Suruç’ta, Kobanê sınırındayız. Yanımda babasını ve iki kardeşini kirli şiddete kurban vermiş Urfa DEM milletvekili sevgili Ferit Şenyaşar var. Kobanê kentinin tam karşısında Ferit vekille bir yandan onurlu barışı konuşuyor, diğer taraftan uzun uzun Kobanê’ye bakıyoruz. Bir an Kobanê’den yükselen seyyar satıcının sesini oturduğumuz yerden duyunca hüzünleniyoruz; sesin bizi iyileştirdiğini hissediyoruz. Susuyoruz bir an…
Sonra akşam oluyor. Ve hemen akabinde bir anda Rojavalı Kürt lider Mazlum Abdi’yi takım elbisesiyle Suriye barışının en kritik metnini imzalarken görüyoruz. Duygu yoğunluğu ve gelecek tahayyülü arasında parçaları birleştirmeye çalışıyoruz. Yavaş da olsa bir şeylerin değiştiğini görüyoruz. Temkinli, dikkatli ama bir o kadar da umutla hızlanan tarihi anlamaya çalışıyoruz.
Birkaç hafta önce HDK’nin düzenlediği Barış ve Çözüm konferansında Alman akademisyen Austin Holmes, Rojava üzerine yazmış olduğu doktora tezinin sunumunu yapıyordu. Tezin adı dikkat çekiciydi: “Hayatta kalanların hikayesi”
Hayatta kalanların hikayesi 1915’te Rojava’da başlıyor. Rojava katledilmekle yüz yüze kalanlar için 1915 sonrası yurt olmuş. Sürgünlerin, yurtsuzların, yoksulların; Kürtlerin, Ermenilerin, Êzidîlerin, Süryanilerin yurdu… Bugün ise Rojava hayatta kalanların çocukları için ve onların iradesiyle, her zamankinden daha fazla kendilerini güvende hissedebilecekleri yurt haline geliyor. 10 Mart itibariyle Rojava ve yeni Suriye için barışın, kardeşliğin, ortak yaşamın hukukunu güvence altına almayı hedefleyen tarihsel bir adım ile hayatta kalanların çocukları ayakta kalmanın zaferini yaşıyor.
Bu hikayede Kürtler hem kendi özgürlükleri hem de hayatta kalanların çocuklarına güvenceli ve insanca bir yaşam kurmak için üstlendiği kurucu özne rolünü layıkıyla yerine getiriyor; bu rolünü olması gereken kurumsallık ve hukukla tahkim ediyor.
Ermenilerin, Êzidîlerin, Süryanilerin, Alevilerin, Dürzilerin temel güvencesi, Kürtlerin Suriye yönetiminde yer almasıyla başka bir aşamaya geçiyor. Kürtlerin Suriye yönetimine katılımının kurumsallığı ve hukuku; ötekileştiren, ayrıştıran aklın kaybettiğini, demokratik toplum aklının kazandığını gösteren en somut zafer. Bu zafer hayatta kalanların ayakta kalan çocuklarının ortak zaferidir.
Hayatta kalanların ayakta kalan çocukları kendi barışını kuruyor. Bize düşen o barışı selamlamaktır.
Yeni Suriye’nin demokratikleşmesinde ve normalleşmesinde bu aşamadan sonra Kürtler fazlasıyla belirleyici olacaktır. Şimdi 15 yıllık demokratik toplum deneyimini tüm Suriye halklarına armağan etme zamanı. Kürtlerin politik ve ideolojik varlığı, yeni Suriye demokrasisinin teminatı, halkların ve inançların temel güvencesi olacak. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Kürtlerin yönetime katılımı Suriye iç barışının sağlamlaştırılması için; Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere diğer halkların ve inançların savunması bakımından büyük bir imkan, büyük bir şanstır.
HDK’nin konferansında konuşan Kürt akademisyen Hamit Bozarslan, “Şiddet sarmalından çıkmanın en somut yolu halkların hakikatinin kabulünden geçer” diyordu. Şimdi bu hakikatin kabulünün arifesindeyiz. Basklı avukat ve aktivist Paul Rios ise çatışma çözümünde “Barış ve diyaloğu sürdürmenin en önemli kısmı şiddetsizliktir” demiş ve devamında “Barış ve diyalog süreçlerinde sonu gelmez bir umuda sahip olmak” gerektiğini ifade etmişti. Barışa dair yaşanan son gelişmeler sanki benzer aşamalardan geçiyormuşuz hissini veriyor.
Şiddeti bitirmek çözümün önünü açıyor ve barışa büyük bir zemin oluşturuyor. Bunu görüyor ve yaşıyoruz. Bu zemini korumak ve güçlendirmek barış, demokrasi, özgürlük ve eşitlik isteyen herkes için dönemin ahlaki ve politik görevi olarak ortada duruyor. Bu göreve yaşamın her alanında sarılmak gerekiyor. Zira bu barış her şeyden önce bizlerin barışı.
Kobanê sınırından eve geldiğimizde direnişin sembol ismi Ferit vekilimizin annesi Emine ana bizi kapıda karşılamıştı. İlk defa gülümsediğini görüyordum. Hapishaneden Fadıl gelmiş, hoş gelmiş! Eski Batman milletvekilimiz sevgili Ayla Akat radikal bir gribe yakalanmış; ama barışı aramaktan vazgeçmemiş. Ferit vekil ona “birazdan anamın yaptığı çiğköfteyi yersen hiçbir şeyin kalmaz” diyor.
Her şeye rağmen hayatın tuhaf ve direngen bir şekilde devam ettiğine ve yeniden kurulduğuna tanıklık ediyoruz. Tarih akıyor. Tarihin içinden geçiyoruz. Ezilenler kendi tarihlerini yapmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyor. İnsanlar yürümekten, umutlanmaktan, değiştirip dönüştürmekten asla vazgeçmiyor. Bunu bir kez daha acı ile deneyimleyerek öğreniyoruz.
Kobanê’nin karşısında; dostluğun, kardeşliğin, barışın sınırındayız. Hayatta kalanların çocuklarının zaferi ışığında demokratik toplumun şafağındayız… Tam da bu eşikte bizler onurlu barış için sonu gelmez bir umuda sahip olmanın haklı gururunu yaşıyoruz.