Türkiye ve Ortadoğu’yu temelden etkileyen, ilerlemesi halinde bölgedeki tüm dinamikleri yeniden şekillendirecek olan çağrı yapıldı.
Bu çağrı, yakın tarihin en önemli tanığı, sanığı bir hikâyeden dile geldiği için her açıdan sarsıcıdır ve bizler de etkilerini daha çok konuşacağız.
Çağrıya dair sesli düşüncelerimi maddeler halinde özetleyebilirim.
Metnin genel ruhuna dair birkaç şey söylemekle başlayalım.
- Doğrudur metin bir şok etkisi yarattı. Öyle hissedilmesi de son derece doğaldır. Kolay değil, elli yıllık bir aktif hareketlilikten bahsediyoruz. Sayın Öcalan, önceki görüşmelerde olan biten veya olacak olan gelişimlere dair “ne aşırı duygusal ve sevinç ne de aşırı kaygılı yaklaşılmalı” uyarısında bulunmuştu. Halkın duygusal tepkisinin nedenini anlamayan ve asla da anlaması beklemediğimiz medyanın bir kısmı, bu çıkışları özel savaş diliyle bulandırsa da ekmek yiyebilecekleri bir konu değildir.
- Çağrı geldiğine göre, süreç başlamıştır diyebiliriz.
- Çağrı tek bir tarafadır dense de metin baştan sona öyle demiyor. Neden diye sorulacaksa, demokrasi ve değişimden bahsedildiğine göre bu çağrı Türkiye’ye de yapılmıştır diyebiliriz. Kendi örgütüne seslenilmiş, lakin cümleler Ankara’nın kalbine doğru fırlatılmıştır. Ayrıca Türk siyasetini de yeni bir diskura oturtacak etkide bir çağrıdır. Bu çağrıdan Türkiye’deki siyaset, örgütten daha çok etkilenecektir. Süreç başarılı giderse sadece ülkede değil, Ortadoğu’da da dönüştürücü etkileri olacaktır. Böyle de bakılması taraftarıyım.
- 348 kelimeye sığan bu metne çok dikkatli bakılması ve okunması gerekiyor. Çünkü 50 yılın, özellikle de barış yoğunlaşmaları açısından son otuz yılı dile getiren, bir metindir. Onlarca yılın sonunda, onlarca yılın teorik ve pratik gücü ile en rafine şekilde ifade edilen kelimelerdir.
- Kürt Özgürlük Hareketi’nin 80 ve 90’ların fırtınasından, 2000’lerin dehşetinden çıkarak buralara gelmesinin nedeni kendi akışkan, öğrenen, dönüşen ve süreklilik içeren zihinselliği ile ilgiliydi. 29 yıl boyunca 2.Dünya savaşının devam ettiğini sanarak adada askeri yaşam sürdüren Japon asker Hiro Onada metaforik olarak birçok örgütün izdüşümüdür. KÖH böyle olmadı, kalmadı. Kapanan ve açılan dönemlerin izlerini her zaman takip ederek politika belirledi. Bu metnin bir bağlamı da ‘dönüşüm hikayesi’ ve bunun sürekliliği üzerinden görülebilir.
- Bu hareket, tarihin kırılma anları ve bu kırılmaların yarattığı fay hatlarında sürekli konum aldı ve görülebildiği kadarıyla her saferinde hacimsel bir büyüme gerçekleşti. Bu yeni açılan faslın da bu yönlü seyretme potansiyeli ortadadır diye düşünüyorum. Bu elbette zamana ve sabra ihtiyaç duyan bir şey.
- Bu çağrıyla, Öcalan’ın ‘Kürdü bir tehdit olarak gören devlet algısını’ yani Kürt kimliği üzerine açılan terör parantezini, diğer bir deyişle Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en büyük engel olduğu gerçeğinden hareketle, araçsallaştırılan Kürtlüğü devletin elinden alma adımı attığını görüyoruz. Öcalan’ın dediği gibi, Kürtlüğün devlet tarafından bir “araç” haline getirilmesi, siyasi manipülasyonların ve şiddetin de kaynağıdır. Kürt karı devletin elinden alınırsa yeni bir dil ve hikâye şansı da doğal olarak doğacaktır.
- Bu çağrının bir nedeni de şüphesiz küresel ve bölgesel dinamiklerdeki tektonik hareketliliktir. Yeni bir düzen arayışı var ve bu arayış savaş üzerinden tesis ediliyor. Buna karşı bir denklem kurmak elzemdir. Bu denklem yeni dönemin ruhu ve öngörüsünü de içermelidir.
- Metnin ruhuna dair son bir çıkarım da Öcalan’ın siyaset alanına bu sefer daha yüksekten el açarak yeniden konum aldığı gerçeğidir. Küresel aktörlerin ardı ardına yaptıkları açıklamalara bakılırsa çağrının dönüştürücü yönüne ve siyasal alan açan muhtevasına daha fazla dikkat kesilmemiz gerekiyor. Dar, kısa vadeli ve anlık kazançlara odaklanan bir yaklaşım bu çağrıya terstir.
Burada bir es verip şimdi çağrının kendisine ve içeriğine dair parantez açabiliriz.
- Metin birçok şekilde okunabilir elbette. Herkes görmek istediği yerden ve anlamak istediği cümleden yola çıkarak siyasal projeksiyonuna uygun yorumlar yapıyor. Fakat metnin eğilip bükülmeye imkân veren bir yerde olduğunu sanmıyorum. Bu metnin diline ve seçilen kelimelere, neyin kastedildiğine en yoğun; kurduğu partinin kadroları hâkim. Haliyle onların okumaları daha farklı ve sahici olacaktır kanımca. Açıklama yaptıklarında hep beraber öğrenmiş olacağız bazı satır aralarını.
- Çağrıya gelecek olursak,
Çağrı PKK’nin bir “terör örgütü” olmadığı hatırlatması ile başlıyor. Doğuş, yükseliş ve algılayış tarzının neden-sonuç ekseninde vererek, meşru bir örgüt diyerek sahipleniyor. - Daha sonra Kürt-Türk ilişkilerine vurgu yapılarak kapitalist modernitenin bu ilişkideki misyonuna dikkat çekilerek Cumhuriyet safhasında hayat bulan pratiklerin eleştirisi yapılıyor ve burada kırılgan bir hal alan tarihsel ilişkiyi tesis etmenin “esas görev” olduğunun altı çiziliyor.
- Çağrıda özgün bir yere sahip bir uyarıya geçiliyor. Bu da “aşırı milliyetçi savruluşların” yarattığı siyasal tahribattır. Bu uyarı hem Türkiye tarihindeki milliyetçi zehirlenme hem de bugünlerde yeniden siyasalı biçimlendiren popülist-faşist milliyetçi siyasetteki yükselişe dikkat çekme olarak okunabilir. “Aşırı milliyetçi siyasete sığınılarak hayat bulan” ulus devlet gerçeği başta olmak üzere hiçbir siyasal form, bir yere varmadı, varmıyor. Aşırı milliyetçi ideolojilerin ortaya çıkardığı çözüm önerilerinin, toplumun tarihsel ve sosyolojik gerçeklerini dikkate almadığını ve bu nedenle yetersiz kaldığını vurguluyor. Kürtlerin sadece kültürel olarak değil, siyasal ve hukukî düzlemde de eşit ve özgür hissetmesi gerektiği açıktır. Aksi halde kültürel çözümler, tarihsel toplum sosyolojisinin, yani gerçek ihtiyaçların, gerisinde kalır. “Demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir” diyen Öcalan, her türlü çözümün anahtarının demokrasi olduğunu ısrarla vurgulaması bundandır.
Bu uyarıdan hemen sonra gelen “Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür” cümlesi ise aslında söylemek istediğini tam olarak yerli yerine oturtan bir paragraf oluyor. Öcalan her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları ancak demokratik bir siyaset ile kurmaları çözümdür diyor.
Bu maddeye son bir ek olarak, Öcalan Türkiye’nin kendi okumalarını ve küresel tecrübeler ışığında algıladıklarını es geçmiyor. Bundan ötürü seslenişin bir kısmı tam da devlet yetkilileri içindir. Bu hakikat şudur: Türkiye, tarihsel toplum sosyolojisine uygun, yani kendi toplumsal gerçekliğinin çeşitliliğini kucaklayan bir demokratik çözüm geliştirmek durumundadır… Öcalan’ın altını kalınca çizdiği şey, Ortadoğu toplumlarının tarihsel olarak çoğulcu yapısına uygun bir sosyo-politik model gerektiğidir. Yani “tarihsel toplum sosyolojisi”ne uygun model, farklı kimliklerin kendini anlatabildiği, katabildiği ancak bölünmüş değil birlikte olduğu modeldir. - Bu tartışmanın devamında bir sistem arayışı dile geliyor. Bu sistemin başı ve sonu demokrasiden ibarettir diyerek, bunun dilinin de gerçekliğine uygun inşa edilmesi gerekir diyor. Bu noktada 1 Ekim’de başlayan tartışmaları hatırlatarak gelişmelerin, tarihi çağrının ve sürecin sorumluluğunu üzerime alıyorum diyerek bağlıyor. Elbette alınan sorumluluk derin, ağır ve meşakkatli. Bu durum ilk görüşmede ifade ettiği teorik ve pratik gücüme güveniyorum demecinin devamı olarak görülebilir.
- Son olarak da kongre toplanma ve feshetme kararı ifade ediliyor.
- Bu içerikten hareketle bazı çıkarımları yapmak mümkündür.
Birincisi, okunan metnin sonunda da ifade edildiği üzere silah bırakma, fesih kararı bazı siyasi ve hukuki adımlara bağlıdır. Buna devletin de tav olduğunu anlıyoruz.
İkincisi, Öcalan yeni dönem ve düzende Kürtleri güvenli bir limana almaya çalışıyor. Daha önce de sarih şekilde ifade ettiği üzere “Kürtlere hukuk alanında yer açmaya” çalışıyor. Bu çağrının başlattığı yol ya bununla sonuçlanacak ya da hukuk dışılık daha geriye gidecek.
Üçüncüsü, 50 yılın sonunda artık ‘toplum’ vasfı kazanmış, kendilik ve öznellik perdesini aralamış bir halk gerçekliği var. Bu toplum ve toplumsallıkla artık yol alınabilir. Mücadele hatları belli olan, hedefi, talepleri net olan bir toplumun silaha ihtiyaç duymadığı çıkarımı da yapılabilir. En azından metinden anladığım şeylerden biri bu bağlamdır.
Dördüncüsü, bu olan bitenler içinde ciddiyetle hareket eden tek kişi Öcalan olmuş oluyor. Beklenmeyeni net şekilde ve bir iddia ile ortaya koyarak yeni bir paradigmanın kıvılcımını yakıyor. Bu ciddiyet karşısında karşı tarafın atacağı, atmak zorunda kaldığı adımlar iyi veya kötü artık kaçınılmazdır. Bu bakımdan Öcalan topu devletin sahasına bırakmış oldu. Şimdi hamle sırası devlettedir. - Bu çağrıyı 2013 Newroz manifestosu ile birlikte düşünmekte fayda var. Çünkü aynı şeyleri, aynı vurguları daha kısa hale getirdiğini adını daha net koyduğunu görüyoruz.
Silahlı mücadele ve demokratik siyasete geçiş, Kürt Türk ilişkilerine vurgu, ulus devlet eleştirisi ve demokratik toplum, emperyalizm ve kapitalist modernite eleştirisi, demokratik uzlaşı, tarihsel hatalar ve yeni başlangıçlar, biz vurgusu ve ortak kimlik 12 yıl arayla yapılan bu çağrılarda tamamen ortak başlıklar ve aynı vurgulardır.
Ayrıca PKK Yürütme Komitesi’nin 12 Şubat 2025 tarihinde yaptığı açıklamada ifade edilen “Önder Apo tarafından yeni bir süreç, herkes için bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma süreci başlatılacaktır. PKK ve Kürtler değişecek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türkiye ortamı değişecek, Ortadoğu ve tüm dünya değişecektir. Devlet korkmasın; Önder Apo ve Kürtler devleti yıkmayacak, demokrasiye duyarlı ve açık temelde yeniden yapılandıracaktır. Türkiye toplumu korkmasın; Önder Apo ve Kürtler Türkiye’yi bölmeyecek, Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi için çalışacaktır” sözlerini şimdi yeniden okumak ve bu çağrı ekseninde görmek iyi olabilir. Yani çağrının özü, çağrıdan önce bu mesajla net ifade edilmiş durumda. - O halde şimdi başlayan süreç bir ara geçişle devam edecektir. Bu ara geçişte amansız bir ‘soğuk’ savaş olacak. Özellikle çözümden yana olmayan klikler süreci baltalamak için efor sarf edecektir. Diğer yandan sürece atfedilen değişim-dönüşümün negatif olması için çubuğu olabildiğince bükerek toplumun kılcal damarlarına oynayacaktır. Herkese büyük sorumluluk düşüyor denilen yer bu noktadır. Halk arkasında durursa süreç başarıya ulaşacak.
Burada Sri Lanka’da 1994-2005 yılları arasında Başkanlık yapmış Chandrika Bandaranaike Kumaratunga’ya kulak verebiliriz. Ülkelerinde barış görüşmelerinin başarısız olmasının üç nedenini şöyle özetliyor: Muhalefetin ikna edilememiş olması, halkın kesintiye uğradığında barış yönünde baskı yapmasını sağlayacak şekilde örgütlenmemiş olması ve barış meselesinin kişilerin inisiyatifine bırakılması…”
Bu üç durum, önümüzde duran ve çok dikkat edilmesi gereken durumlar oluyor. - Çağrıda en fazla vurgunun demokrasiye olması da sağlıklı tartışmalara ihtiyaç duyuyor. Öcalan’ın demokrasiye duyduğu inanç ve tüm hikâyeyi bu fenomen üzerinden kurmasını çok iyi analiz etmek, tarihsel bağlamına oturtmak ve aktarmak gerekiyor gibi.
Toparlarsak;
- Öcalan’ın geliştirdiği ve öncülük ettiği sürecin karakterini belirleyecek olan mücadeledir. Öcalan ‘madunluk’ gömleğini yırtarak konuşan ve konuşması gereken Kürdü sahneye alıyor.
- John P. Lederach’dan referansla “çözüm”, çatışmayı kısa vadede sonlandırmayı ima ederken; “dönüşüm”, çatışmanın kökenindeki ilişkisel, yapısal, kültürel ve duygusal boyutları hedefler. Bu çağrıda sadece çözüm önerisi değil, dönüşüm talebi de var.
- Dolayısıyla barış, yalnızca “taleplerin karşılanması” değil, taraflar arasındaki ilişkilerin kalıcı biçimde iyileştirilmesi ve dönüşümünden geçer denilebilir.
- Wright Mills’ın “iktidar seçkinleri” teorisinde ifade ettiği gibi; iktidar siyasi, ekonomik ve askeri kurumların tepesindeki bir grup seçkin birey tarafından kontrol edilir. Bu gruplar birbirleriyle sıkı bağlar kurar, çıkarlarını ortaklaşa korur ve kararları koordineli şekilde alır. “Toplumdaki eşitsizlik ve adaletsizliklerin kökeninde, bu kapalı grubun çıkar çevreleri ve güç tekeli yatar” der Mills… Bugün de Kürt meselesinin nasıl bir araç haline getirildiğini, bir seçkin grup tarafından ‘terör’ paranteziyle nasıl sömürüldüğüne tanığız. Bu çağrının darbelediği bir alanın da bu siyasi-ekonomik-askeri üçlü alan olacağını düşünüyorum. Çağrıya saldıranların bu üç köşe başında duranlar olması tesadüf değil.
- Herkesin gözü şimdi karşı tarafta ve atılması beklenen somut adımlarda. Bunun yerine kayyım-yeni gözaltı dalgaları sürerse Öcalan için bu çağrı kâğıttan ibaret bir mesele olarak kalabilir. Bu da herkes için büyük kayba dönüşür. Dilerim sağduyu kazanır.
- DEM Parti yeni dönemin ana odağıdır. Çünkü demokratik siyaset vurgusu temel yürüme alanıdır. Bundan ötürü DEM Parti de yeni döneme dair dilini, eylemselliğini, dinamiklerini, davranışlarını ve yapısını radikal şekilde yeniden ele almalı, alabilme cesareti göstermelidir. Bu dönemi köprüden sağ salim geçirecek bir çalışma azmine ihtiyaç olduğu açık.