AKP/MHP ikilisinin içinde bulunduğu ilişkiler karmaşıklaşıyor, yaşadığı çelişkiler keskinleşiyor. Gelişmeleri hatırlayalım. Erdoğan, 31 Mart 2024 seçimlerinde istediği sonucu alamayınca, önce kayyım saldırılarıyla DEM Parti’yi susturmaya çalıştı. Aynı anlarda Bahçeli’nin DEM Partililerin elini sıkması ile başlayan, adı konmamış süreç gündeme getirildi.
Devamında CHP’ye yönelik kayyım saldırıları başladı. Erdoğan bu yolla hem cumhurbaşkanı rakibini etkisizleştirmek hem de topluma korku salarak bütün muhalefeti sindirmek istemiştir.
Ancak Erdoğan’ın hesapları ters tepti. CHP’ye yönelik baskılar, kitlelerin ve öğrenci gençliğin önderlik ettiği toplumsal direnişlerin doğmasına; bu durum ise CHP’nin AKP’ye karşı muhalefetini sertleştirmesine yol açtı.
Bunun üzerine Cumhur İttifakı’yla CHP arasında keskinleşen çelişkiler, içerik değiştirerek, kitlelerle Cumhur İttifakı arasındaki çelişkilere dönüştü. DEM Parti, Cumhur İttifakı’nın yaptığı saldırılara karşı CHP’nin ve demokratik kamuoyunun geliştirdiği direnişlerde yer aldı.
Öte yanda Türk devleti, HTŞ ve DAİŞ’çi çeteler eliyle Suriye’yi istediği gibi yapılandırmak ve Rojava Özerk Yönetimi’ni tasfiye etmek istiyordu. Rojava Özerk Yönetimi’nin ve Kürt halkının direnişi ve İsrail’in engellemesiyle, Türk devletinin bu planı da bozuldu. Hatta Türk devletinin Suriye’ye dair politika geliştirmesi bile zorlaştırıldı.
Yaşanan bu siyasal gelişmeler, AKP/MHP ikilisinin daha çok saldırganlaşmasına, hem içerde hem dışarıda zor durumda kalmasına yol açarken, CHP’nin ve DEM Parti’nin temsil ettiği toplumsal muhalefetin büyümesini sağlamıştır.
Tam bunların yaşandığı koşullarda Erdoğan, DEM Partili İmralı Heyeti’yle, beklenen görüşmeyi gerçekleştirdi. İmralı Heyeti, “umudu ve beklentileri yükselten” bir görüşme yapıldığını belirtti. Bunun üzerine CHP’nin de içinde olduğu birçok çevre olumlu değerlendirmeler yaptılar.
Bu vesileyle sürecin başından beri tekrarlanan, “Erdoğan DEM Parti ile kendi iktidarını garanti etmeye çalışıyor” şeklindeki spekülatif değerlendirme de güncellenmiştir.
Halbuki Kürt siyaseti, herhangi bir dönemde AKP’yi, içine girdiği çıkmazdan kurtarmamıştır. Ama CHP’nin AKP’yi birçok defa çıkmazlardan kurtardığı biliniyor.
Buna rağmen CHP, tarihinde ilk defa bu dönemde, devleti koruma refleksine girmemiş, Sayın Öcalan’ın geliştirdiği “barış ve demokratik toplum” çağrısını aktif olarak desteklemiştir. CHP’nin böyle davranması tercihten çok, gelişmeleri doğru değerlendirmekten ve zorunlulukları kabul etmekten kaynaklanmıştır. CHP’nin bu politikasının birinci nedeni, AKP/MHP ikilisinin eskisi kadar güçlü olmadığının; Cumhur İttifakı’nın tarihinin en zayıf dönemine girdiğinin, ezilenlerin geliştirdikleri direnişle açığa çıkartılmış olmasıydı. İkinci neden DEM Parti’nin bugün daha güçlü bir konumda olmasıdır. Üçüncü neden ise CHP’nin uzun yıllar sonra kitlelerin nezdinde devleti yönetebilecek konumda görülmüş ve ciddi bir destek elde etmiş olmasıdır. Yani bütün bu gelişmeler, özel bir düzenleme yapılmazsa, AKP ve MHP’siz bir geleceğin, düne göre daha çok yakınlaştığını göstermiş, bu da CHP’nin tutumunu etkilemiştir.
Ayrıca bu gelişmeler hem CHP’nin önemini artırmakta hem de CHP’nin “barış ve demokratik toplum” çağrısını desteklemesini kıymetli kılmaktadır. Zaten CHP’nin taşıdığını iddia ettiği sosyal demokrat kimliğin gereği de bu çağrıyı desteklemektir. Ayrıca CHP’ye oy veren kitlenin de “barış ve demokratik toplum” çağrısına uygun bir sosyalitede olduğu bilinmektedir.
Bu nedenlerle CHP, CHP’ye yakın duran demokratik kitle kurumları ve özellikle CHP’ye oy veren kitle, “barış ve demokratik toplum” çağrısına ilişkin gelişmeleri dışarıda seyreden bir konumu kabul etmemeli, arada durmamalı, arada durulmasına izin vermemeli, çağrıya sahip çıkmalı, süreci hızlandıran, aktif ve etkin bir rol almalıdır.
CHP’nin böyle bir rol üstlenmesi, “bünyesindeki kendilerini devletin sahibi olarak gören ulusalcılar tarafından engellenecektir” diye düşünülebilir. Esas sorun da buradan çözülmelidir. CHP, içindeki ulusalcıların milyonların kaderine hükmetmesine izin vermemeli, bunlarla yollarını ayıran radikal bir tutum geliştirmeyi göze alabilmelidir. Aynı şekilde, yüz yıl öncesinin “kuruluş kodları”na, değişmez tanrısal buyruklar gibi yaklaşılmamalı, günün ihtiyacı olan değişiklikler cesurca yapılabilmelidir. Kürtlerin inkâr edilmesinin bugünün ihtiyaçlarına ve demokrat gelişmelere hizmet etmediği yeterince açık değil mi?
Sonuçta milyonları etkileyen Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme için bazı taşların yerinde oynatılmasını göze almak gerekiyor. CHP, yolu açmak istiyorsa cesaretle ve kararlılıkla, DEM Parti’yle ve diğer demokrasi güçleriyle, oluşturulacak demokrasi programında birleşmelidirler. Kitlelerin demokrasi beklentisini boşlukta bırakmamalıdırlar. Bugünü kazanmak ve geleceğe sahip çıkmak bu şekilde mümkün olacaktır.
CHP’nin bunu yapmasını beklemek olmayacak duaya âmin demek midir? Hayır değil, böyle yaklaşmak CHP’ye oy veren kitlenin demokratik duyarlılığına duyulan güvendir.