Kürt halkı, imparatorluğun çözülüşü ve İttihatçı hareketin öngördüğü ulus devlet modeli ve inşası süreçlerinde toplumsal hak talep edemeyip sadece hizmetçiliği, giderek kendisini halk ve insan kılan tüm değerlerinden vazgeçmeyi, başkalaşıma uğratılarak ve bunu kabullenerek hayatta kalabileceği buyurulan ve ötekileştirilen halklardan biri olmuştur.
Hakikatte Bizans’ın ele geçirilmesi ve Müslümanlaştırılmasıyla gittikçe ötekileştirilen, tasfiye sürecine sokulan Türklük, kapitalizm ve ulus devletler dönemi, Osmanlı’nın çözülüş ve çöküşü süreçlerinde yeniden keşfedilmiş, muktedirlerin tahakküm ihtiyaçları bağlamında ve tarihsel-toplumsal gerçekliğinden koparılarak yeniden tanımlanmıştır.
Kapitalizm koşullarının ve ulus devlet üzerine inşa edilen tahakküm biçiminin ideolojisi olan milliyetçilikle önce Türk halk gerçekliği esir edilmiş, buradan hareketle inşa edilen kurumlaşmalar ve motivasyonla da halklar bahçesi halklar mezarlığına çevrilmiştir. Yaşanan ve hala yaşanmakta olan ve tarif edilemeyecek acılarla dolu bu süreçler asla ve asla kader değildi ve rızalı-ikrarlı birlik temelinde bir yaşam inşası her zaman için mümkündü. Fakat kendilerini sadece bir rızasızlık hali üzerinden var edip sürdürebilecek olan muktedirler ayrıştırıp karşıtlaştırarak, ötekileştirilenleri ezerek buna fırsat vermemiştir. Oysa Anadolu ve Kürdistan tarihinde farklı inanç ve etnik kökenden canların rızalı-ikrarlı birlikleri üzerinden geliştirilen ve kolektif yarar temelinde yeni bir yaşam inşa etmeyi hedefleyen sayısız direniş örnekleri vardır.
Muktedirler, bir etnik kimliği milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilikle esir alıp edilgenleştirerek kendini var ediyor ve bu tahakküm biçimini yarattığı zemin üzerinden ötekileştirilen diğer halklar ve ezilen toplumsal kesimlere de dayatıyorsa; tarihsel-toplumsal hakikatiyle buluşmuş Türklüğün ve tüm ezilenlerin de geniş mana da özgürleşmek, eşitleşmek, emek ve yaşam alanlarının gasp ve talanına direnebilmek için demokratik birliği ve ortak mücadeleyi büyütmesi gerekmektedir.
MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından başlatılan diyalog süreci temkinli bir iyimserlikle karşılanıp İmralı heyeti ziyaretler gerçekleştirmekte, siyasal partilerin ve STÖ’lerin çoğu olumlu mesaj vermekte ve halk da ezici çoğunluğuyla bu diyalog sürecinin onurlu bir barışa evrilmesini talep edip desteklemekteyken, yoğun tutuklamalar ve kayyum politikası tavan yapmış, iyimserlik yerini güvensizlik ve endişeye bırakmaya başlamıştır.
Öncesine değinmezsek dahi, Cumhuriyetle yaşıt olan Kürt meselesi kadim bir halkın varlığının ve halk gerçekliğinin tekçi zihniyetle soruna çevrilmesi, güvenlikçi politikalarla ele alınması neticesinde mevcuttur. Yaşanan tüm acı ve yıkımlardan halklar değil, tek tip iktidar alanı yaratmaya odaklı tekçi zihniyet ve politikaları sorumludur.
Toplumsal barış, iç cepheyi tahkim ya da dış gelişmelerin dayatması sebebiyle değil, halklarımız için kolektif bir gereklilik ve ihtiyaç olmasından; insan, halk ve hak sahibi olmamız nedeniyle gündemleşmelidir. Demokrasisiz barış düşünülemeyeceğinden kayyum ve şiddet politikalarına derhal son verilmelidir. Barış süreci halklarımızın, farklı toplumsal kesimlerin ortaklaşması, katılımı ve kapsamlı bir demokratikleşme programıyla birlikte ele alınırsa başarılı olabilecektir.
Kırk yılı aşan bu çatışmalı süreç sadece Kürt halkına değil, milliyetçilikle motive edilmiş, kendini Türk kimliğiyle tanımlayan yoksul ve ezilen kesimler de dahil tüm halklarımıza, emekçi ve kadınlara, gençliğe, farklı toplumsal kesimlere büyük kaybettirmiştir. Emekçilerin, kadınların, gençliğin, ekolojistlerin, Aleviler ve ötekileştirilerek asimilasyona tabi tutulan inanç kesimlerinin hak arayışları Kürt meselesi üzerine oturtulan bir bekaa sorunu ileri sürülerek daha merkezi ve otoriter rejim inşasıyla cevaplanmakta, sistematik biçimde baskılanmaktadır. Sendikacılar, STÖ yöneticileri, gazeteciler, politikacılar, belediye başkanları tutuklanmakta, toplum adeta nefessiz bırakılmaktadır.
Vatandaşın yediği her lokma ekmekten, içtiği her bardak sudan alınan vergilerle oluşan kamu kaynakları; döviz garantili projelerle, kamu hizmet alanlarının özelleştirilmesiyle, savaş sanayine ve savaşın finansmanına akıtılan yüz milyarlarca dolarla özel sermayeye aktarılarak semirtilmektedirler. Savaş politikaları üzerinden güç devşiren, kendini bu temelde var edip ülkeyi dizginsiz biçimde yağmalamakta olan çevreler barış istemeyecek, her türlü provokasyonla barış ve demokratik gelişmelerin önünü tutmak, halklarımızın ortak vatanda rızalı-ikrarlı birliğini, demokratik cumhuriyeti engellemek isteyeceklerdir.
Çatışma ve yıkım tahakkümcü, gaspçı ve talancı muktedirlerin ihtiyacı ve kendilerini var ediş koşullarıysa, barış ve demokratik cumhuriyet de halklarımızın ve tüm ezilen toplumsal kesimlerin talebi ve mücadele gerekçesi olmalıdır.
Aşk ile…