Her gün yeni bir gündemle karşı karşıya kalıyoruz. Bolu Kartalkaya’da ihmaller sonucunda göz göre göre katledilen 78 kişi unutuldu bile. Memlekette en istikrarlı gündemin ise muhaliflere yönelik gözaltı ve tutuklama saldırısı olduğu aşikar. Uzun yıllardır devrimcilere ve Kürt ulusal hareketine yönelik gözaltı ve tutuklama saldırısı sürdürüldüğü içindir ki, bu gündem neredeyse kanıksanmış durumda. Bu gündemin memleketin tek değişmeyen gündemi olduğu bile iddia edilebilir.
Gelinen aşamada, bu saldırganlık sadece iktidarın gerçek muhaliflerini değil, en değme düzen savunucularını da kapsar hale geldi. Artık tutuklanmak için devrimci ve Kürt olmak gerekmiyor. AKP-MHP iktidarına muhalif olan herkes şu veya bu gerekçeyle “terör”le ilişkilendirilip tutuklanmaya başladı. Bu açıdan AKP-MHP iktidarının kendi yandaşları dışında herkesi “eşitlediği” bile iddia edilebilir. Artık iktidara sadece muhalif olmak da kurtarmıyor. Örneğin menajer Ayşe Barım, rant paylaşımı dalaşında Gezi’yi örgütlemek gerekçesiyle tutuklanabiliyor. Ya da kurulu düzenin has savunucularından ve yeminli halk düşmanlarından biri olan Ümit Özdağ gibi bir ırkçı ve faşist bile “halkı kin ve düşmanlığa sevk” gerekçesiyle tutuklanmayla karşı karşıya kalabiliyor.
AKP-MHP iktidarının “iç cepheyi tahkim etme” söylemi sadece kolluk ve yargıyı kullanılarak sürdürülmüyor. Bir yandan “kadife eldiven içinde demir yumruk” söylemleriyle İmralı kapısı yeniden çalınıyor, diğer yandan Osmanlı padişahlarında olmayan yasama yetkisi kanunlaştırılıyor. Bir gecede çıkartılan kanun ile Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu üyelerine kayyum atama yetkisi veriliyor. Kısaca iktidara tutuklama da yetmiyor artık herkese kayyum atamanın önü açılıyor.
Bu saldırı dalgası, trajikomik olaylara vesile olmuyor da değil. Örneğin Fransa’da yayınlanan bir Fransız dizisinde “YPG’li rolü” oynadığı için bir oyuncunun ifadesi alınıyor. Ya da iktidar tutuklamalarına gerekçe olarak 13 yıl önce gerçekleşen Gezi dosyasını yeniden açıyor. Ama bunu yaparken bir zamanlar aynı yollarda beraber yürüdüğü ve sonradan “terörist” ilan ettiklerinin iddianamelerine başvuruyor. Gezi döneminde medya kuruluşlarının hangi yayınları yaptığının soruşturulacağı bile ilan ediliyor. İktidarın kitle iletişim araçlarını denetleyen kurumu RTÜK, memlekette “olumlu olaylar olmadığı” algısı oluşturan haber bültenleri ve programlara yaptırım uygulanacağını açıklıyor.
Ancak bu absürtlükler içinde şunları ifade etmek gerekir. AKP-MHP iktidarına muhalif olduğunu iddia eden ve fakat devrimci ve Kürt gazeteciler tutuklandığı ve hatta katledildiğinde üç maymunu oynayanlar, sıra kendilerine geldiğinde “sizin de kapınız çalınabilir” açıklaması yapabiliyor. Ya da göreve başladıklarında ilk işleri, Kürt halkı üzerine bomba yağdırmak olacak veya Karadeniz’de, Ege’de toprağını savunan, doğasını koruyan köylülerin üzerine joplarla saldıracak olan yeni mezun TSK mensubu teğmenler “kahraman” ilan ediliyor.
Kuşkusuz bir sanatçının rolü nedeniyle ifadeye çağrılması, onun sanatsal performansı açısından iyi bir değerlendirme olabilir ya da Gezi’nin yeniden dava konusu olması, “Meydan Padişahı” Patrona Halil’in yeniden yargılanmasının da önünü açabilir. Memleket sath-ı mailinde her şey mümkündür. Ancak AKP-MHP iktidarının faşist saldırganlığının burjuva muhalefetin her renkten temsilcilerini de kapsayarak artması dikkat çekicidir. Bu aynı zamanda iktidarın içinde bulunduğu durumu da göstermektedir.
Yıllardan beri, düzene gerçekten muhalif olanlara yönelik işletilen faşist saldırganlığın gelinen aşamada iktidar kliğinin dışında herkese yöneltilmiş olması gerçekte AKP-MHP iktidarının sıkıştığına ve hareket alanının daraldığına işaret etmektedir. Kendileri dışında herkesi tutuklayarak korkutmaya çalışanlar, gerçekte korktuklarını açık etmektedirler.
İktidarın içinde bulunduğu durumu en iyi özetleyen ise bu faşist saldırganlık içinde çok da gündem olmayan ve fakat faşizmin kaybettiğinin kanıtı olarak zindanlarda uzun yıllar boyunca her türlü insanlık dışı koşullarda tutsak ettiği mahpuslara İdare ve Gözlem Kurulu adı verilen kurumlar tarafından “pişmanlık” ve “tarafsız koğuş” dayatılması “infaz yakmalar” örnek olarak verilebilir.
Bir mahpusu 30 yıldan fazla tutsak ettikten sonra “pişmanlık” dayatmasını kabul etmediği için tahliyesini engellemek ancak ve ancak çaresizlikle açıklanabilir. Uzun yıllar sonra halen bir mahpusa “pişman mısın?” diye sorabilmek, keyfiyetten öte kaybetmişlikle açıklanabilir. İktidar çaresizdir ve kaybetmiştir. Bunu gördükçe daha fazla saldırganlaşmakta ve saldırganlaştıkça kontrolünü kaybetmektedir.