Hitler’i iktidara getiren en önemli nedenlerden biri burjuvaların “komünizm korkusu”ydu. Almanya’da da dünyada da bu korku onları titretiyordu. Buna işçi sınıfının örgütlü gücünün üretim üzerinde yarattığı istikrarsızlıklardan duyulan hoşnutsuzluklar eşlik ediyordu. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan yenik çıkmış Almanya’da burjuvalar, ulusal pazarları üzerindeki tam kontrolü kaybetmenin de hırçınlığı içindeydi. Bismark Almanyası’nın Versay Anlaşması’yla paramparça edilmesine, özellikle çelik ve kömür üretiminin yoğunlaştığı Ruhr Bölgesi’nin Fransa ve Belçika tarafından ödenmeyen savaş tazminatları bahanesiyle işgal edilmesine duyulan öfke keskindi.
Herkesin burun kıvırdığı, sermayenin büyük kesimlerince şüpheyle bakılan Hitler de o kesitte sahneye çıkıyordu. Özellikle Versay Anlaşması konusundaki keskin milliyetçi söylemlerine ilk para yatıran demir-çelik devi Thyssen olmuştu. Daha sonra Nazilerle yolu ayrılsa da Hitler’in iktidara gelişinde önemli rol oynayan -en başta da sermaye akıtan- isimdi Thyssen. O kadar ki, 1930’da dönemin komünist sanatçılarından John Heartfield, Thyssen’i ‘Hitler’i manipüle eden kuklacı’ olarak nitelendirmişti. Demir çelik devi Thyssen Hitler’in iktidara gelmesinin yolunu açmak için 1 milyon markı bulan bağışlarda bulunmuştu. Dahası, gücünü siyaset üzerinde kullanarak da bu yolu döşemişti.
Sonrası geldi… Hitler, aralarında Allianz, Bayer, Telefunken, Siemens gibi devlerin de bulunduğu 24 sermaye grubu tarafından kolektif bir onayla iktidar oldu.
O zamanların dünyasıyla bugünkü arasında dağlar kadar fark var elbette. En başta da şimdi dünya burjuvazisi açısından nesnel olarak varlığını sürdürse de somut bir komünizm korkusu yok. Ancak işçi ve emekçileri alabildiğine örgütsüzleştirdikleri, sosyalizm tarihsel bir yenilgi aldığı halde yarattıkları cehennemin farkında olmanın tedirginliği yakalarını bırakmıyor. Çünkü o cehennemi daha da kızıştırmak istiyorlar. Hayalleri ücretli köleliğin en dip biçimlerinde somutlaşıyor.
Üretimse o günle kıyaslanmayacak ölçekte dünya düzeyinde toplumsallaşmış durumda. İflas eden neoliberal birikim modeli yerine hayal edilen model, “post neoliberal” birikim olarak tarif edilebilecek bir vahşeti imliyor. Gelişen teknik altyapıyla birlikte düşündüğümüzde emeğin alabildiğine örgütsüz-esnek-kuralsız piyasa kurallarına boyun eğmesini…
Yeni teknik gelişmeler yeni hammadde kaynaklarını gerekli kıldığı gibi emperyalistler arası rekabet hem bu kaynaklar üzerindeki kontrol açısından hem de tedarik zincirleri, ticaret yolları ve enerji nakil hatlarının güvenliği-kontrolü üzerinden kızışmış durumda.
Bu tablonun siyasal karşılığını da epey zamandır yaşayıp görüyoruz. Dünyanın hemen her yerinde yükselen tek adama dayalı faşist modeller hayal edilen bu birikim modelinin, dünyanın yeniden paylaşılması ve denetlenmesi yöneliminin de mantıki sonuçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu tek adamların kontrolsüz-dengesiz hatta düpedüz deli olmasıysa tahayyül edilen cehennemin çarpıcı bir dile gelişi oluyor.
Hitler’i iktidara getiren koşullarla bugünün koşulları arasında epey fark var elbette. Ama Hitler gibi insanlık düşmanlarını iktidara getiren nedenler ve aktörler çok da değişmiyor. O zamanlar Almanya’da John Heartfield’in deyimiyle Hitler’i manipüle eden kukla oyuncusu Tyssen ise bugününTyssen’leri de sahneden Hitler selamı çakan Musk’tur. Trump’un seçim çalışmalarına milyarlarca dolar akıtan Musk… Elbette ona bugünün dünyasının en büyük sermayedarlarından Instagram ve Facebook’u bünyesinde barındıran Meta CEO’su Mark Zuckerberg ve Amazon kurucusu Jeff Bezos, Google CEO’su Sundar Pichai, Apple CEO’su Tim Cook ve OpenAI CEO’su Sam Altman eşlik ediyor.
Hemen hepsi neoliberal kapitalizmin çocukları, özgürlüklerden bol bol bahsedilen o dönemin havarileri. Şimdiyse kölece çalışma koşullarının derinleşmesi için kolları sıvamış dünyanın en zenginleri arasında yer alıyorlar. Hepsinin ortak özelliği teknik gelişmelerle olan yakın ilişkileri. Ya online satış platformları ya sosyal medya mecraları ya da “yeşil dönüşüm” denilen yalanın mucitleri. Uzayın fethi de ayrı bir ilgi alanları. Hemen hepsinin yolu teknik donanımları itibariyle silah tekelleriyle, militarizmle çakışıyor. Uydularının son olarak Gazze’deki soykırımdaki rolleri bile bunun için yeterlidir. Henüz Trump’la organik bir ilişkisi yokmuş gibi görünse de Microsoft’un İsrail Ordusu’na sattığı öldürücü programlar ya da ordunun bu programları geliştirmesi için sunduğu hizmetler bile başlı başına çarpıcıdır!
Neoliberalizmin ve yeni teknik gelişmelerin çocuğu olan bu sermaye sahiplerinin tepelerinde sicili faşizmle özdeşleşen Musk var. Post neo-liberalizmin mantıki sonucu olarak perde-kademe koyma gereği duymadan iktidara doğrudan ortak olan, sahnenin en önünde olmaktan zevk alan, kendisi de bir milyarder olup genlerinde Ku Klux Klan izleri taşıyan Trump’la birlikte dünyayı fethetmeye çıkmış bir Musk!
Tyssen Hitler’i kukla gibi oynatırken hayalleri Musk kadar geniş değildi. Musk ve onun gibiler, kuklaları Trump’la birlikte çıkarlarının yoğunlaştığı her yere buz gibi bir tüccar kafasıyla çökme derdi ve aceleciliğinde.
Musk’un elektrikli otomobilleri için nerde lityum varsa orayı “satın almaya” soyunuyorlar. Olmazsa “zorla” diyorlar. Grönland’a “bizim olmak zorunda” gibi bir zorbalıkla çökme telaşına girmeleri bundan. Ya da Çin’le Kuşak Yol Projesi kapsamında iş tutan Panama’dan kanalı almak istemeleri geleceğin ticaret yolları üzerinde kurmayı hayal ettikleri hegemonyaları açısından manidar.
Bu adamların hayallerinin simgesi olan Trump, Gazze Şeridi’ne çökmeyi, Filistin’i haritadan silmeyi doğal bir hak gibi dillendirebilecek bir haydutlukla hareket ediyor.
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında oluşan dünya sistemini simgeleyen kurumlardan çekilmesi (ki bu kurumlar her zaman özünde ABD denetimde oldular, ama bu haline bile tahammül edilmediği anlaşılıyor) de dünyada istediği yere istediği gibi çökebileceğinin başka bir ilan biçimi oldu. ABD emperyalist burjuvazisinin devletin dümenine oturttuğu Trump’ı manipüle ederek bir kukla gibi oynatacak asıl aktörlerin çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapacaktır.
Düşünün ki yakılıp yıkılmış Gazze’ye bayram havasında dönen Filistinliler için pişkince “başka bir alternatifleri olmadığı için” diyerek Ürdün ve Mısır’da inşa edilecek yerleşim alanlarına gitmelerini buyurabiliyor.
İnsanın aklına Hitler’in Avusturya’yı işgalinden sonra artan Yahudi intiharlarına karşı Avusturyalı gaz şirketlerinin Yahudilerin gazını kesmesine getirdikleri gerekçe geliyor. Onlara göre Yahudiler bu gazı genelde intihar etmek için kullanıyor ve faturasını da ödemiyorlardı. Buz gibi bir soğukluk, tüccar kafası ve insanlık düşmanlığı!
Şimdi Trump da Filistinlilere “gidecek yerleri olsa Gazze’ye gelmezler” diyor. Onlar yerine düşünerek vatanlarına el koymaya soyunuyor. Buz gibi bir soğukluk, tüccar kafası ve insanlık düşmanlığıyla katliamlarını meşrulaştırıp Filistin’i haritadan silmenin gerekçelerini üretmeye çalışıyor. Ki kendisi için gerekçe de gerekiyor ama yine de bir şey söylemesi gerekirse bunları sayıklıyor.
Nerde, ne zaman, neyin olacağının bilinemez hale geldiği bu koşullarda net olan tarihsel haklılığı ve meşruluğa sahip hiçbir davanın, özlemin ve bunun için geliştirilen direnişin bitirilemeyeceğidir. Filistin’de bitirdik denilen direnişin o yıkıntılar içinden gövdesiyle gün yüzüne çıkmasında olduğu gibi…