Sistemin dışına çıkmak mümkün olduğu gibi, sisteme karşıtlık temelinde örgütlenerek ait olduğumuz yaşamı kurmak da en temel hakkımızdır. Bunun imkânı da her zamankinden fazladır
Şerzan Özgür
Yaşam kutsaldır, nefes almaktan ibaret saymazsak eğer. Özgürlük ile bağını kurabilirsek, paylaşmayı bilirsek eğer, kutsaldır yaşam. Mahşeri kalabalıklar içinde yalnız isek, anlamını yitirmişse söz ve değerini kaybetmişse emek, orada ise tükenmiş, lanetlenmiştir yaşam.
İnsanın toplumsuz olamayacağı, olsa bile bir bitkiden öteye bir anlam ifade edemeyeceği ortak bir gerçektir. Birey, sosyal özünü içinde yaşadığı topluma, o toplumla kurduğu ilişkiye borçludur. Bu anlamda sosyal ilişki olmadan insanın gelişmesi de beklenemez. Hatta rahatlıkla denilebilir ki insan, sosyalleşerek insan olmuştur. Bu durum açıkça insanın toplumsuz yaşayamayacağı gerçeğini ortaya koymaktadır. O halde insan yaşamının anlamı da sosyal yanında aranmalıdır.
Komünal yaşamın zayıflatılarak yerine liberal yaşamın konulması, belki de çağımızın en büyük toplumsal felaketidir. Herkesin kendini düşündüğü, “Başkası bana ne?” dediği bir dünyada yaşamak korkunç olsa da yüzleşilmesi gereken bir gerçektir. Dikkat edilirse, tarih boyunca insanlık hep bu durumu bir felaket olarak tanımlayıp tedbir almıştır. Tüm kutsal kitaplar, tüm toplumcu filozoflar ve bilge insanlar bireyciliğin bu korkunç yüzünü görüp komünal yaşamın önemine vurgu yapmıştır. İnsanlığın bu korkulu rüyası çağımızda gerçekleşti desek, yerinde olsa gerek.
Liberalizmin hortlattığı bireycilik, ciddi bir ahlaki çöküşe yol açmıştır. Çünkü insan ilişkileri, önemli ölçüde ahlaki kurallar tarafından belirleniyor. Oysa ne kadar bireycilik, o kadar çıkara dayalı ilişkiler demektir. “İlişkilerde çıkar olmaz” demiyoruz, “Çıkara dayalı ilişkilerde ahlak olmaz” diyoruz. Özünde yaşanan acı gerçek biraz da budur.
Elbette liberal yaşam durduk yere gelişmedi. Bu yaşam tarzının içinde yaşadığımız sistemle doğrudan bir bağı vardır. 16. yüzyıl ile beraber yükselişe geçerek bir dünya düzeni haline gelen kapitalist sistem, liberalizmi en temel ideolojik argüman olarak kullandı. Bunun birinci nedeni, liberal yaşam ilişkilerinin sistemin en fazla kâr elde edebildiği ilişkiler olmasıdır. İkincisi ise, liberal toplumun en kolay hükmedilebilir toplum olmasıdır. İşte bu iki temel nedenden dolayı kapitalist sistem, liberalizmi hâkim ideoloji haline getirmiştir.
Çok açık ki liberal yaşam insanın özüne ters bir yaşam tarzıdır. Toplumsal değerleri gözden düşürerek insanı adeta boşlukta yaşamak durumunda bırakan bir yaşam biçimidir. İnsanın kendini ait görebileceği, mutlu olabileceği bir zemin değildir.
Nasıl ki her bitki kendi kökü üzerinde yeşeriyorsa, her insan da ancak ait olduğu sosyal ortamda özgürce yaşayabilir. Ait olmadığımız bir yerde asla özgür yaşayamaz ve yaşamın anlamına varamayız. Eğer gerçek buysa, o hâlde sormalıyız: Var mıdır böyle bir ortamımız? Sistemin zihni ve fiziki kuşatması altında kalmadan, başkaları tarafından yönetilmeden, kendimizi yönettiğimiz ve özgürce yaşayabildiğimiz bir yerimiz var mıdır? Kabul edelim ki böyle bir yerimiz yok.
Oysa bu düzende yaşamak zorunda değiliz. Bize dayatılan anlamsızlığa katlanıp hayatımızı çıkar ilişkilerine kurban etmek zorunda değiliz. Bu düzenin sınırları içinde, birer otomat olarak, istenildiği biçimde yaşamak kaderimiz değildir. Kendi sosyalitemizi, özgürce yaşayabileceğimiz alanları kendimiz oluşturabiliriz. Özlenen ve uğruna can verilen yaşamı kendi ellerimizle inşa edebiliriz.
Sistemin dışına çıkmak mümkün olduğu gibi, sisteme karşıtlık temelinde örgütlenerek ait olduğumuz yaşamı kurmak da en temel hakkımızdır. Bunun imkânı da her zamankinden fazladır. Şairin dediği gibi: “Nerede olursak olalım, içerde, dışarda, derste, sırada yürüyelim üstüne üstüne bütün fırsatçıların, fesatçıların ve hainlerin. Tükürelim yüzlerine cellatların, bize bu onursuzca yaşamı reva görenlerin. Ve dayanalım dişimizle, tırnağımızla, irademiz ile bilincimizle… O zaman görelim nasıl da yeniden kuruluyor, özlenen yaşam genç ellerimizle…”