Bazı anlar vardır ki insan, yalnızca kendi yaşamının değil, koca bir tarihin eşiğinde durduğunu hisseder. Bazı kelimeler, sadece bir dili değil, bir halkın kaderini taşır. Ve bazı çağrılar, yalnızca bir dönemi değil, bir geleceği şekillendirir. 27 Şubat o anlardan biridir.
Bugün, Kürt halkının özgürlük ve varoluş mücadelesi, kendi iradesiyle, kendi gücüyle bir kavşağa ulaşmıştır. Özgürlük, kimsenin bahşedeceği bir armağan değil, uğruna mücadele edilen, sahip çıkılan en gerçek haktır. Öcalan’ın yıllardır süren direnişi, bu hakkın yalnızca bir halk için değil, insanlık için de evrensel bir değer olduğunu göstermiştir.
Artık yeni bir dönemin kapısı Öcalan’ın emeği, bilinci ve direnci ile aralandı. Bu kapıdan geçmek, sadece birilerinin resmi adım atmasını bekleyerek değil, hakikatin gücüne ve halkların iradesine yaslanarak mümkün olacak. Çünkü barış, yazılı sözlerle değil, yaşamın ta kendisiyle kurulur. Özgürlük ise sadece istemekle değil, sahiplendikçe büyür.
Çözüm, yeni bir siyasal düzenin kurulmasını gerektirir. Fakat bu inşa, hiçbir yerden medet ummadan, halkların kendi elleriyle, kendi iradesiyle mümkündür. Önümüzde yeni bir düzen kurma sorumluluğu var. Ve bu, başkalarından bir lütuf bekleyerek değil, halkların kendi elleriyle ve kendi kararlarıyla olacak. Eşitlik, hukuk, özgürlük; hepsi mücadeleyle genişler. Var olmak,onurlu yaşamak; kimsenin bahşettiği bir ayrıcalık değil, doğuştan gelen bir haktır. Ve bu haklar, bekleyerek değil, direnerek korunur.
Bugün yürütülen mücadele sadece silahların susması için değil; herkesin, tüm kimlikleri ve renkleriyle özgürce nefes aldığı bir hayatı kurmak içindir. İnkârın ve yok saymanın halklara ne ağır bedeller ödettiğini hepimiz biliyoruz. Ama artık zaman, var olmanın ve özgür yaşamanın zamanıdır.
Türkiye’de Kürt sorununun ve çevresindeki krizlerin çözümü, radikal bir demokrasiyle mümkün. Demokrasi sadece bir yönetim biçimi değil; bir halkın dilini, kültürünü ve iradesini yaşatma hakkıdır. Öcalan’ın çağrısının özü de tam burada yatıyor: Çözüm, halkların kendi kararları ve demokratik yollarla geleceğini kurmasıdır.
Kürt halkının kimliği, dili ve özgürlüğü, sadece anayasaların satırlarında değil, halkların kalbinde, bilincinde yer edinmelidir. Anadilde eğitim, yerel yönetimlerin güçlenmesi, halkın kendi kendini yönetmesi, tartışmaya açık olmayan haklardır. Bu haklar beklenerek değil, yaşanarak var edilir.
Barış çağrısı yapıldı ve halklar bu çağrıya özgür iradeleriyle karşılık veriyor. Barış, yalnızca sözle değil, karşılıklı emekle kurulur. Beklemek değil, herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor.
Bu topraklar, darbelerin, savaşların ve inkârların ağır gölgesinde büyüdü. Acının ve direnişin mayasında yoğrulan bu halk için şimdi yeni bir inşa zamanıdır. Şimdi, direnenlerin alın teriyle, umutla, sabırla yeni bir hayatı ilmek ilmek örme zamanıdır. Çünkü geleceği ancak mücadele edenler kurar.
Bugün en acil sorumluluk, hasta tutsaklar başta olmak üzere tüm siyasi tutsakların özgürlüğüdür. Zira hapishaneler sadece dört duvar değildir; onlar, bir halkın onurla yazdığı direnişin yaşayan hafızasıdır. Bu hafızayı özgür kılmadan, gerçek bir barışın temelleri atılamaz. Bir gün daha gecikmek, bir yarayı daha kanatmak, bir umudu daha soldurmaktır.
Bugün tarih yeni bir sayfa açıyor. Bu sayfada barış artık bir seçenek değil, bir zorunluluk. Özgürlük, bir lütuf değil; doğuştan gelen, vazgeçilmez bir haktır. Ve halklar, bu haklarına yürümekten, umutlarına sahip çıkmaktan asla vazgeçmeyecek.
Sonuçta şunu açıkça söyleyelim: Kürt halkı ve dostları, Öcalan’ın özgürlüğünü bir bireyin değil, bir halkın onurunun, bir tarihin direncinin ve insanlık için özgürlük hayalinin simgesi olarak görüyor. Öcalan’ın özgürlüğü, geçmişin acılarına, bugünün mücadelesine ve geleceğin umutlarına bağlıdır. Ve bu özgürlük, pasif bir bekleyişle değil, kararlı adımlarla, büyük bir inançla kazanılır. Çünkü özgürlük, bekleyenleri değil, yürüyenleri çağırır. Ve bu yürüyüş, hakikate, adalete ve onura inananların ellerinde zafere ulaşır.