Kürt basınına ölümcül saldırılar devam ediyor. En son 27 Ocak’ta Güney Kürdistan’ın Ranya şehrinde Türkiye’ye ait SİHA’ların bombalaması sonucunda özgür basın çalışanı Aziz Köylüoğlu şehit edildi. Daha Gülistan, Nazım ve Cihan’ın acısını yaşarken Aziz’in vurulmasıyla acımız daha da büyüdü. Son zamanlarda öldürülen gazetecilerinin sayıları savaş alanlarında artarken ülke içinde de gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklamalar hız kesmeden devam ediyor. Son beş yılda 13 Kürt gazeteci katledildi, gözaltı ve tutuklamaların sayısı yüzlerce. Dünya basın tarihinde hiçbir halkın gazetecileri bu durumu yaşamamışlardır. Yazarları faili belli cinayetlerde öldürülmüş, gazeteleri defalarca kapatılmış, bombalanmış, çalışanları tutuklanmış ve bugünlerde de savaşta hedef alınarak hunharca katledilmiş olmasına karşın özgür basın geleneğini devam ettiren ve hakikatleri açığa çıkartmaya çalışan bu güçlü basın iradesini yaşatanlara selam olsun. Düşünen insanlardan korkan iktidarlar gerçekleri yansıtanlardan intikam almak için ellerinden geleni yaparlar. Bunlar yaşanırken bakanlık düzeyindeki insanların “Türkiye özgür, adalet, çağdaş, basın özgürlüğü olan ve demokratik bir ülkedir” demeleri hakikati hiç de yansıtmıyor. Kürtler hakikatler yolunda yaşadıklarına rağmen ileri adımlarla ilerlerken “biz Kürtlere ne yaptık” demek zavallılıktır.
AKP-MHP iktidarı son günlerini yaşıyor. Sokağın sesi bu sonu müjdeliyor. Artık halk yaşadıklarının farkında hatta bu iktidara oy verenler dahi pişmanlıklarını dile getiriyorlar. En önemlisi iktidarın sözlerine kimse inanmıyor. Halkın yıllardır bir tanımlaması var ki bu çok çirkin bir yaklaşımdır. “Çalıyor ama çalışıyor da.” İşte ülke yıllardır bu anlayışla yönetildiği için bu zor günleri yaşıyoruz. İçerideki bu çöküşü gören iktidar tekrardan Kürtler üzerine baskı yaparak milliyetçi duyguları ateşlemeye çalışıyor. Bu uygulamalarla bir sonuca ulaşması kolay değil artık, zira kral çıplak. Hem iç ve hem dış kamuoyunda itibarsızlık söz konusu. Bahçeli herhalde kucaklaşmadan bahsederken bazı kuşkularını dile getirmek istiyor. Ötekileştirme siyasetinin ülkeyi tehlikeli bir sürece götüreceğinin farkında ve bu ihtimali mi görüyor?
Orta Doğu’daki gelişmeleri de hesaba katmak gerek. Suriye’deki geçici hükümetin, Suriye halklarını temsil etmediği Suriye’yi yakından takip edenler tarafından bilinir. Şu anda var olan hükümetin bakanlarının da zamanında savaş suçu işleyenler arasında yer aldığını unutmamak gerekir. İktidar, Suriye Arap Cumhuriyeti tanımlaması yaparak oradaki halkları hiçe sayan bir yaklaşım içinde, oysa bu kararı ancak seçilmişler verebilir. Erdoğan bir zamanlar Beşar Esad için kardeşim diyordu, şimdi de Şara için aziz kardeşim diyor.
Suriye’de durumlar yeni bir iç savaşa doğru ilerliyor. Alevilere karşı bir katliam yaşanıyor. Dürziler silahlandı ve en son Lübnan sınırında savaş başladı. Rojava’ya da saldırılar hız kesmedi. Karadan yapılan saldırılardan sonuç alamayan Türkiye destekli SMO güçleri Türkiye’den gelen hava desteğiyle çatışmalara devam ediyor. Kobani’deki insanlar da IŞİD’e karşı biz savaştık ve onları yendik, Türkiye bizden ne istiyor diye isyan ediyor. Ayrıca Afrin’de durumlar değişiyor. Afrin Halk Güçleri’nden gelen yeni haberler oraların da direnişe başlayacakları doğrultusunda. Suriye’de savaş bitmiş değil aksine daha da fazla çatışmaların yaşanacağı bir ortam var. Bahar ve yaz aylarının daha sıcak geçmesi muhtemel. Bunun olmaması için de bazı gelişmeler oluyor. Gözler ve kulaklar İmralı adasına çevrilmiş, oradan gelen açıklamayı bekliyor. Hem Türkiye’yi ve hem de Orta Doğu’yu etkileyecek açıklama 15 Şubat tarihinde Abdullah Öcalan tarafından yapılacak açıklamaya kilitlenmiş durumda. Umarız barış umutlarının yeşerdiği bir açıklama olur ve en önemlisi karşılığını bulur. Barış ortamını yaratmak herkesin sorumluluğunu kapsar.