Bu köşedeki son yazının başlığını “Kurallar ve değerler sistemi çatırdarken” atmıştım. Son paragrafta da “Sonuç niyetine ise bir konuya dikkat çekmek istiyorum. 1945 sonrası düzen değişiyor” diye eklemiştim.
Bu yazının devamı için kafamda birçok başlık vardı fakat Chatham House’nın yayınladığı son rapor, 1945 sonrası düzen tartışmasına bir ek yapma fırsatı verdi.
130 sayfalık rapor, tam da 1945 sonrasında ABD liderliğinde kurulduğu kabul edilen “liberal uluslararası düzenin” çatırdadığı eksenlerle ilgili.
Rapor özetle, bu liberal düzenin bugünlerde nasıl parçalandığını, eriyip tarihe karıştığını ve bunlar olurken ülkelerin bu duruma dair aldıkları pozisyonları incelenmiş.
Liberal düzenin yaslandığı dinamikler genel manada demokrasi, serbest piyasa, BM vb. kurumlar, hukuk gibi şeyler olsa da bugün bunların hepsi kâğıt üstünde.
Bugünkü tabloya bakınca içe kapanan bir ABD, bu kapanmaya eşlik eden bir milliyetçilik ve popülizm, birçok ülkenin stratejik özerklik arayışı, Çin’in durdurulamaz yükselişi, tek kutuplu dünya yerinin çok kutuplu ama daha fazla rekabete dayanan ortamı, Rusya ve etrafında dönen hikâye, Asya pasifikte kurulan yeni düzen, hakeza savaşa dayalı Ortadoğu’daki yeni düzen ve daha birçok etken bugün yeni bir düzeni tartışırken karşımıza çıkan temel koordinatlar oluyor.
Rapor, yeni dünyanın siyasal-ekonomik kodlarını on bir ülkenin (Çin, Rusya, İran, Hindistan, Brezilya, Suudi Arabistan, Endonezya, Türkiye, Almanya, Fransa, Japonya) perspektifinden masaya yatırıyor. Bu arayışı da “ABD öncülüğündeki liberal uluslararası düzen parçalanırken, farklı büyük ve orta ölçekli güçler bu boşluğu nasıl dolduruyor?” sorusunu merkeze alarak yapıyor.
Önemli birkaç tespiti aktarmak gerekirse:
- Çin, bugün oyun bozucu tek gerçekçi ülke konumundadır. Özellikle egemenlik ve kalkınma önceliklerini öne çıkaran bir model derdindedir. ‘Gerçek çok taraflılık’ söylemi etrafında kendi dünyasını inşa etmeye çalışıyor. Çin, liberal düzeni bozan güç olarak tarif ediliyor raporda.
- Rusya, Sovyet alanında mevcut nüfusunu koruyup genişletmek ama bunu yaparken de ABD’ye meydan okumak istiyor. Bu stratejisi ‘bölgesel hakimiyet+küresel güç’ olarak formülize ediliyor. Batı’yı eleştirse de ona karşı bir düzen kuracak güçte değil. Fakat Batı’yı zayıflatabildiği (örn: enerji) alanlarda asla affetmiyor.
- İran’ın ‘direniş ekseni’ stratejisi sürüyor, sürecek. İran için liberal düzen, emperyal bir düzen olarak algılanıyor. Batı’ya karşı batı-dışı aktörlerle yakınlık ve bu bağlamda Rusya ile Çin’e yakınlık temel sonuçlardan biridir. Bu stratejisi devam edecek.
- Suudi Arabistan, tek olsun çok kutuplu olsun, böylesi bir dünyada kendi güvenliğini ve sosyal-ekonomik gücünü koruma motivasyonu ile diplomasi yapıyor. Yoğun bir denge siyaseti güdüyor.
- Yükselen güçlerden olan Hindistan, Brezilya, Endonezya daha çok mevcut düzen içinde iş birlikleri ve büyüme taraftarı. Mevcut kurumsallığın dönüşümü ile sorunların atlatılabileceği savunuluyor. Özellikle burada Hindistan’ın “bağlantısızlık” siyaseti dikkate değer.
- Türkiye raporda “çok kutuplu dünyaya uyumlu bir vizyon arayışında” diye belirtilmiş. Çıkarları gereği çok yönlü dış politika doktrin etrafında hareket eden Türkiye, hemen hemen her alanda birçok kriz yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Rusya, Çin ve Batı ile denge politikası gütse de dönemsel değişiklikler ve savrulmalar birbirini izliyor.
- Almanya ve Fransa “iş birliğine dayalı çok taraflılığın” başat aktörleri kabul ediliyor. ABD’nin Avrupa ile ilgili değişen politikası, AB içi sorunlar ve Ukrayna savaşının yarattığı krizler, Rusya faktörü nedeniyle kendi savunma kapasitelerini artırmaya çalıştıkları bir dönemdeyiz. Almanya’nın ekonomik gücü, Fransa’nın küresel statü iddiası kısmen de olsa raporda önemli yer tutuyor. Bu iki ülke de AB’nin stratejik özerkliğini artırma iddiasında olduklarını ifade ediyorlar.
- Japonya, Çin’e karşı güvenliğini önceliyor. ABD ile ilişkilerini iyi tutmaya çalışıyor. Liberal değerlere güçlü bir bağlılığı var. Japonya yeni dönemde pragmatik yaklaşımlar peşindedir.
Tüm bu çıkarımlardan sonra raporda bazı tespitler de doğal olarak beliriyor.
Bugün daha fazla “güçlü” merkez var. Tek bir merkez yok artık.
Baktığımızda Trump ve onun dünyası; birçok müttefik ülkeyi belirsizliğe ve yeni arayışlara itmektedir. Ülkeler genel olarak mevcut kurumların, uluslararası sistemin sürmesi taraftarı olsa da sarsıntılarına dair çözüm önerileri yok.
Rapor, NATO’nun geçmiş yıllarda çizdiği konsepte yakın yerde duruyor. En azından bunu Çin ve Rusya yaklaşımından anlıyoruz.
Yeni düzen arayışında alternatif olarak öne çıkartılan BRİCS vb yapılar daha da güçlenebilir.
Rapora göre bugün en net konu, küresel ilişkiler ve yönetimselliğin çok daha kırılgan ve yeni güç dizilimlerine de son derece açık olduğu bir aralıktan geçtiğimiz gerçeğidir.
Sonuç olarak raporda vurgulanan şey, ABD eksenli tek kutuplu dönemin sonuna gelinmiş olması ve yeni bir “çok kutuplu/parçalı” düzenin şekilleniyor olduğudur. Bu süreçte her bir ülke, kendi çıkarlarını korumak ve yükselmek için farklı stratejiler (bazısı sert güç, bazısı diplomasi, bazısı ideolojik söylem) geliştiriyor. Yine rapor liberal düzenin çok belirsiz bir döneme girdiği ama yerini alacak şeyin de henüz net olmadığı tartışmasına odaklanıyor. Çin’in kazandığı önem tam da bu noktadır, buradan bakın diyor.
Birleşik Krallığa bağlı bir düşünce kuruluşu olarak Chatham House’ın bakış açısı elbette pozitivist ve statik bir yerde. En azından buradan kurtulan ya da halkların demokratik kaderini de hesaba katan bir yerde değil. Fakat anlattıkları hikâye, olması düşünülen veya olacak olan yeni sürecin izdüşümüdür. Bundan ötürü açık şekilde kimin nerede olmasını gerektiği, kimin dışarıda tutulması gerektiği de satır arası belirtilmiş.