Sırrı Süreyya Önder, yalnızca bir sosyalist, bir politik figür ya da bir sanatçı değil; aynı zamanda insan ruhunun direnç, mizah ve dayanışma ile nasıl bir anlam yaratabileceğinin canlı bir portresidir.
Onu çok erken kaybettik. Hastaneye kaldırıldığında ev hapsindeydim, aynı gece ayağıma elektronik kelepçe takıldı. O gece yüreğime oturdu. Onu uğurlamaya da katılamıyorum. Çok üzgünüm.
Gülüşü, duruşu ve yaşam öyküsüyle ilham veren biriydi. Sırrı Süreyya Önder’in hayatı, politik bir mücadelenin ötesine geçer; varoluşsal bir duruşun, etik bir sorgulamanın ve estetik bir yaratımın kesişim noktasında yükselir. En iyi toplum anlamıştır onu.
Önder’in öyküsü, Türkiye’nin çalkantılı tarihine, ezilenlerin mücadelesine ve insan olmanın karmaşıklığına ayna tutar. Bir makalede, Önder’i anlatmak, onun yaşamındaki acıları, zaferleri, çelişkileri ve neşeyi bir araya getirerek, bir insanın nasıl hem halkın sesi hemde evrensel bir figür haline geldiğini anlatmak olası değil.
Bir Varoluş Estetiği Ya da Acının İçinden Doğan Mizah
Sırrı Süreyya Önder’in hayatı, rutini aşan, ezilenlerin felsefesinin somut bir yansımasıdır. O, yaşamın önüne sunduğu seçenekler arasında isyanı seçmiştir. Ama onun isyanı, yalnızca politik bir duruş değil, aynı zamanda bir varoluş estetiğidir. Yetimdir, fotografçı çırağıdır, 16 yaşında Maraş katliamı anmasına katıldığı için gözaltına alınmış; hapis yatmıştır. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne kaydolmuştur, 12 Eylül askeri darbesinin hışmına uğramıştır, Ankara’da ünlü DAL’ın 3 aylık işkence tezgahından geçmiştir. Mamak Cezaevi’nde yaşadığı zulüm, barış çabalarından sonra tekrarlanan hapislik yılları ve bozulan sağlığı, onun karşısına dikilen tarihsel duvarlardır.
Ancak Önder, bu duvarları derin kavrayışının şekillendirdiği mizahıyla, neşesiyle ve halkla dayanışmasıyla aşmasını bilmiştir. Onun hapse girerken, ameliyathaneye giderken gülüşü, yalnızca bir savunma mekanizması değil, aynı zamanda bir direniş biçimidir. Yüzünden hiç düşmeyen o gülüş, egemenlerin dayattığı korkuya, sessizliğe ve umutsuzluğa karşı dinmeyen bir başkaldırıdır.
Önder’in yaşamında ve sanatında bu başkaldırı belirgin bir şekilde yankılanır.
İlk Film…
Onun ilk filmi Beynelmilel, politik bir sorgulamayı, mizahı ve eleştiriyi bir araya getirerek, insanlık durumunun hem trajik hem de absürt yönlerini gözler önüne serer. Film, faşizmin hicvidir. Askeri darbe yıllarının, 1980’lerin Türkiye’sinde bir grup gezici müzisyenin hikâyesini anlatırken, otoritenin saçmalığını, bürokrasinin gülünçlüğünü, devletin mantığını ve halkın direncini ustalıkla işler.
Önder’in sineması, karanlığın ironisinden farklı olarak, sıcaktır, insanidir ve umut doludur. Çürüyen ve doğan olarak bu, onun felsefi duruşunu tanımlar. Birikimini, safını ve hedeflerini gösterir. Sırrı Süreyya Önder’e göre hayat, ne kadar zalim olursa olsun, insan, gülerek ve yaratarak kendi anlamını inşa edebilir.
Edebiyatın, Sanatın ve Mücadelenin Birliği Ya da Bir Halk Destanı
Önder’in yazıları, filmleri ve televizyon programları, onun edebiyatla politikanın kesişiminde nasıl bir köprü kurduğunu gösterir bize. Onun dili, halkın dilidir; ama bu dil, aynı zamanda derin bir entelektüel birikimin izlerini taşır. Önder, Bertolt Brecht’in epik tiyatrosunu andıran bir yaklaşımla, sanatı bir bilinçlendirme aracı olarak kullanmasını bildi. Beynelmilel, seyirciyi güldürürken düşündüren, otoriteyi, faşizmi sorgulatan ve halkın direncini yücelten bir yapıt olduysa, bu Önder’in felsefesinin sonucudur.
Önder’in mizahı, yalnızca sanatsal bir ifade değil, aynı zamanda bir yaşam pratiğidir. İnşaat işçiliğinden araba ve lastik tamirciliğine, kamyon şoförlüğünden yazarlığa, sinemaya, yönetmenliğe uzanan politik hayatın içinde, o, emekçilerin dünyasına yalnızca bir gözlemci olarak değil, bizzat bir parçası olarak katılmıştır.
Bu, onun estetiğini halkçı kılan şeydir. Gülüşünden rahatsız olanlar olmuştur. Oysa Sırrı Süreyya’nın gülüşü, bir entelektüelin kibirli alaycılığından uzak, halkın dilinden ve ruhundan beslendi. Bu bağlamda, Önder, egemenlerin hiyerarşik düzenini altüst eden, halkın neşesiyle güçlenen bir karşı-kültürün insanıdır.
Eşitlik ve Özgürlük Arayışında, Etik Bir Duruş Sergiledi
Önder’in sosyalist kimliği, Marksist teorinin kavramsal çerçevelerini aşan, halkın somut acılarıyla yoğrulmuş bir etik duruşa dayanıyor. Somut ve yalın… Onun politik mücadelesi, işçilerin, emekçilerin, Kürt halkının ve ezilenlerin özgürlük ve eşitlik arayışıyla şekillenir.
Bir Türkmen olarak Önder’in, Kürt halkının mücadelesindeki yeri, onun yalnızca bir politik figür değil, aynı zamanda bir etik özne olduğunu gösterir. Halklara adanmış bir yaşamdır onunki. Ona göre; halkın aydını yalnızca fikir üretmez, aynı zamanda özgürlüğün kolektif bir mücadeleyle mümkün olduğunu bilerek, bu mücadele içinde aktif bir rol üstlenir.
Önder, bu rolü, gençliğinde bir devrimci olarak sürdürdü. İşkencelere direndi, Mamak, Ulucanlar, Haymana Cezaevlerinde direnirken hep öğrendi, biriktirdi. Devleti, teorisiyle ve pratiğiyle derinden kavradığını, yaşamın her döneminde gösterdi.
Milletvekilliğinde bunu yaptı. Bağımsız vekilliğiyle, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) içindeki çalışmalarıyla, ardından DEM Parti milletvekilliği sırasındaki halkçı ve devrimci duruşuyla ve İmralı görüşmelerindeki barış çabalarıyla bunu somutlaştırdı.
Önder’in etik duruşu, ötekinin acısını duyumsamaktı. Politik söylemi, her daim ezilenlerin yüzünü merkeze alırdı. İşçiler, Kürtler, emekçiler, onun için soyut bir “kitle” değil, somut birer ötekidir. Onun cana yakınlığı, nükteli sözleri ve bulunduğu ortamı neşelendiren tavrı, bu etik duruşun, özümsenmiş ötekinin bir uzantısıdır.
Çok Erken Yitirdik
Sırrı Süreyya, ötekinin acısını paylaşırken, aynı zamanda onunla gülmeyi, onunla umut etmeyi başarırdı. Bu, onun felsefi derinliğini ortaya koyardı. Onun için özgürlük, yalnızca bir ideolojik hedef değil, aynı zamanda bir yaşam pratiği oldu.
Kürt Halkının Sevgili Dostu, Yoldaşı
Önder’in Kürt sorunundaki duruşu başlı başına bir inceleme konusudur. Barış sürecindeki/mücadelesindeki rolü, bu etik duruşun en çarpıcı örneklerinden biridir. 2013 sürecindeki İmralı görüşmelerinde, o, yalnızca bir arabulucu değil, aynı zamanda barışın bir etik zorunluluk olduğuna inanan bir düşünürdü. Sağlığının bozulmasına, yeniden hapse atılmasına aldırmadı, barış ve çözüm mücadelesinden vazgeçmedi. Bu, onun dünya yurttaşlığını benimseyen ve yılmayan bir kararlılıkla hareket ettiğini gösterir.
Önder, dış koşullara boyun eğmeden, kendi etik ilkelerine bağlı kalarak özgür olunacağını her anında gösteren bir devrimci olarak bize bir halk destanı bıraktı. Sevgiyle…