Uzun yıllar süren bir aradan sonra yeniden silah bırakma temelinde Kürt sorununda çözüm yolu tartışmaları ile karşı karşıya olduğumuz bir süreci yaşıyoruz. Silah bırakılması, silahların susması, ölümlerin, kıyımların, savaş ve çatışmanın son bulması, azıcık ahlaki ve vicdani haslete sahip hangi insanın itiraz edebileceği bir şeydir ki? Fakat Türklük üst kimliği, Türk’ün tartışılmaz üstünlüğü, egemenliği, karar vericilik tekeli içinde yürütülen tartışmalar Kürtler nezdinde sulh yoluyla bir çözüme ulaşma umut, ihtimal ve tercihini her gün biraz daha aşındırmaktadır. Kürtler onurlarını kaybetmek pahasına hiçbir çözüme razı gelmeyeceklerini defalarca gösterdiler. Geçmişe, çok yakın geçmişe dönüp birazcık hafıza tazeleyelim.
Bir kız çocuğu, polislerin bulunduğu noktaya doğru ilerliyor. En fazla onbir-oniki yaşlarında. Çocuğu, yüzünü görmediğimiz sadece sesini duyduğumuz anonsla direktif veren kolluk mensubu yönlendiriyor. Kolluk mensubu çocuğun kıyafetlerini çıkarmasını, karnını ve sırtını göstermesini istiyor. Çocuğun yüzünde bir dehşet ifadesi var. Neden böyle yapıldığını anlamakta zorlanan fakat daha önce de böyle yapıldığını bilen bir dehşet ifadesi. Verilen komuta uyulmadığında bunu canıyla ödeyeceğini bilen bir yüz ifadesi. Verilen komuta, onur kırıcı emre uyduğum için beni kınamayın, ben henüz çocuğum, sadece evimin önünde oyun oynamak istiyorum diyen bir ifade. ‘Şimdi söylenenleri yapacağım, sonra geçecek her şey ve evimin önüne gidip oyun oynayacağım’ umudu taşıyan bir ifade. Çocuk, yüreğine dolanan korkunun aklını almasını, dizlerinin bağını çözmesini engellemek ve söylenenleri doğru duyup doğru uygulamak için içine korku bulaşmış gözlerini sonuna kadar açıyor. Gözleriyle duymaya çalışıyor verilen komutu. Komutu veren kolluk mensubu açıklayıcı bir ses tonuyla arka arkaya komutlarını sıralıyor. Çocuk, denilenleri harfi harfine uyguluyor. Korkuyla kazağını sıyırıyor yukarıya, altındaki zıbını yırtarak karnını ve sırtını gösteriyor. Komut veren her dediğinin yapıldığını gördükten sonra bir sonraki komutu veriyor. Komutu veren kadar, görüntü ve sesi kaydeden de titizlikle yapıyor işini. Sonra başka çocuklar geliyor, aynı küçük düşürücü muamele onlara da yapılıyor. Görüntüyü çekenler ileride bebekli ailenin başka fertlerini fark ediyor. Görüntülere yansıyan hakaret, küfür ve ırkçı sözler içinde bir kolluk mensubunun belgesel ismi olabilecek şu sözü duyuluyor: “Korkma, devlet hepinize bakacak a.koyayım”. Bir diğeri, çocukların babası için “y. kafası, talimatlara uy, anasını s…” diyor, bir diğeri “itinayla vururum” diyor.
En son izlediğimiz bu mükemmelikte çekilmiş dehşet sineması görüntüleri iki Türk askerinin yakılarak öldürülme sahnesiydi. Yakılarak öldürülen askerlerin, yanmaya giderkenki soğukkanlı davranışları herkesi şok etmişti. Bu sahneler belli ki daha önce defalarca prova edilmiş. Sadece alevin bedene değmeye ve bedeni yakmaya başladığı andan itibaren bir şaşkınlık görülüyor yakılan insanların yüzünde. Belli ki o zamana kadar bunu bir film çekimi zannediyorlar. Bu görüntüler DAİŞ’e ait propaganda filmlerinden biriydi. Müthiş bir prodüksiyon yapılmış ve mükemmel bir yönetmenlik var her karesinde. Buna benzer pek çok video izledik DAİŞ denen vahşetin hüküm sürdüğü zamanlarda.
Yukarıda sözünü ettiğim kız çocuğu ile ilgili sahne Filistin’den ya da Nazi kamplarını anlatan filmden bir kare değil, yakın geçmişte Amed’in Sur ilçesinde yaşanan çatışmalar döneminde çekilmiş bir görüntü. Propaganda amaçlı çekilmiş tıpkı yukarıda bahsedilen DAİŞ propaganda videosu görüntüleri gibi. Bütün bu görüntülerdeki amaç şok ve dehşet duygusu uyandırmak. Dehşet, dramatik bir kurgu içerisinde olabildiğince estetize edilerek sunuluyor. Suriye’de ve Sur’da olanlar ve olanların estetize edilişi ve sunumu ne kadar da aynı kirli kafanın ürünü olarak ortaklık gösteriyor değil mi? Aslında savaş suçu olan bu görüntülerin kaydeilerek paylaşılmasından iki şey amaçlanıyor. Zulmedenin gücü karşısında ezilenlerin çaresizliğini çoğaltmak, estetize edilmiş dramatik yapısıyla da bu vahşet bilgisine ulaşmış olan bizleri pasif birer seyirci konumunda tutmak. Ve elbette onursuzluğa rıza göstermeye zorlamak Kürtleri.
Çok net bilinmelidir ki mesele silahlı bir örgütün silahını bırakmasının çok ötesinde bir meseledir. Mesele yüzyılı aşkın süredir, baskı ve zume tabi tutulan bir halkın kendi varlığını onurlu bir şekilde yürütme meselesidir. Kürtlere onursuzluk dayatıldığı müddetçe A örgütü silahı bırakır, kendini fesheder, B örgütü ortaya çıkar. Son yüz yıllık tarih bunu yeterince doğrulamadı mı? Kürtleri onursuz bir yaşama mahkum kılmak isteyenler, mesela Irak ve Suriye devletleri dökülüp dağılmadılar mı? Kürt halkını onursuz bir yaşama mahkum etmeye çalışanlar kendi halklarının da büyük acılar yaşamalarına yol açmadılar mı? Kürt halkına onursuzluğu dayatmanın Türk halkına nasıl bir faydası olacak? Türk aydını, entelektüeli, demokratı neden bu gerçeği okuyamıyor, bu gerçeğin gerek duyduğu muhalefeti geliştiremiyor? Neden kendi halklarının da helak olabileceği bu süreci durduracak bir çabanın içine girmiyor. Anlamak mümkün değil.