Sen, dağların çocuğusun. Her taşında bir anın, her zirvesinde bir hayalin var. Karanlık çöktüğünde bile gözlerini ufka diktin, çünkü biliyorsun: Zulmün en yoğun olduğu an, şafağa en yakın olan andır.”. Seni dört bir yana savurdular ama seni sen yapan köklerini sökemediler. Çünkü sen, toprağa düşen bir tohum gibi, bastırıldıkça daha gür filiz veren bir halkın en yiğit, en onurlu evladısın.
Menekşeler, nergisler, nazlı mor salkımlar şahittir; özgürlüğe adanmış her nefesine.
Yüzyıllardır bedenine dolanan zincirleri kıramasan da paslandırdın, hançerleri kıramasan da körleştirdin. Çünkü senin varoluşun, yalnızca bir halkın kendi yolunu çizmesi değil, insan olmanın, onurlu yaşamanın ve esareti reddetmenin destanıdır.
Dilini yasakladılar, adını inkâr ettiler, varlığını yok saydılar. Ama sen yine de konuştun, stranlar söyledin, taşların arasına sakladığın kelimelerle tarihe mühür vurdun. Zalimler seni susturmaya çalıştıkça, sen daha gür haykırdın. Çünkü senin sesin, bu toprakların en eski ezgisi; ne kadar bastırılsa da yankısını bulmaya mahkûm.
Zulme karşı direnen bedeninle, halkının sesi oldun. Her düşen canla, toprağa bir bayrak gibi düştün. Çünkü biliyorsun, bir halkın direnişi bazen bir şiirle, bazen bir ağıtla, bazen de bir çocuğun gözlerindeki inatla yazılır tarihe. Sen, kalemini de kuşandın, yüreğini de sesini de…
Çünkü bu, yalnızca bir mücadele değil, bir varoluş kavgasıydı.
Kimileri hayatı olduğu gibi kabul eder, kimileri ona anlam yükler. Sen, yaşama anlam katanlardansın. Her kayıp seni güçlendirdi, her yas seni daha da inançlı kıldı. Çünkü senin inancın, güneşin doğuşu kadar kesin, yağmurun toprağa düşmesi kadar kaçınılmaz. Anlamı sadece kitaplarda değil, dağların doruklarında, taşlara kazınan destanlarda aradın.
Gerektiğinde kazanan Zîn, gerektiğinde umutla at süren Derwêş oldun.
Anlamın peşinde olmak, gelecek için yanmak, gelecek için yanılmaktır. Yolun ne kadar uzun ne kadar çetin olduğu önemli değil; önemli olan, o yolda yürüyenlerin yüreğindeki ateştir.
Senin adın, geleceğin kapısını açan bir anahtar gibi yankılanacak dillerde. Çünkü sen, umudu eken ve büyüten bir halkın evladısın.
Özgürlük önce akılda, ruhta ve inançta başlar, değil mi? Sen varlık ve yokluk savaşını yalnızca düşmanına karşı değil, kendini inkâr edenlere karşı da verdin. Senin mücadelen, kendi sesini, kendi varlığını sahiplenmekti. Çünkü insan, ancak kendisine biçilen kadere isyan ettiğinde gerçekten yaşamış olur.
Kara kışın ortasında bile baharı bekleyen tohum gibi, sen de bekledin. Ama beklemek, teslim olmak değildi. Sen bekleyişin içine mücadeleyi, sabrın içine iradeyi koydun. Ve en sert kış bile sonunda bahara yenildi.
Hazırlan, yüreğini ve zihnini sağlam tutan sevgili can. Bahar Newrozla geldi. Meşe ağaçları, papatyalar, sincaplar seni bekliyor. Güneş doğacak, toprak yeniden yeşerecek. Senin ayak izlerin, bu dağların zirvesine kazınmış bir hatıra. Kimse SİLEMEZ, kimse UNUTTURAMAZ!
Çünkü senin anlam arayışın, sadece bir halkın değil, insanlığın en kadim mücadelesidir.
Biliriz ki yol uzun, biliriz ki rüzgâr sert. Ama dağlar, yalnızca onları aşmaya cesaret edenlere yol verir. Ve sen, bu yolu yürüyenlerin en önündesin, başın dik, yüreğin cesur.
Sen, karanlığa ışık taşıyan, umudu bayraklaştıran, özgürlüğü bir halkın nefesi haline getiren insansın. Ve unutma, halkını ve anlamını arayanlar için daima bir yol vardır. O yol, senin adımlarınla daha da derinleşecek, daha da aydınlanacak. Çünkü sen, yalnızca bir insan değil, bir halkın yürüyen destanısın.
İşte bu yüzden, en çok da senin Newroz’un kutlu olsun!