Oysa ‘şehrin en değersizleri’, daha dokunulmaz olmadığımızı biliyorduk zaten. Hêro ve Gülistan, Nazım ve Cihan ‘dokunulmaz’ değildi diye gerçeğin peşindeyken yaşamlarından, gençliklerinden, hayatlarından edildiler
Rahime Karvar*
Dışarıda elime almaktan korktuğum ‘Sefiller’ kitabını (V. Hugo) ranzama uzanmış keyifle okurken, bir bölümde yer alan “rex urbis, lex orbis” sözünü bir yere not ediverdim. Kitabın ikinci cildinde ayaklanmacıların barikatlarının anlatıldığı bölümlerden birinde Hugo, Atina’nın bir sersefiller devleti olduğunu, Roma’yı defalarca ayaktakımının kurduğunu anlatır. Ve Ermiş Saint Jêrome’nin bu sözünü hatırlatır: “Şehrin en değersizleri, dünyanın gidişatını belirler.”
Jêrome hangi manada söylemiş bilemem. Ama tam da bilirkişi meselesinde gazetecilerin gözaltına alınıp bir gazetecinin tutuklandığı günlerde bu satırları okuduğum için bende yarattığı çağrışımlardan bahsedeceğim.
Haksızlık haksızlıktır, hukuksuzluk da hukuksuzluktur… Azı çoğu olmaz. Doğru. Bugünlerde izleyebildiğimiz en önemli muhalif kanal ve programlar, okuyabildiğimiz yine en muhalif gazete ve köşe yazıları, bu konuyu sıklıkla, manşet manşet izliyor ve aktarıyorlar. “Yargı sopası herkesin tepesinde” diyorlar. “Herkes iktidarın baskı politikalarının hedefinde…”
Değerli Aksu Bora’da feminizminin ‘herkes’in aslında hiç de ‘herkes’ anlamına gelmediğini, anlamları belirleyen, normu kuranlar, demek olduğunu açığa çıkardığını söyler ve ekler: “Feministler, ‘herkes’in hiçbir zaman herkes anlamına gelmediğini söylediklerinde, derin bir kavrayışı ve eleştiriyi ifade ediyorlardı. Kadınların asıl bu ‘herkes’in dışında kaldıklarını gösteriyorlardı. İktidarı anlamaya iktidar ilişkilerinin politikliğini açığa çıkarmaya ilişkin bir sözdü bu.
Aksu, bu sözleri, kuşkusuz ‘herkes’in içerisinde yok sayılan ve en kitlesel olan kadınlar açısından söylese de bu yazıda bu kimliği çok daraltıp sözü gazetecilere getirmek istiyorum. Söz konusu Kürt gazeteciler, ‘isimsiz’ özgür devrimci basın emekçileri olduğunda; ‘yargı sopasını tepesinde olduğu’, ‘baskı politikalarının hedefinde olduğu o meşhur ‘herkes’ten nasıl dışta kaldığımızdan birazcık bahsetmek istiyorum.
Evet haksızlık haksızlıktır, hukuksuzluk da hukuksuzluk… Ama ‘herkes’e dönük bu haksızlık / hukuksuzluk hallerinde bir eşitsizlik haliyle bu haksızlık/hukuksuzluk hallerimizde de bir haksızlık var. ‘Dünya’nın gidişatından tek sesli bir medya yaratılmaya çalışıldığından bunun için tüm baskı mekanizmalarının devreye konulduğundan bahsediliyorlar. Ancak ‘şehrin en değersizleri’ne dönük yaklaşımın ‘dünyanın gidişatını belirlediğini’ görmezden geliyorlar.
Kimdir ‘şehrin en değersizleri’ dediğini, çizgisini, kamerasını, kalemini, egemen olanın erk olanın istemi doğrultusunda değil, kendisi gibi ‘şehrin en değersiz’ görünenleri doğrultusunda tanımlayan basın emekçileridir. İşinin, işsizini, kadının, LGBTİ+ların, Kürtlerin, Filistinlilerin, sokak hayvanlarının doğanın tarafında yer alıp, gerçeği burada arayıp, buradan doğru gazetecilik yapanlardı.
‘Dokunulmaz değilsiniz!’
Arkadaşlarımızın bir kısmı bugünlerde serbest bırakılmış olsa da bir ay içerisinde 15 gazetecinin / basın emekçisinin tutuklandığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor bu durum. Bundan değil de bundan konuşulmasından rahatsız olan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç bilindik ifadeyle gazetecilerin “gazetecilik faaliyetlerinden kaynaklı gözaltına alınmadığını” iddia ediyor. Avrupa’da birinci olmasına rağmen tek bir tutuklu gazeteci olmadığı, söylüyor. ‘Basın hürdür’ diyor. Fakat gazetecilere dönük öfkesini de gizlemiyor: “Ama gazeteciler de dokunulmaz değildir!”
Oysa ‘şehrin en değer sizleri’, daha dokunulmaz olmadığımızı biliyorduk zaten. Hêro ve Gülistan, Nazım ve Cihan ‘dokunulmaz’ değildi diye gerçeğin peşindeyken yaşamlarından, gençliklerinden, hayatlarından edildiler. Nazım ve Cihan için sokağa çıkan gazeteciler de biliyordu ‘dokunulmaz olmadıklarını.’ Bu yüzden yaka paça, işkenceyle gözaltına alındılar.
Günlerce gün yüzü görmeden kimi bir ışık atında nezarethanede tutuldular. İfadelerini almaya bile ‘değer görmeyen’ bir savcı tarafından tutuklamaya sevk edilip kendilerini dinlemeye bile ‘değer görmemiş’ bir hakim tarafından tutuklandılar. Bizler de “dokunulmaz değildik’, kapılarımız kırıldı, evlerimiz basıldı, işkence ile gözaltına alındık. Evimizdeki bilgisayar ve telefonlarımıza el koymaları, darmadağın etmeleri yetmezmiş gibi… Ofislerimizi basıp yüz binlerce lira değerindeki teknik malzemelerimize el koydular. Aynı kirli nezarethanede üç gece tutulduk, aynı hukuksuz, evrelerden geçerek tutuklandık, hem de blok halinde.
Son olarak, bilirkişi davasındaki gazeteciler de ‘dokunulmaz değildi.’ Soruşturmanın varlığından haberdar edildiler. Kimi evinden zili çalınarak, kimi ofisinin önünden karar kendisine bildirilip özel araca bindirilerek gözaltına alındı. Hem de kendisine bağırıp çağırmayan, tokat, tekme atmayan polislerce, değil ters kelepçe önden kelepçe bile vurulmadan, başı işkenceyle eğdirilmeye çalışılmadan… Bazıları tek gecelik nezarethaneye ziyaretin ardından bazıları da gününde kendilerini dinlemeye değer gören’ hakim ve savcılarla ‘hukuksal süreç’ işletip serbest kaldılar. Blok halinde değil, bir gazeteci serbest bırakıldı.
Çok geçmiş olsun elbette…Çünkü haksızlık haksızlıktır, hukuksuzluk da hukuksuzluk… Ve evet, azı çoğu olmaz. Ama aradaki bu fark nereden kaynaklanıyor neye yol açıyor ve açmaya devam edecek… Bunlar açıkça konuşulmadıkça ‘şehrin en değersizleri’ görülen bizler üzerinde rutinleşen tüm uygulamalar ‘dünyanın gidişatını belirlemeye’ devam edecektir.
Bu arada, eklemeliyim ki ‘şehrin en değersizleri’ muamelesiyle sadece iktidarın baskı aygıtları üzerinden karşılaşmadık. Aynı muameleyi, özgür basının ismi bilinen mensupları ve yayın organları aracılığıyla da gördük. Yeni bir durum değil biliyorum. 14 gazetecinin tutuklanmasını minicik haber köşelerine sıkıştıran kimi meslektaşlarımız, bilirkişi meselesinde manşetlerce, köşe yazılarınca yazdılar: Yargı sopası herkesin tepesinde! ‘Gönül rahatlığıyla’ ağız dolusu ‘gazetecilik suç değildir’ diye bağırdılar, meslektaşlarını (bilirkişi davasındaki gazetecileri) adliye önünde bile yalnız bırakmadılar. Elbette tercih kendilerinin… Ama bunun politik bir tercih olduğu da apaçık.
Ve bitirirken… Her ne kadar yazı boyunca kendimiz açısından ‘şehrin en değersizleri’ kavramını kullansam da bunun salt bir atıf olduğunu belirtmeliyim. Keza ‘değer’ ve ‘değerlerimiz’ kavramını yaratan, belirleyen asla ve kata egemenler ve benzer davranan kesimler değildir. Ama aynı zamanda Jerome’nin sözündeki vurguyu değiştirdiğimizde açığa çıkan anlamı savunuyorum.
‘Şehrin en değersizleri’ muamelesi gören bizlere yapılanlar, nasıl ‘dünyanın gidişatını belirliyorsa’ bizim yaptıklarımız ve yapabileceklerimiz de ‘dünyanın gidişatını belirleyecektir.’
Gerçek değerimiz de buradan geliyor!
* Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi B-3