başta anlatacaklarım bu mecranın okurları için yeni değil, o yüzden sabır gösterip yazının sonuna gelen herkese şimdiden teşekkürler. ulusal kurtuluş mücadeleleri tarihin en önemli dinamiklerinden biri. nitekim proleter devrimler çağı olarak tanımlanan 20. yüzyılda bu hedefle yola çıkmış tek bir ülke var; sscb. diğerleri şu veya bu şekilde emperyalizme -ikinci dünya savaşında işgale- ve sömürgeciliğe karşı mücadele etmek üzere harekete geçti ama hem sscb etrafında oluşan güç merkezi hem de sosyalist düşüncenin ideolojik hegemonyasıyla üretim araçlarının mülkiyetini de değiştiren devrimler doğurdu. yani koşullar ideolojik tercihlerden daha belirleyici oldu.
pkk de o dönemin ruhu içinde kurulmuş bir yapı. silaha sarılmak şart mıydı diyenler için hatırlatıyorum. yakın tarihteki ilk hareket de değil, bölgede hemen öncesinde birçok örgütlenme, mücadele var. nitekim 1980 darbesi geldiğinde mehdi zana diyarbakır belediye başkanıydı. o mücadele zulmüyle ünlü diyarbakır cezaevi’yle karşılık buldu.
geçen on yıllarda hareket birçok şey oluşturdu: kürt kimliğinin, diliyle, isimleriyle, müziğiyle kültürüyle görünürlüğü, tanınması, organik bir laikleşme süreci, ağırlıklı olarak kadınların özgürlüğüne dayanan modernleşme, meclisin üçüncü büyük partisi, önemli yerel yönetim deneyimleri, eşbaşkanlık sistemi, geniş bir kadın hareketi… bunların önemli bir kısmının geri döndürülmesi neredeyse imkânsız.
diğer yandan reel sosyalist sistemin çökmesiyle birlikte “düşmansız” kalan türk faşizmi yeni düşmanını buldu. ırkçılık ve ondan daha olumlu ve masum olmayan milliyetçiliğin türlü biçimleri nefret ideolojisi olarak topluma kök saldı. evlatlarını kaybetmiş barış anneleri “başka analar ağlamasın” derken intikam çağrıları bu sebepten yükseliyor. yine bu sebeple, tam da bu ideolojinin en belirleyici taşıyıcısı olan bahçeli, bu süreci yürütmek konusunda doğru isim.
yukarıda aktarmaya çalıştığım sürece göç eşlik etti. artık kürtçe türkiye’nin hemen her yerinde duyuluyor, kürtler türkiye’nin her yerinde yaşıyor. ama örneğin, konya’da dedeoğlu ailesinin başına gelenlerin tekrar edilmemesi sadece devlet katında bazı politikaların değişmesiyle ilgili değil.
bugün barış talebi türkiye sınırlarının içinde olup bitene dair değil çünkü uzun zamandır “çatışma” burada cereyan etmiyor. nitekim şehitlerin ölüm haberleri verilirken can verdikleri toprağın adı değil, katıldıkları operasyon anılıyor. diğer yandan iktidar, akp karşıtı olan ve kürt nefretiyle zehirlenmiş bir kesimi “terörle mücadele” iddiasıyla etkisizleştirebiliyor. yeni durum, hem bunu hem de türkiye’nin ırak ve suriye topraklarındaki idari ve askeri varlığının gerekçesini ortadan kaldıracak ama özellikle son birkaç yılki performansına bakınca, iktidarın böyle “pürüz”leri dikkate alması çok muhtemel görünmüyor. meğer ki bölgedeki itiraz edemeyeceği bir “tasarım”ın sonucu olsun.
kürtler, rojava’yı 1936 ispanya devrimi’ne benzetiyor. hem dünyanın farklı yerlerinden insanların bu mücadeleye katılması hem de marksizm dışı arayışlar bağlamında haklı bir parallellik bu. ama eğer genel olarak devrimci mücadeleden söz edeceksek, şunu da unutmamak gerek bence. türkiyeliler için de, enternasyonalizm kürt hareketiyle dayanışmaktan ibaret değil. hiç olmazsa bölgedeki diğer “ezilen halklar”ın durumunu ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmayı gerektiriyor. örneğin israil’in suriye toprağındaki işgalini genişlettiğini, askeri varlığını kalıcılaştırdığını unutmamak gerek, bence.
diğer yandan, suriye’de, esad yönetimiyle bugünkü devletsizlik halinin başındaki htş yönetimi arasındaki farklar demokrasiye dair değil. bu fark esasen abd’nin desteğiyle ilgili. trump yönetiminin kürt halkı için çok değerli olan rojava’nın statüsünü koruma ihtimali çok çok yüksek. ve mevcut nesnel koşullar ve mevcut güç dengeleri içinde, eğer bir internet sitesine makale ya da bir twit dizisi yazma konforu içinde değilseniz bunun değerini görmemek zor. ancak aynı trump yönetiminin, demokratik koşullar dediğimizde çoğumuzun aklına gelen şeyleri, örneğin son hdk operasyonunu, cezaevindeki binlerce siyasi esiri, suriye’nin yeni statüsü kadar önemseyeceği şüpheli. o yüzden, herkesin kolay olmayacağını kabul ettiği bu süreçte, bence hepimizin kürtlerin taleplerini çok net bir şekilde duymaya ihtiyacımız var ki ısrar edeceğimiz şeyler somutlaşsın.
sonra? çok fazla hayal kırıklığı, geniş bir boşluk duygusu ama aynı zamanda epeyce de sevinç kapımızda. diğer yandan türkiye siyasal ve toplumsal bir krizden geçiyor. bu, büyük zorlukların yanı sıra dönüşüm ve bir araya gelme imkânları ve mecburiyeti ortaya çıkarıyor. bugüne kadar olması gerekip olmayanların neden olmadığını, nerede yanlış yaptığımızı, hangi yoldan ilerleyip hangi yolu açacağımızı konuşmak için bir alan ve fırsat da doğacak bence. rahat ve derin bir nefesten sonra işimize koyuluruz, diye umuyorum.
tüm kadınların ama özellikle de gazetemize emek verip şu an cezaevinde olan kadın arkadaşlarımızın 8 mart’ını kutlarım. gelecek yıl, daha özgür, daha eşit koşullarda birlikte kutlama umuduyla.