Kürt Halk Önderi sayın Öcalan’ın inisiyatifiyle, Bahçeli tarafından başlatılmış gibi sunulan ve barışa gitmesi beklenen adı konmamış süreç, devletin tutumundan dolayı ilerlemiyor. Yaklaşık on-on beş günden beri, PKK yetkililerinin ısrarlı açıklamalarına rağmen, devletin yapması gereken hiçbir şeyi yapılmıyor. İmralı’daki koşullar düzeltilmiyor, PKK’nin kongre yapabilmesinin ortamı hazırlanmıyor, Kürt Halk Önderi sayın Öcalan’ın kongreye katılmasının imkânı sağlanmıyor.
Gelişmelere bakılırsa sürecin adının konmamış olması ve parlamentonun devre dışı tutulması, basit bir hata gibi değil, sürecin karakteristik özelliği gibi görünüyor. Devletin istediği yerde istediği biçimde süreci kesintiye uğratmasını kolaylaştıran bu yöntemin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Devlet, başlayan sürecin kendilerinin kontrolü dışında, kalıcı bir biçimde ilerlemesini istememektedir.
Peki neden böyle? Çünkü soykırımlarla, katliamlarla varlığını gerçekleştirmiş olan bu devletin, barışa ve demokratikleşmeye ulaşması kolay olmayacaktır. Türk devletinin demokratikleşmesi demek, halklara yaşatılmış soykırımların hesabının verilmesi demektir. Barış demek ise demokrasi mücadelesine saldırmamak, Irak’ta, Suriye’de Kürt halkına saldırmamak, onların kazanımlarına saygı duymak demektir. Türk devleti ne yapıyor peki? Rojava’ya, PKK alanlarına, demokrasi mücadelesi yürütenlere, mahpuslardaki tutsaklara ve İstanbul halkının iradesine saldırıyor.
Aynı şekilde Adalet Bakanı “top oynamıyoruz” diyerek topu taca atarken, Bahçeli de Rojava’da Kürtlerin birliğine ve özgürlük talebine yönelik olarak yapılan konferansa saldırıyor. Hasılı devlet içerde, dışarda, nerede olursa olsun Kürt halkının iradesine ve varlığına saldırıyor.
İki gün önce AKP yetkilisi Ömer Çelik, “süreç devlet politikası olmuştur” şeklinde bir açıklama yaparak umut vermeye çalışmıştır. Halbuki beklenen pratik adımlardan birisini atmak daha ikna edici ve daha kolaydı.
Görülen o ki devlet, Kürt Halk Önderi sayın Öcalan’ın çözümden yana olan tutumunu ve Kürt halkının susadığı barış talebini istismar ederek kendi politik programını hayata geçirmek istemektedir. “Barış olacak” görüntüsünün yarattığı beklentinin kolaylaştırıcılığıyla, Kürtlerin can bedeli mücadeleyle elde ettikleri kazanımları gasp etmeyi tasarladığı anlaşılmaktadır.
Ancak devlet, eğer bu hesapları yapmışsa, yanlış hesap yapmıştır. Ve devletin bu yanlış hesabı Kamışlo’da, Kandil’de, Zap’ta Kürt iradesinin direnişine çarpmıştır.
Mevcut durumda yaşananlar, sürecin farklı bir boyutunun olabileceğini düşündürüyor. Türk devleti adına Bahçeli bu yönelimi, “dışarda barış içerde barış” diye sundu. İşin böyle bir boyutunun olduğu doğrudur.
Ancak bu gelişmenin bir diğer ayağının Türk devletinin soykırımcı politikaları olduğunu hesaba katmak gerekiyor. Devlet bu yolla Kürt sorununu çözmek adına “bastırma, inkâr ve imha” politikasını, farklı bir biçimde uygulayarak Kürt sorunundan kurtulmak istiyor olabilir. Süreç bu nedenle takılıyor ve aksıyor olabilir.
Bu anlamda Cumhur İttifakı’nın devletin bütün imkânlarını kullanarak CHP ile gerilimi tırmandırması dikkat çekicidir. Bu tırmandırma durumu hem devletin genel politikalarına hem de AKP/MHP ikilisinin sürdürdükleri politikalara uygun değildir. Böyle durumlarda devleti yönetenler, daha sakin ve soğukkanlı davranarak sürecin soğumasını bekler, hatta bunu sağlamaya çalışırlardı. Bu noktada belli bir düzey yakalandıktan sonra, bastırma hareketi yaparlardı. Cumhur İttifakı’nın bu kuralın tersine, CHP’ye yönelik saldırılarını sistemli ve ısrarlı bir biçimde tırmandırması başka ihtimallerin düşünülmesini gerektiriyor.
Devletin 100 bin kişiden oluşan SADAT adlı askeri bir yapı oluşturduğu, SADAT’ın AKP/MHP ikilisinin paramiliter yapısı olarak kullanılacağı bilinmektedir. Bu durumda AKP/MHP ikilisinin, CHP’ye, gelişen demokratik kitle muhalefetine karşı SADAT’ı devreye sokması çok mümkündür. Zaten hukukun olmadığı bu durumda SADAT, faşizmi kalıcı kılmak ve tahkim etmek için sokakları ele geçirmeye yönelecek, faşizmin ihtiyacı olan “dikensiz gül bahçesi” yaratmaya çalışacaktır.
Doğrusu CHP, İstanbul halklarının iradesine yapılan saldırıya karşı AKP/MHP ikilisinin saldırılarına karşı önemli bir direniş geliştirmiştir. Ancak, belirtilen muhtemel gelişmeye karşı CHP’nin iki noktayı dikkate alması gerekiyor. Birincisi, SADAT kanalıyla geliştirilecek olan sokak saldırılarına karşı bir direnişin sürdürülebilmesi için devrimcilerle ve Kürt halkıyla buluşulması ve ortaklaşılması kaçınılmazdır. İkincisi CHP hem kendi kitlesini, bu türden olası saldırılara karşı uyarmalı hem de devletin bu yönelimini teşhir ederek gerçekleştirilmesinin önünü kesmelidir.
Muhtemel sokak saldırılarına karşı devrimci demokratik bütün güçler birleştikleri zaman sonuç alınabilir. Yoksa durum herkes için, en çok da örgütsüz olan veya yeterince örgütlü olmayan kitleler için farklı gelişebilir.
O halde hızlıca ve en etkili şekilde örgütlenmeli, sokaklara sahip çıkılmalıdır. Barışı ve demokrasiyi gerçekleştirmek için sokaklar özgürleştirilmelidir.