demokratik Ulus karakterini ortaya koymayan, demokratik cumhuriyet tezini ortaya koymayan anlayış çözüm getiremez. Bu noktada Sayın Öcalan CHP ile de ilgili değerlendirme yaptı.
- Abdullah Öcalan’ın CHP ile ilgili değerlendirmesi neydi?
Görüşmede CHP’nin Demokratik Cumhuriyet vurgusu için “Kendilerine iyi bir slogan bulmuşlar. Ben bu sloganı destekliyorum,” dedi ve bu sloganı daha da büyütmeleri gerektiğini söyledi. Lakin 1924’ten sonra oluşturulan ret-inkâr anayasasıyla devam edildiği için bu sorunlar daha da derinleşti ve bunun sonucunda büyük yıkımlar, çatışmalar, ölümler, kayıplar yaşandı. Ekonomik olarak da 4 trilyon dolar harcamadan bahsediliyor. Bu yıl güvenlik politikaları adı altında bütçede 57 milyar dolar ayrılmış. Bunun tamamının PKK ya da bölgedeki çatışmalara gittiğini söyleyemem. Ama büyük oranda gittiğini belirtebiliriz. Bakınız F-16’lar alınıyor, savaş mühimmatı alınıyor, tanklar alınıyor, toplar alınıyor, S-400’ler ve farklı şeyler alınıyor. Bunların hepsi halkın sofrasından, kısıtlanan emeklisinden, başka yere kan ve gözyaşı olarak giden ekonomik altyapısıdır.
- Yoksulluğun, çürümenin ve ekonomik çöküşün nedenlerinden biri de Kürt meselesinin çözülmemesi… Bunun da çıkış noktası barış nasıl sağlanmalı?
Barışı sadece Kürt toplumu için değil, Türkiye’deki diğer tüm kesimler için toplumsallaştırabilirsek, hep birlikte barışın etrafında kenetlenebilirsek bunun ekonomik yansımaları olacaktır. Bakınız bütçeden doğrudan milyar dolarlarca kaynak ayrılıyor. Bu ekonomiyi görmeliyiz. Türkiye’deki iktidar ve muhalefet çıkıp Ortadoğu’daki örgütlerin uluslararası güçler tarafından kullanıldığını belirtiyor. Ama doğrudan olmasa da dolaylı olarak Türkiye devleti bile uluslararası güçlerin politikalarına hizmet etmiş olmuyor mu? Bütçesinin büyük bir kısmını savaşa ve dışarıdan aldığı savaş malzemelerine ayırmıyor mu? Aslında kaybet kaybet politikası yürütülüyor bu savaş üzerinden ve Türkiye ekonomisi kaybediyor, Türk-Kürt halkı kaybediyor. Diğer tarafta can kaybı daha derin bir problem. Bir insanın evine cenaze gelince bu sorunun çözümü daha da derinleşiyor, içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Bunların yaşanmaması için tüm kesimlere barışı anlatmamız lazım. Burada iktidarın da dilini düzeltmesi, yapıcı ve kapsayıcı bir dil kurması gerekiyor.
- Neden hala o dili kurmuyor?
İktidar yıkıcı dili bir psikolojik savaş yöntemi olarak kullanıyor. Belki bir yerlere mesaj veriliyor. Ama racon kesen, kabadayı, tehditkâr bir dil sorunları daha da derinleştiriliyor. Bu da herkese kaybettiriyor. Tüm halk bunu görmelidir. Her yönüyle, sosyal alanda, ekonomik alanda, insan olarak kaybediyorsun. Halklar arasındaki, inançlar arasındaki sorunlar daha da derinleşiyor. Ama eğer Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigmaya bir yaşam alanı açılırsa, herkes için bir sistem yürütülür. Şu anki politikalarda eğer samimiyet ve içtenlik varsa ben çözüme gidileceğini düşünüyorum ve umutluyum. Ama uluslararası konjonktür ve Ortadoğu’daki yaşanan gelişmelere yönelik geçici bir politika değişikliği ve anlayışıyla hareket ediliyorsa bu herkese, en çok da Kürtlere kaybettirir. Bunu belirtmek lazım. Sayın Öcalan’ın şu söylemi çok önemlidir: Özgürlük ile yanında güvenlik de önemlidir. Kürt halkının özgürlüğünü esas alırken güvenlik durumunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Büyük bir çözümle Ortadoğu’da yeni bir sistem oluşturulabilir. Bu sisteme Türkiye kendi gücü oranında öncülük yapabilir ve Kürtler enerjisi, motivasyonu olan bir halktır. Ortadoğu’ya katkı sunabilecek bir noktadadırlar. Ortadoğu’nun tamamı bundan faydalanabilir. Kürtler statüsüzlükten çıkabilir. Ama tedbirli de olmak gerekir.
- Tedbirden kastınız nedir?
Kendimizi çok da kaptırmamalıyız, sonuçta burası Ortadoğu. Yaşadığımız coğrafyada aşk ve sevgi ülkesinde yaşamıyoruz maalesef. İsveç, Norveç, İskandinavya’da değiliz. Yani burada dünya tarafından kullanılan onlarca yapı, mekanizma var. Biz de ancak ciddiyetle, samimiyetle yaklaşırsak bu işi götürebiliriz. Türkiye de kendi iç bünyesinde Kürt meselesini çözerse Ortadoğu’nun yükselen bir modeli haline gelir ama içe kapanıp “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Bir Türk dünyaya bedeldir” anlayışına dönerse bir yere varamaz.
- Yapılacak çağrının şekli de tartışılıyor kamuoyunda. Sizce nasıl yapılacak? Görüntülü olması fark yaratır mı? Ya da nasıl adımlar atılmalı?
Bu kayıtlar çok önemlidir. Yani görüntülü ve yazılı yapılacak herhangi bir açıklamanın arasında fark vardır. İletişim teknolojileri döneminde yaşıyoruz. Sayın Öcalan’ın görüntüsü büyük bir özlem ve beklentidir. Burada devletin tavrı ne olur bilmiyorum ama en azından bu bir samimiyet göstergesi olur ve görüntülü bir mesaj da büyük bir etki yaratır, Türkiye’yi de sıçratır, bir-iki adım ileri götürür. Uluslararası otoriteler de böyle bakar. Türkiye’nin kendi sorununu çözebilen, kendi gerçekliğiyle yüzleşebilen konumunu ortaya çıkarır. Türkiye’nin yönetilen değil, Ortadoğu’da, Avrupa’da ve yakın sınırlarda etkisi olan bir özne konumuna geldiğini vurgular. Ama bunun için cesarete, ferasete ihtiyaç vardır. Ben Meclis’te de söyledim. Cumhurbaşkanı eğer iktidarını düşünecekse bu 23 yıl yerine 25 yıl, 30 yıl gibi bir rakamsal değişikliktir. Ama Kürt meselesini çözerse Cumhuriyetin ikinci kurucusu olarak anılacak bir pozisyona gelecektir. 100 yıl sonunda kendi gerçekliğiyle yüzleşen cumhuriyetten kalan en büyük sorunun çözümünde rol almış olacaktır. Diğer yandan Sayın Öcalan’ın mesajının bugün Türk basınının “silahları bırakın çağrısı mı yapacak” ve benzeri şekillere indirgediği, on cümleden oluşacak teknik bir mesaj olmayacağını düşünüyorum. Sayın Öcalan aynı zamanda bir felsefeci ve mesajında geniş bir çerçeve çizecek. Bağlamı ve etkisi güçlü olacak, sadece Türkiye ile ilgili değil, Ortadoğu’ya da etki edecek, dünyaya yönelik bir mesaj olacağı kanısındayım.
- Görüşme sırasında kadınlarla ilgili bir değerlendirmesi oldu mu?
Kadınlarla ilgili bir çalışması olduğunu söyledi: “Kadın meselesini biz normalde 5 bin yıllık erkek egemen zihniyete götürüyoruz. Bunu daha geriye, Göbeklitepe’ye kadar götürmemiz gerekiyor. Çünkü Göbeklitepe’de o mekânın oluşturulması için bir şiddet elitine, şiddet elitinin karşısında da bir köle topluma ihtiyaç var. Beş bin yıl değil, 12 bin yıl öncesine uzanan bir düşürülmüş toplum üzerine çalışmam var” dedi. Bunu kafasında oluşturduğunu, tasarladığını ve yazıya dökeceğini belirtti. Böyle bir değerlendirmesi vardı.
- Ömer Öcalan’ın derdi ne?
Kürt meselesinin demokratik bir yöntemle çözülmesi. İnsanlar hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda kendi yaşamlarına dönmek istiyorlar. Siyaset önemli, politika önemli, siyasi mücadele önemli ama Türk-Kürt toplumu şu an toptan bu mücadelenin içindedir. İnsanlar artık siyasetle birlikte yaşamın diğer alanlarıyla da ilgilenmek istiyorlar. Biz de yaşamın diğer alanlarıyla ilgilenmek istiyoruz. Artık özgürlük gelsin diyelim.