Kürt Kadın Hareketi’nin teorik ve pratik öyküsünü ele aldığımız söyleşi serimizin dördüncü konuğu Gulan Çağın Kaleli:
TJA’lı bir hukukçu ne demek diye düşündüğümde de, özgürlük mücadelesi vermiş, kendi hakikatinden asla taviz vermeyen kadınların savunmanlığını yapmak, aynı zamanda kendi hakikatimin de savunmanlığını yapmak demek
Kibriye Evren
Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi, Tevgera Jinên Azad (TJA) açısından çok boyutlu bir mücadele olarak öne çıkıyor. TJA’lı hukukçular, mevcut erkek egemen hukuk sistemine karşı kadınların avukatlığını yaparak bu mücadeleye katılıyor. Ancak bu katılım sadece avukatlık pratiğiyle sınırlı değil; aynı zamanda kadın hakikati ve toplumsal değerlerle iç içe geçmiş bir kimlikle yürütülüyor. TJA’lı olmak, kadınların özgürlük mücadelesi perspektifiyle hukukun yeniden inşa edilmesi anlamına geliyor.
TJA’lı hukukçular, mevcut sistemin cinsiyetçi, dinci ve milliyetçi yapısına itiraz ederken, kadınların insan hakları konusunda daha evrensel bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyor. Bu bağlamda, eril sistemin erkek hukukuna karşı kadınların toplumsal sözleşmesi yeni bir toplumsal yaşamı mümkün kılıyor.
Avukat Gulan Çağın Kaleli ile TJA kimliği üzerinden hukuk alanında karşılaştığı zorlukları ve mücadelesini konuştuk.
- Kürt kadınlarının özgürlük mücadelesi TJA açısından çok boyutlu bir mücadele. Siz bu mücadeleye, saldırıların en fazla somutlaştığı “yargı” alanında, kadınların, ötekilerin avukatlığını yaparak dahil oldunuz. Ama sadece avukat olmanız değil. Avukatlık pratiğini TJA’lı kimliğine içkin yürütmenin de bu mücadelenin hedeflerinden olması. Bu kapsamda sizin için TJA’lı olmak ne anlama geliyor? Duygusu, düşüncesi neleri kapsıyor?
TJA’lı olmayı net iki kelimeyle ifade edecek olursam, bunu “kadın hakikati” olarak tanımlayabilirim. Bizlere kaybettirilmeye çalışılan kadın hakikatini, doğayla uyumlu, tahakkümcü sisteme karşı bir itiraz olarak ortaya çıkan, tüm kadınların kendini yeniden bulmasına ve bu hakikati yeniden elde etmesine olanak tanıyan müthiş bir birikimden bahsediyoruz. Bu mücadele, birçok alanda kararlılıkla sürüyor. Bunlardan biri de hukukçu ve TJA’lı kimliğimizle mücadele yürüttüğümüz yargı alanı.
TJA’lı bir hukukçu ne demek diye düşündüğümde de, özgürlük mücadelesi vermiş, kendi hakikatinden asla taviz vermeyen kadınların savunmanlığını yapmak, aynı zamanda kendi hakikatimin de savunmanlığını yapmak demek. Dolayısıyla, klasik savunuculuk faaliyeti yapmanın ötesinde bunu kadın kimliği ve Kürt kadın kimliğiyle yapmak, hakikatin bir parçası olmak, bu mücadelenin savunmanlığını yapmak demek.
Biz, mahkeme salonlarında sadece savunmanlık yapmakla kalmıyor, sokaklarda ve kurumlar içinde beraber mücadele ettiğimiz kadın yoldaşlarımızın savunmanlığını yapmaya çalışıyoruz. TJA’lı olmak, kadın mücadelesinin kazandırdığı perspektifle bu savunmanlığı gerçekleştirmek anlamına geliyor. Kısacası, mesleğimize içkin bir şekilde TJA’lı kimliğimizle yargısal alanda da yürüyoruz.
- TJA’lı bir avukat olarak, kadın özgürlükçü paradigma çerçevesinde mevcut erkek egemen hukuk sistemine karşı nasıl bir hukuk mücadelesi yürütüyor ve bu süreçte kendi özerk hukuk sistemini nasıl inşa ediyorsunuz?
Sistemi bütünsel bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, sistemle mücadele etmenin kendisi çok kolay değil. Bir de erkek egemen sistemin kollara ayrıldığı noktada, yargı mekanizması baştan sona bir erkek egemen sistemin kurumsallaştığı bir yer. Burada “kurumsallaşma”dan kastettiğim, mevcut hukuk sistemine getirdiğimiz eleştiri kadın özgürlükçü bakış açısıyla getirdiğimiz eleştiridir. Ulus devletin hukukunun oluşması, devletin korunması, devletin yurttaştan daha üstün kılınması üzerine inşa edilmiş bir yargı sistemi var.
Bu yargı sistemi oluşturulurken, devlete kutsallık atfeden, milliyetçi ve cinsiyetçi kodlarla şekillendirilmiş bir yasalar bütünü de mevcuttur. Elbette bu yapılarla mücadele etmek kolay değil. Ancak, bugüne kadar oluşmuş ciddi bir birikim de bulunmaktadır. Bu birikimler, kimi evrensel değerlere dayanıyor. Evrensel değerlerin kendisi, ilk itirazlara baktığımızda, hükümranlara yönelik itirazlar sonrasında ortaya çıkan yasalarla ya da mülkiyetçilik kavramının doğuşuyla birlikte, yasa kavramının insanlık tarihine girmesiyle şekillenmiştir. Birinci ve ikinci dünya savaşları sonrası evrensel değerler kavramı hukuk alanına girmiş ve buna dair bir perspektif oluşmuştur. Tüm bunlara rağmen, biz evrensel insan hakları değerleri içerisinde “kadının insan hakları” diye bir kavramı tartışıyoruz.
Bunun özgün bir şekilde tartışılması ve korunması gerektiğine inanıyoruz. Tam da sistemde gedikler açmaya başladığımız yer burası. Ancak mevcut sistem içinde, eril bir yargının ve kadını yok sayan tahakkümcü zihniyetin hâkim olduğu bir yapıda, kadın hukukçular olarak hem bu sistemle savunman olarak çatışıyoruz, hem de bireysel olarak çatışıyoruz. Bu elbette zor bir süreç. Ancak, bu mücadeleleri yürütürken kendi haklılığımıza inanıyoruz. Dönüşümü, bulunduğumuz yerden, yaptığımız işten ve karşılaştığımız sorunlardan hareketle, kadın bilincimizi ne kadar yerleştirebilir ve dönüştürebiliriz sorusunun mücadelesini veriyoruz.
- Mevcut sistemin bir yöntemi ve mekanizması var. Siz bu yöntem ve mekanizmaların içerisinde kadın mekanizmasını oluşturmaya çalışıyorsunuz anladığım kadarıyla.
Elbette öyle. Mevcut yargı sistemi, kadını ikinci plana iten ve yurttaşlık kavramının dışına iten bir yapıdadır. Kadına yönelik şiddet vakalarında, nasıl bir eril bakış açısıyla hükümler kurulduğunu açıkça görebiliyoruz. Örneğin, Kürt Kadın Hareketi’nin bugüne kadar maruz kaldığı yargılamalarda, nasıl kriminal bir alana çekildiğini de gözlemliyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, kesintisiz mücadele yürüten kadınların, Kürt Kadın Mücadelesi içinde yer alan kadınların yargılandığı dosyalarda, karşımızdaki erkek zihniyetine bürünmüş heyet, bunu bir suç olarak algılarken, biz bunun kesintisiz bir mücadele ve sahiplenilmesi gereken bir mücadele olduğunu vurguluyoruz. Ayrıca, karşımızdaki heyetin milliyetçi kodlarla şekillendirilmiş olması, bu durumu bir suç olarak değerlendirmelerine neden oluyor.
Yargılanmışsa, bu yargılamanın kendisinin mevcut dosyaya nasıl etki edeceğine teknik bir açıdan yaklaşırken, yargılanan arkadaşlarımızın önceki yargılamalarını tartışırken şunu ifade ediyoruz: Yargılanmıştır. Ancak bu, bizim için sadece teknik bir mesele değildir. Bu, mevcut yargılanmaya tabi olan arkadaşımızın kesintisiz bir mücadele içinde olduğunu gösterir. Ayrıca, buradan çıktıktan sonra kadın mücadelesine devam edeceğinin bir sözü ya da göstergesidir. Bu bağlamda, mevcut yargı pratiği içerisinde kendi perspektifimizle daha özgün ve özerk bir sistem kurarak, kadın hukukçular olarak ortak bir dil, ortak bir bilinç ve ortak bir kavgayı örgütlemeye çalışıyoruz.
- Zor olmuyor mu?
Elbette çok zor. Şöyle bir zorluğu var. Hukuk çalışması çok karma bir çalışma. Özgün alanlar açmaya ve oluşturmaya çalışmamızın yanı sıra, erkek yoldaşlarımızla birlikte girdiğimiz birçok alan ve takip ettiğimiz birçok dosya da var. Bu noktada, bizim kurduğumuz dille erkek yoldaşlarımızın kurduğu diller arasında yer yer farklılıklar olabiliyor. Erkek yoldaşlarımızın, aynı mücadele içinde yer almalarına rağmen, erkek egemen sistemin etkilerinden tam anlamıyla arınabilmeleri pek mümkün değil. Dolayısıyla, girdiğimiz mücadele öncelikle kendimiz için, ardından kadın yoldaşlarımızla birlikte örgütlediğimiz bir alan olarak şekilleniyor ve erkek yoldaşlarımızı da dönüştürme iddiasını taşıyor.
Kimi zaman hakimlerin ve savcıların, savunmanlık yaparken “avukat hanım” demeden önce “avukat bey” demeleri ve sonra “affedersiniz, avukat hanım” diye düzeltmeleri gibi durumlarla karşılaşıyoruz. Ayrıca, erkek avukatların kadın avukatlara yönelik “Ceza alanı biraz çetrefillidir, zor bir alandır. Burada mücadele yürütmek zor değil mi?” gibi ifadeleri de sıkça duyuyoruz. Bu tür durumlara bazen doğrudan, bazen de espri yoluyla ya da manipülasyon yoluyla maruz kalabiliyoruz, TJA’lı olmak belki de tam burada önem kazanıyor. O esprilerin, o yönelimlerin ve dil sürçmelerinin hangi zihniyetle ve hangi anlamlarla ortaya çıktığını anlamlandırmak, mücadelemizde ne kadar haklı olduğumuzu bir kez daha gösteriyor.
- Cinsiyetçi, dinci ve milliyetçi bir yargıdan bahsediyoruz. Tüm bunlarla birlikte düşündüğünüzde TJA’lı bir hukukçu olmak, TJA’nın perspektifini esas almak, hem içerideki hem dışarıdaki sorunları ele alırken, çözmeye çalışırken nasıl avantajlar sağlıyor?
Bir şeyle mücadele etmek istiyorsanız, öncelikli olarak onun adını koymak zorundasınız. Adını koyup tanımını yaptığınızda, ancak mücadele yöntemlerini oluşturabilirsiniz. Dolayısıyla, biz bu eril yargı sisteminde, devletin kurumsallığının köklerine kadar yerleştiği bu sistemin içinde bir TJA’lı kadın hukukçu olarak şunu görüyoruz: Milliyetçi midir bu yargı? Evet, milliyetçidir. Cinsiyetçi midir? Cinsiyetçidir. Dinci midir? Dincidir. Devletçi midir? Devletçidir. Bu nedenle, bizleri ötekileştirmeye çalışan, varlığımızı yok sayan, mücadelemizi kriminalize eden bir sistem içerisinde “ben varım” demek, bunu kadın örgütlülüğüyle güçlendirmek, kendi özgün özerk yapımızı kurmak önemlidir. Bir yurtsever, sosyalist ve ekolojist olarak daha bütüncül yaklaşarak, salt sadece bir avukat olarak değil, aslında bu ideolojinin bize verdiği tüm değerler toplamıyla birlikte, eril bir sisteme itiraz ediyoruz. Bu itiraz, yalnızca sözde kalmayıp, pratiğe de dönüşmektedir. Çünkü meselemiz sadece bir söz kurmak değil; tanımını yapıp sözünü söylemek ve aynı zamanda da eşzamanlı olarak inşa eden bir pratik içerisindeyiz.
TJA’lı olmanın sağladığı en büyük güvenlerden biri de bu. Yani bir sisteme itirazı geliştirirken, bunu ilerideki bir devrim tarihine ötelemek değil, devrimi kendi içinde örgütlemek, sistemini oluşturmak ve her anını bir devrime çevirmek demektir. Bu yaklaşımı hukuk sistemi için de tam olarak ifade ediyoruz. Mevcut devletin hukuk sistemi içerisinde gerçekleştirdiğimiz her pratikle, sokakta söylediğimiz her sözle ve yaptığımız her savunmayla aslında yargılanan ve kimi zaman da yargılayan pozisyonlarının değiştiği durumlar ortaya çıkıyor. TJA’lı olmanın sağladığı avantaj, bu hakikatin verdiği güçle birlikte daha iddialı sözler kurma ve o sistemi inşa etme gücünü karşı tarafa bir kez daha göstermek.
- TJA’nın örgütlenme modeli ile kadında ve toplumda açığa çıkarmaya çalıştığı nitelikler arasındaki bağı nasıl ifade edersiniz?
Bir hukukçu ve kadın olarak genel sistem açısından dört önemli sorun alanı belirleyebiliyoruz. Bu alanlar, doğa, kadın, ekonomik sorunlar ve siyasal kaos gibi saldırı mekanizmalarının doğrudan hedef aldığı yerlerdir. Tüm bu durumlar, mevcut sistemin saldırı alanlarına dair yeni bir alternatif öneriyor. Kendi perspektifimizden baktığımızda, şu anda çökmekte olan ve hepimizi krize sürükleyen kapitalist moderniteye karşı, Demokratik Modernite iddiası bulunmaktadır. Bu iddiadan da öte, yaşamsallaştıran, kurumsallaştıran yani sadece teorik bir yaklaşım değil; aynı zamanda yerelden örgütlenerek, demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ile hayata geçiriliyor. Bu sistem, eş zamanlı olarak ortaya koyduğu kazanımlarla birlikte hukuk sistemine de yansıyacaktır.
Mevcut sistemdeki hukuka eleştiriler getiriyoruz, ancak yeni inşa etmeyi düşündüğümüz sistemin hukuku nasıl olacak sorusu bizim için önemlidir. Bir kadın hukukçu olarak bu soruyu kendime sorduğumda, mevcut hukuk sistemine yalnızca kaba bir itiraz mı yapıyoruz, yoksa bu itirazı ideolojik olarak donatıp o ideoloji temelinde bir hukukun inşasını mı hedefliyoruz? Elbette ki ikincisi.
Dolayısıyla, TJA kimliğinin sağladığı avantaj şudur: Bugün mevcut hukuk sisteminin yeniden inşasından bahsettiğimizde, bir demokratik hukuk inşasından söz ediyoruz. Ancak bu demokratik hukuk inşasının, belli hukuki kavramlarla değil, ahlaki normlarla oluşması gerekiyor. Toplumun her kesiminin bu ahlaki normlarda uzlaşması, kadın perspektifiyle yeni bir toplumsal sözleşmeyi nasıl kuracağımız meselesidir. Ancak bu toplumsal sözleşmede kadının sözü ne olacak? Kadının bilinci her alana nasıl yansıyacak? Kadın neresinde olacak? Dört temel alan belirttim. Peki, bu alanlara dair kadın bakış açısıyla nasıl çözüm önerileri getireceğiz? Yeniden kurmaya çalıştığımız ve iddiasını taşıdığımız hukuk sisteminde, TJA’lı hukukçuları olarak elbette bir kadın bakış açısıyla kurulacak bir toplumsal sözleşme ve uzlaşım önemlidir.
Bugün kadının insan hakları, daha evrensel normlar çerçevesinde tariflense de, neticede ulus devletlerin koalisyonu sonucunda ortaya çıkan uluslararası sözleşmelere bir itiraz niteliğindedir toplumsal sözleşme. Elbette bu sözleşmelerin kazanımları vardır ve mevcut değerler açısından bir sistemi inşa ediyoruz. Ancak aynı zamanda, bu uluslararası değerlerin bize kazandırdığı bazı kazanımların mevcut sistem içinde tartışılması ve hakların korunması anlamında da bir mücadele yürütüyoruz. Bununla yetinmiyoruz; burada bir eksikliği görüp yeni bir alternatif de ortaya koyuyoruz.
- Tüm bunları birlikte düşündüğünüzde şu cümleyi nasıl tamamlardınız? TJA’lıyım çünkü…
Bir kadın, bir Kürt olarak Gulan’ı Gulan yapan, bütün değerlerle birlikte Gulan yapan, bir birey olarak değil, toplumsallığı veren değerler bütünü olarak farklı bir perspektif düşünemiyorum. Bu değeri kazandıracak başka bir alan var mıdır? Bunun cevabı yok. Bunun cevabını TJA’lıyım diye verebilirim.
Kendi alanımdan baktığımda, haklı bir davanın savunucusu olmak, savunmanlığını yaparken o değerler içinde kendini yeniden gözden geçiren, yoğuran ve yeniden doğuran bir Gulan olmasına sebep olan TJA’dır diyebilirim.
YARIN: Ayşe Ergün ile TJA perspektifinden kadın ve ekoloji ilişkisini konuştuk…