Hep birlikte Kemal’in şehit edildiği yere gittik. Olay yerine gittiğimizde yaşadığım acıyı kelimelerle anlatmam imkânsız. Bir saat önce birlikte çay içtiğim, yapılacak çalışmalar hakkında sohbet ettiğim gazeteci arkadaşım Kemal, köy yolunun ortasında cansız yatıyordu
Bayram Balcı
Bu yazıyı yazmam benden istenildiğinde, Özgür Gündem gazetesinin Urfa büro temsilcisi Kemal Kılıç ile nasıl tanıştığımızı ve 32 yıl önce katledildiği gün olan 18 Şubat 1993 tarihinde ve sonrasında neler yaşadığımızı düşündüm.
Kemal’in şehadetinin üzerinden 32 yıllık bir zamanın geçmiş olmasını değil, bizim zamanın içinden geçiyor olduğumuzu düşündüm. Evet zaman geçiyor. Biz insanlar da zamanın içinden geçiyoruz. Belki de her ikisi aynı anda oluyor. Hem zaman geçiyor hem biz zamanın içinden geçiyoruz. Ama yaşanan hiçbir şey asla ve asla unutulmuyor. Her şey tarihin hafızasında ilk günkü canlılığı ile yaşıyor.
Kemal Kılıç ile 1991 yılında Urfa’da tanıştık. Şahadet gününe kadar da Özgür Gündem gazetesinin Urfa bürosunda birlikte gazetecilik yaptık. Kemal sakinliği ile dikkat çeken mütevazi bir kişiliğe sahipti. Hiçbir zaman herhangi bir konuda sinirlendiğini görmedim. Urfa’ya 16 kilometre uzaklıktaki Külünçe köyünde yaşıyordu. Şehir merkezinde kalmıyordu. Buna rağmen her sabah büroya bizden önce gelir, çay demler, kahvaltı hazırlardı. Dağıtımcı çocuklarla birlikte onun hazırladığı kahvaltıyı yaptıktan sonra herkes o günkü işlerini yapmaya koyulurdu. Çalışkan ve titiz bir insandı Kemal.
Özgür Gündem gazetesi daha yayınına başlar başlamaz Kürt sorunu ile ilgili hakikatleri yazdığı için devleti rahatsız etmişti. Bizlere yönelik tehdit ve saldırılar ilk günden başlamıştı. Gazete daha bir haftasını doldurmamıştı ki, Amed’de Hafız Akdemir katledildi. Yahya Orhan, Hüseyin Deniz, Apê Musa gibi peş peşe saldırılar yaşanmaya, arkadaşlarımız sokaklarda katledilmeye başlandı. Urfa bürosunda görev yapan bizler de ölüm tehditleri alıyorduk.
Kemal, tehditlerin ciddi olduğunun farkındaydı ve bunun için bizleri sık sık sokakta yalnız dolaşmamamız ve büroya geliş gidişlerimizde dikkatli olmamız konusunda uyarırdı.
Saldırıların artması üzerine gazete yönetimi bir süre gazetenin yayınını durdurma kararı aldı. Ancak bizler Urfa büroda yine günlük işlerimizi yapmaya devam ediyorduk. O gün, yani 18 Şubat 1993 günü de Kemal, yine gazete bürosuna hepimizden önce gelmişti.
O gün akşama kadar Kemal ile birlikte bürodaki genel işleri yaptık. Kemal, yeni demlediği çaydan bir bardak içtikten sonra akşamın karanlığına kalmadan eve gitmek üzere saat 17:00’de bürodan ayrıldı. Ayrılırken beni de eve erken gitmem konusunda uyarmayı ihmal etmemişti.
Çünkü o günlerde büroya gelen tehdit telefonları sıklaşmıştı. Ayrıca Urfa’da da yargısız infazlar başlamıştı. JİTEM tarafından 22 kişilik ölüm listesi hazırlandığı söyleniyordu.
Kemal bürodan ayrıldıktan bir süre sonra ben de büroyu kapatıp eve gitmiştim. Eve ulaştıktan yaklaşık yarım saat sonra bir arkadaş telefon ederek, haber müdürlüğünü Mehmet Faraç’ın yaptığı yerel radyoda bir haber verildiğini, haberde Külünçe köyü yolu üzerinde bir kişinin öldürüldüğünü, bu kişinin Kemal olabileceğinin söylediğini belirtti. Cenazenin bulunduğu yere gideceklerini söyleyince, beni de evden almalarını söyledim.
Hep birlikte Kemal’in şehit edildiği yere gittik. Olay yerine gittiğimizde yaşadığım acıyı kelimelerle anlatmam imkânsız. Bir saat önce birlikte çay içtiğim, yapılacak çalışmalar hakkında sohbet ettiğim gazeteci arkadaşım Kemal, köy yolunun ortasında cansız yatıyordu. Katilleri ellerini ve ağzını ambalaj bandı ile bağlamaya çalışmışlardı.
Anlaşılan katilleri onu orada öldürmek istememiş, kaçırıp kaybetmek istemişlerdi. Kemal’in cansız bedeni başında ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Dönemin HEP İl Başkanı Muhsin Melik (bir yıl sonra Urfa’da JİTEM tarafından şehit edildi) bir yandan beni sakinleştirmeye çalışırken, bir yanda da savcının olay yerine gelmesi için polislere baskı yapıyordu.
Kemal’in cenazesi saatlerce yol ortasında bekletildi. Olay yerine gelmesi gereken dönemin Urfa Cumhuriyet Savcısı Üresin Aysan bir türlü gelmiyordu. Kemal’in cenazesi saatler sonra Urfa Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Ancak polis alelacele yapılan otopsi işlemlerinin ardından Kemal’in cenazesinin hemen defnedilmesi için ailesine baskı yapmaya başladı.
19 Şubat sabahı ise polisler Kemal’in cenazesini kaçırarak, Külünçe köyü mezarlığına defnetti. Polis ve jandarma cenazenin defin işlemleri sırasında adeta mezarlığın etrafına da etten duvar ördü.
Görgü tanıklarına göre, Kemal bürodan ayrıldıktan sonra saat 17:30 civarında, evine gitmek için Kuyubaşı’ndan Akçakale minibüse binmişti. İçinde üç kişinin bulunduğu Renault-Toros marka bir otomobil ise Urfa’dan itibaren Kemal’in bindiği minibüsü takip etmeye başlamıştı.
Akçakale minibüsü Külünçe köyü yol ayrımına gelmeden önce, otomobil minibüsü geçerek, köy yolunda park edip Kemal’i beklemiş.
Külünçe köyü yolunun yakınlardaki bir inşaatta bekçi olarak çalışan Ahmet Fidan, ifadesinde Kemal’in köye doğru yürürken otomobilden inen üç kişi tarafından yolunun kesildiğini, aralarında boğuşma olduğunu, daha sonra iki el silah sesi duyduğunu anlattı. Kemal’in yolunu kesen katiller, onu kaçıramayınca orada şehit etmişlerdi.
Olayın tek görgü tanığı Ahmet Fidan, hemen polise telefon ederek olayı haber vermişti. Daha sonra ise olay mahallinden sorumlu Uğurlu Jandarma Karakolu’nda verdiği ifadesinde gördüklerini anlatmıştı. Ancak bu olaydan sonra Ahmet Fidan’dan bir daha hiçbir haber alınamadı. Olayı soruşturmakla görevli Cumhuriyet Savcısı Üresin Aysan ise izin alıp Urfa’dan ayrıldı ve bir daha da Urfa’ya dönmedi. Tayinini Ordu’ya yaptırdı.
Kemal Kılıç, katledilmeden üç hafta önce, Uğurlu Jandarma Karakolu’nda görevli “Taner” adlı astsubay ile “Oktay” adlı yardımcısı köylerine giderek onun hakkında bilgi toplamışlardı. Ayrıca büroya gelen tehdit telefonlarının sıklaşması üzerine Ocak ayında Kemal’le birlikte bir dilekçe yazarak Urfa Valiliği ile Emniyet Müdürlüğü’ne can güvenliğimizin tehlikede olduğunu bildirmiş, koruma talebinde bulunmuştuk.
O dönem Urfa Valisi olan ve daha sonra AKP’den 4 kez Tekirdağ milletvekili seçilen T. Ziyaeddin Akbulut, can güvenliğimizin sağlanması için yaptığımız başvurularımıza yanıt vermeye gerek bile duymamıştı.
Emniyet Müdürlüğü ise Ocak ayında verdiğimiz dilekçeye istinaden 17 Şubat günü Kemal Kılıç’ı emniyete çağırarak gün boyu emniyette tuttuktan sonra akşam üzeri serbest bırakmıştı. Urfa Emniyeti’nin bu işleminden bir gün sonra ise Kemal, Hizbul-Kontra tetikçileri tarafından Külünçe köyü yolu üzerinde zalimce katledildi.
Kemal’in katledilmesinin üzerinden bir yıl geçmişti ki ne tesadüftür, 18 Şubat 1994 tarihinde yine aynı zamanda MİT elemanı olduğu iddia edilen Mehmet Faraç, yerel bir radyoda verdiği haberde Kemal’in katilinin yakalandığını duyurdu. Faraç, haberinin kaynağı olarak da Urfa Valisi Akbulut’u göstermişti.
Vali Ziyaeddin Akbulut’un açıklamasına göre, Kemal’in katledilmesinde kullanılan Czech marka tabanca, 24 Aralık 1993 günü Amed’de yapılan bir Hizbullah operasyonunda Hüseyin Güney’in üzerinde ele geçirildi. Aynı silahın 15 yurtseverin öldürülmesinde daha kullanıldığı ve Hüseyin Güney’e ait olduğu balistik raporları ile tespit edildi.
Ancak, JİTEM ve Hizbullah elemanı Güney, mahkemede silahı başkasından aldığını söyledi ve Kılıç ile diğer 15 yurtseverin katledilmesiyle ilgilisinin olmadığını iddia etti. Diyarbakır 3 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan Güney, 23 Mart 1999’da sadece “Hizbullah üyesi olmak”tan müebbet hapis cezası aldı.
Mahkeme, JİTEM tetikçisi Hizbullahçı Hüseyin Güney’i Kemal Kılıç cinayeti dahil, silahıyla işlenen 15 yargısız infazdan sorumlu tutmadı. Hizbullahçı Hüseyin Güney, AKP iktidarının 2000 yılında ceza yasasında yaptığı değişiklikle cezaevinden serbest bırakıldı.
Kemal’in ailesi ise, 1993’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM, 28 Mart 2000’de verdiği kararında Türkiye Devleti’ni gazeteci Kemal Kılıç’ın katledilmesinde suçlu buldu.
Ancak devlet hiçbir zaman Kemal’in katillerini açığa çıkarıp yargılamadı. Kemal’in şehadetinin üzerinden 32 yıllık bir zaman dilimi geçti ama yaşanan hiçbir gerçek asla ve asla unutulmadı. Tarihin hafızasında her şey ilk günkü canlılığı ile yaşamaya devam ediyor.