27 Şubat tarihinden bu yana gündemde olan tarihi manifestonun genel çerçevesi anlaşılmış oldu. Manifesto son iki yüzyılın tüm tarihsel sorunlarına cevap olma içeriğine sahip olması nedeniyle, nerdeyse her cümlesini hem ayrı ayrı ele almak, hem de bütünsel ele almak, son günlerin tüm yazılı ve görsel medyasının ana gündem konusu oldu. Tâbii bunca yazılan ve söylenene rağmen henüz tam anlaşıldı diyemeyiz. Fakat genel bir görüş de oturmuş durumda.
Ana tema şöyle özetlenebilir. 1976 Çubuk Barajı toplantısından bu yana Kuzey’de oluşturulan tüm kazanımlar ve başarılar, Kuzey’de elde edilen demokratik mevzilerde yer alacaklar. Ve bu zemini verebilecek çok sayıda kurum da mevcuttur. Demokratik zeminde savaş verebilmenin koşulu ise, mevcut anti demokratik yaklaşımların ortadan kaldırılması şartı ile mümkün olabileceğinin altı çizilmiş. Bugüne kadar demokratik zeminde verilen mücadeleler şimdi tutuklanma kaygısı, baskınlar ve cezaevleri tehditleri olmadan verilmeye çalışılacak. Demokratik mücadele gereği iki süreç de iç içe gelişen süreçlerdir. Neticede değiştirmek istediğiniz yasaların istenmesi bile demokratik tepkiler gerektirir. Aslında bir tür siyasi ve kültürel kurumları kendi elinle kurmak gibi de algılanabilir. Bu bağlamda kim ne kadar çalışırsa o kadar önümüzdeki yüzyıl anayasasının belirleyicisi de olacaktır. Tabii tüm bu çalışmalar yapılırken, ilk şart zindan ve benzeri yaklaşımlarla halk sindirilmeye çalışılmamalıdır. Ve halkın “devlet adım atsın”dan kast ettiği, tecridin kalkmasından sonraki adımlardan biri de budur.
Süreç Türkiye halkları için henüz çok yeni. Hızlı adımlar da imkân dahilinde. Ancak, dikkat edilirse Kürtler için her böylesi dönem, Kürt halkına her seferinde kazanç getirmiştir. Bu tür hamlelerin ilki olan Özal ile iletişim yılları sonradan anlaşılacağı üzere birçok kazanımı da beraberinde getirmiştir. 1999 değişimi, her ne kadar anlaşılması yıllar aldıysa da, 1999-2013 yılları arasında kendi gücünü kat be kat yükseltmiştir. Aynı şekilde 2013-2015 süreci için de geçerledir. O süreci anlamak da yine bizim zamanımızı almıştı. Fakat 2013-2015 süreci aslında tüm cumhuriyet tarihi boyunca en kazançlı olduğumuz dönem olmuştur. O dönem Kürt tarihinde ilk kez Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan kendi halkıyla, kendi el yazısıyla iletişime geçmiştir. Bunun yanında Kürt inkarında büyük bir kırılma yaşanmıştır. Kısacası biz Kürt halkının anlamakta biraz geç kaldığımız her süreç veya atılım Kürt siyasi hareketini devamlı büyütmüştür.
Gelinen aşama şunu gösteriyor. Bu yeni süreç aslında sadece Kürt kimliğinin değil bu ülkede yaşanan tüm kimlik sorunlarının beraberce ve omuz omuza oluşturmanın startı gibi ele alınabilir. Tam da bu bağlamda şunu belirtmekte yarar var. 27 Şubat’ta okunan tarihi manifestonun üzerine yoğunlaşmanın yerini yeni süreçte “neler yapılabileceği üzerine” yoğunlaşma daha fazla ön plana çıkacak gibi görünüyor. Bunun en açık çalışma kaynağı olarak da 8 Mart’ta Amed’de okunan sayın Öcalan’ın kadınlara hitaben kaleme aldığı açıklamalar olacakmış gibi duruyor.
8 Mart’ta okunan ve yeni dönemin inşa edilmesi gereken yapılarına ilişkin genel bir çerçeve konulmuş. Demokrasi sosyalizm ilişkisi, kadın sosyalizm ilişkisi, erkek kadın ilişkisi gibi genel başlıklar halinde tartışılması, anlaşılması gereken büyük bir atılım kaynağı olarak değerlendirilebilir. Yine kadın konusunda çizilen dört katmanlı kadın kurtuluş ideolojisi üzerinde yoğunlaşması gereken acil eylem planı olabilir. Kadın özgürlüğü konusunda geniş bir anlam deryasına kapı aralanıyor. Bu çerçevelerin ana hatları ve detayları sayın Öcalan’ın savunmalarında bulunabilinir.
Tartışmanın, anlamanın, anladığımız oranda yapılaştırmanın yoğun geçeceği bu dönem, aslında verilen elli yıllık mücadelenin yoğunluk temposundan çok daha büyük bir tempo ile yürüneceği açıktır. Son yirmi beş yılda okunan, anlam verilen demokratik modernitenin inşası için büyük bir çağ başlıyor. Şimdi ekilen tohumları toplama zamanıdır. Büyük bir tempo ile çalışmak için sanırım hazırız. Başlıyoruz…