Kürt halkının iradesini kırmaya gidenlerin nasıl bir bozgunu ve hüsranı yaşadıklarını, direniş karşısında iradelerinin nasıl kırıldığına tanık olabiliyoruz. Topluma sahadan gerçek yaşananları anlatan özgür basın çalışanlarının birebir hedef seçilerek suikastler ile susturulmaya çalışılması bunun en bariz örneğidir
Rubar Amedi
Rojava’da savaş, en acımasız ve ahlaksız bir şekilde devam ediyor. TC devleti, nefes alan, yaşam belirtisi gösteren, direnen her Kürt’ü birer tehdit ve yok edilmesi gereken bir canlı olarak görüyor. Kadın, çocuk, yaşlı demeden istisnasız herkes hedef alınıyor.
Kürt halkının ve diğer halkların inkarı üzerine kurulu bir sistem asla geleceği olan bir sistem olamaz. Günümüzde de sömürgeci devletlerin yaşadığı kriz ve bunalımları görüyoruz. Irak, İran, Suriye ve Türkiye rejimleri, kan deryalarında saplanıp kalan darbeler ve savaşlar ile sürekli gündemde olan ülkeler olarak tarih sahnesinde yer alıyorlar.
Son yüz yılımız bu ülkelere ve halklarına refah getirmedi. Neredeyse bu ülkelerin nüfusunun yarısı, yaşadıkları toplumsal haksızlık, savaş ve adaletsizlikten dolayı Avrupa ülkelerine göç etmek zorunda kaldı. Geride kalanlar ise ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgide, adeta sırat köprüsünde yaşamaya mahkum edildi.
Kürt halkı, bu yaşanılan süreçten payına düşen zulme en çok maruz kalan halk oldu. Zorunlu birliktelik dediğimiz, sömürgecilerle yaşamak zorunda kaldıkları bu durumu, tüm sömürgeci güçler gönüllü birlikteliğe dönüştürmek için her daim zor kullanmaktan geri kalmadılar. Hatta bu konuda birbirleriyle yarıştıklarını bile söyleyebiliriz.
Kürt halkı, varlıklarını tanıma karşılığında gönüllü birlikteliği kabul etmeye çalıştı. Fakat bu da imkansız gibi bir durum oldu. Bu nedenle, yaşadıkları tüm alanlarda hayatta kalmak için direnmek ve savaşmak zorunda kaldılar. PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan, bu durumu çok güzel ve yerinde bir tespit ile izah etmeye çalıştı: “Yaşam bizim için bir zindandı. Yaşam savaştan daha zordur. Bilakis savaş, yaşamın çekilebilir, kabul edilebilir bir biçimi haline gelmiştir. Savaş bu anlamda gerçekten kabul edebileceğimiz bir yaşam tarzıdır” diyerek önemli bir tespitte bulunmuştur. Bu bakımdan her dört parçada Kürtler, egemenlere karşı var olmak ve ayakta kalabilmek için yüz yıldır savaşı bir yaşam biçimi haline getirmeye çalışarak onurluca var oldular. Ve bugün bu onurlu var oluş, Rojava’da siyasal, askeri ve politik bir güce dönüşerek tarihin akışını değiştiriyor.
27 Kasım’dan itibaren başlayan Suriye’deki rejim değişikliği, istikrarsız bir şekilde halen varlığını koruyor. Geleceği belli olmayan, bölge halkına ve kendi halkına dahi umut vaat edemeyen yeni rejimin en büyük açmazı Rojava Devrimi’dir. Suriye’nin nihai geleceği, darbeyle iş başına gelen yeni hükümetin Kürt halkına yaklaşımıyla belirlenecektir. Şu an doğrudan Kürtleri hedef alan bir saldırıları olmasa da, zaman zaman tehdit etmekten de geri kalmıyorlar.
Yaklaşık iki aya yakın bir süredir Türkiye destekli SMÖ ve ona bağlı çetelerinin ve doğrudan TC devletinin, Kobanê güneyine, Karkozak ve Tişrin barajına yönelik yer yer savaş uçaklarının da kullanıldığı ağır ve ahlaksız saldırılar yapılıyor. Özellikle sivil silahsız halk katledilerek Kobanê kuşatması öncesi bölge insansızlaştırılmak isteniyor. Bu saldırıların her biri savaş suçları mahkemelerinde yargılanacak insanlık suçu niteliğinde yapılan saldırılardır. Çocuk, kadın, yaşlı demeden birçok kişi hedef alınarak katledildi. Özelde Rojava halkının genelde Kürt halkının iradesinin kırılmasına yönelik yapılan bu saldırılar bir taraftan da gerek sosyal medyada gerekse de yandaş basında psikolojik savaş argümanları ve algı operasyonları ile devam ettirilmek istenerek sonuç almaya çalışıyorlar. Oysa yaşanan ve gelişen direnişe baktığımızda nasıl bir yenilginin içinde de olduklarını alenen görebiliyoruz.
Kürt halkının iradesini kırmaya gidenlerin nasıl bir bozgunu ve hüsranı yaşadıklarını, direniş karşısında iradelerinin nasıl kırıldığına tanık olabiliyoruz. Topluma sahadan gerçek yaşananları anlatan özgür basın çalışanlarının bire bir hedef seçilerek suikastler ile susturulmaya çalışılması bunun en bariz örneğidir. Özgür basın çalışanı Cihan ve Nazım’ın şehit edilmesi, yine en son gazeteci, hakikat dervişi olarak tanınan Aziz Köylüoğlu’nun şehit edilmesi yenilgilerini toplumdan gizlemeye yönelik yapılan saldırılar olarak görülmelidir. Tüm bu hakikatı katletme çabalarına rağmen hakikat asla kaybolmayacak. Hakikati topluma anlatacak Nazımlar, Cihanlar, Azizler her daim hakikat ile var olacaktır.
Rojava halkı iki ayı aşkındır tüm zorluklara rağmen “toprağımız, suyumuz bizimdir, kanımızın son damlasına kadar koruyacağız” şiarı ile Tişrîn’de köylüsünden aydınına, sanatçısından doktoruna, öğrencisinden esnafına toplumun tüm kesimleri büyük ve tarihsel onurlu bir direniş sergilemektedir. Bu direnişte 30’a yakın yurtsever şehit edildi, yine 100’e yakın yaralanan olmasına rağmen asla direnişten taviz vermediler ve halk adeta ölümüne topraklarına, suyuna sahip çıkıyor, bu sahiplenme düşmanın tüm saldırı girişimlerini boşa çıkarmakla kalmayıp halk savaşının en üst aşamasının nasıl yaşanması gerektiğini örneği olmayan bir direniş ile dünyaya örnek olabiliyor ve halen de kahramanca bombardıman altında devrim halayını, govendini oynayabiliyor.
Bu bir iradedir. Bu bir karşı koyuştur. Bu bir direniştir.
Bu özgürlüğü için adeta ölüme meydan okumadır, ölümü yenmedir. Ölümü yenen bir halkı hiçbir egemen asla ölümle korkutamaz. Rojava halkı Kobanê’de ölümü yendi, kahramanları ile yendi. Bundan sonra da yenmeye devam edecektir. Rojava sadece Kürtler için değil, Ortadoğu halkları için de bir umuttur ve yeniden varoluştur. Bu varoluşu daha fazla sahiplenerek ve geliştirerek tarihin onurlu sayfasında yerimizi alabilmeliyiz.