Her ne kadar yıllardır kadınlara karşı kırım politikaları yürütülse de buna karşı Jineoloji etrafında gelişen bir kadın bilimi ve eylemi de açığa çıkmıştır. Böylece kadınlar kendi farkına varmış, bilinçlenmiş ve özgürlüklerinin önemini daha fazla kavramıştır
Afşin Aybar
Erkek egemen zihniyet, kadın kültürü karşısında ve kadın üzerinde iktidarını tahkim etmek için her gün kadın şahsında bir intikam eylemi içindedir. Yaşama karşı bir intikam eylemi anlamına gelen bu eylemler için erkek egemen sistem birçok yol ve yönteme başvurmaktadır.
Erkek egemen sistemin bu hususta geliştirdiği en örgütlü şiddet aracı ise savaşlar olmaktadır. Kürdistan merkezli yürüyen Üçüncü Dünya Savaşı kapsamında Ukrayna-Rusya savaşı, ‘Hamas’, ‘Hizbullah’, ‘Husiler’ ve İran eksenine karşı gelişen İsrail savaşı, bu çerçevede öne çıkan savaşlar olmaktadır. Tüm bu savaşlarla hegemonik güçler öncelikle liberal ideolojilerini toplum içine yaymayı hedeflemekte ve bundan ilk olarak etkilenen kadınlar olmaktadır. Bir tarafta liberalizm ideolojisi diğer tarafta ise dinsel dogmatizm düşüncesi hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Küresel kapitalist güçlerin yerleştirmeye çalıştığı liberal ideoloji ile kadın metalaştırılmakta, böylece kadın etrafında şekillenen toplumsallık kırıma uğratılmaktadır. Toplum içinde kadının düşürülmesiyle ahlaksızlık geliştirilmekte, toplum, toplum olmaktan çıkarılmaktadır. Bunun karşı kutbunda yer alan dinsel dogmatik düşünce ise kadını geleneksel yaşamın içine hapsetmektedir. Her iki ideoloji de özünde kadını meta gören, onu köleleştiren ve erkek egemenliğini daha da hakim hale getiren ideolojilerdir.
3. Dünya Savaşı bağlamında gerçekleşen bu savaşların ikinci bir boyutu ise Ortadoğu’daki güçlerin ideolojisi ile bağlantılıdır. Her ne kadar kapitalist modernist güçler aşırı kökten dinci gruplara karşı savaş gerekçesiyle Ortadoğu’ya girmişse de sonuçta iktidarı bu güçlere terk ederek, savaşı sonlandırdığını iddia etmiştir. Böylece Ortadoğu’da sorunların çözümünü değil, çözümsüzlüğü süreklileştirerek kendi çıkarlarını korumaya devam etmişlerdir. İktidara getirilen bu aşırı ‘radikal İslamcı’ güçler, Ortadoğu’da aydınlanmanın ve demokratik temelde toplumsal değişim ve dönüşümün gerçekleşmesinin önünde ciddi bir engel konumundadırlar. Bu radikal güçler de kadına bir yaşam alanı sunmadığı gibi kadının yaşadığı sorunların esas kaynağı durumundadırlar. Bunun en açık örneği Afganistan’da yaşanmaktadır. Afganistan’da iktidar olan ‘radikal İslamcı’ Taliban yapılanması, kadınlara hiçbir kamusal yaşam alanı bırakmamakta, onları eve hapsetmekte ve toplumsal cinsiyetçi rolleri farz kılmaktadır. Benzer bir akıbet Suriye’yi de beklemektedir. Oysa Ortadoğu’da en acil ihtiyaçlardan biri, erkek egemenlikli sistemin zayıflatılıp, kadının güç ve iradesinin açığa çıktığı bir Rönesans gerçekleştirmektir.
3. Dünya Savaşı bağlamında Kürdistan’daki duruma bakacak olursak; AKP iktidarı ve ortaklaştığı diğer güçlerin öncülüğünde Kürdistan’da şiddetli bir soykırım savaşı yürütülmektedir. Bu savaş, Bakur’da siyasi soykırım operasyonlarıyla sürdürülmekte ve kayyum politikalarıyla derinleştirilmektedir. Bunun sonucunda yüzlerce Kürt kadın siyasetçi tutsak edilirken, kadın kurumları da kapatılmaktadır. Bununla, kadınların siyasal, toplumsal örgütlenmeleri hedeflenmekte, yerine kendi gerici ideolojileri çerçevesinde, kadın ve aileye şekil verilmeye çalışılmaktadır. Savaş politikaları sadece siyasi soykırımla ve Kürdistan ile sınırlı kalmamakta, Narin Güran ve Rojin Kabaiş cinayetlerinde olduğu gibi fiziki kırıma kadar varmaktadır. Aynı zamanda Türkiye’de de toplumsal çöküşe ve ahlaki krize neden olmaktadır. İzmir’de kadın kırım politikalarının kurbanı olmuş bir annenin beş çocuğuna bakamaması sonucu, çocuklarının yangında hayatını kaybetmesi ve Tekirdağ’da genç bir annenin bebeğini tecavüzden koruyamaması, bunlara verilebilecek ağır ve trajik örnekler olmaktadır.
Faşist Türk devleti, Başurê Kurdistan’ı ise kendisi için bir özel savaş karargahına dönüştürmüş durumdadır. Bu politikalarla erkek egemenlikçi sistem derinleştirilirken, kadın daha fazla düşürülmekte ve toplumsal çürümenin önü açılmaktadır. Yine Medya Savunma Alanları’nda yaşanan savaş sonucunda ekonomik kriz ve doğa kırımı yaşanmakta, köyler boşaltılmakta ve ajanlaştırma faaliyetleri yürütülmektedir. Tüm bunlardan en fazla etkilenen yine kadın olmaktadır. Başur’da birçok kadın kurumu olmasına rağmen bunlar büyük oranda erkek egemenlikli zihniyetin etkisinde olduklarından, yaşanan kadın kırımına çözüm geliştirememektedirler. Çözüm gücü olabilecek örgütlü kadınlar ise Türk devleti tarafından özellikle hedef seçilmekte ve katledilmektedir. Önceki yıl Nagihan Akarsel’in katledilmesiyle başlayan ve Zelal Heseke, Gülistan Tara, Hero Bahaddin ile devam eden ve son olarak Saliha Viyan’ın katledilmesi bu çerçevede gerçekleşmiş katliamlardır.
Türk devletinin Rojava’ya dönük saldırılarının asıl hedefi Rojava Kadın Devrimi olmaktadır. Yakın zamanda gelişen saldırılarda da en çok hedeflenen yine toplumda öncü durumundaki kadınlar olmuştur. Buna karşı Tişrin Barajı direnişine yine kadınlar öncülük ederek cevap vermektedir. Hem savaş cephesinde en önde yer almakta hem de devrimci halk savaşı ruhu ile gelişen halk direnişinin en ön saflarında kadınlar yer almaktadır. Özellikle Kürt kadınlarının öncülüğü ve bilinç düzeyi, savaş alanından gelen tüm görüntülere yansımaktadır. En az, fiziki olarak direnen ve şehit düşen YPJ savaşçıları kadar, alanlardaki kadınların direnişe dönük çağrıları ve sözleri tarihe damgasını vuran niteliktedir.
Her ne kadar yıllardır kadınlara karşı kırım politikaları yürütülse de buna karşı Jineoloji etrafında gelişen bir kadın bilimi ve eylemi de açığa çıkmıştır. Böylece kadınlar kendi farkına varmış, bilinçlenmiş ve özgürlüklerinin önemini daha fazla kavramıştır. Kayyuma karşı kadınların ‘onların topları tüfekleri varsa bizim de irademiz var’ sözleri, Rojava’da işgal saldırılarına karşı kadınların ‘biz ölümden daha büyüğüz’ ve ‘kimse irademizi kıramaz’ yönündeki duygu ve düşünceleri Kürt kadınının bilinç düzeyini yansıtmaktadır. Önceki yıl Rojhilat’ta gelişen ‘Jin Jiyan Azadî’ serhıldanları Kürdistan’da, Ortadoğu’da ve bütün dünyada kadınlar için yeni bir örgütlenmenin kaynağına dönüşmüş durumdadır. Kadın öz savunmasının gelişmesiyle, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın dediği gibi 21. yüzyıl, kadın özgürlük yüzyılı olacaktır.